|
Özgür basının küfretme hakkı

Beklenen oldu. 14 Aralık operasyonunda, Tahşiyeciler adlı Risale-i Nur grubunun şikayeti üzerine gözaltına alınan Eski Tem Şube Müdürü Tufan Ergüder, eski Asayiş Şube Müdürü Ertan Erçıktı ve Emniyet Amiri Mustafa Kılıçaslan tutuklandı. Bu üç polis, Tahşiyeciler’in şeyhi 66 yaşındaki Mehmet Doğan’ın 17 ay hapis yatmasına neden olan 2010 operasyonu sırasında görevdeydi.

Aynı operasyonda gözaltına alınan Zaman Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı ise serbest bırakılırken, Samanyolu Yayın Yönetmeni Hidayet Karaca tutuklandı. Karaca’nın tutukluluğuna karar verilmesinde, gözaltında ifade vermeyi reddetmesinin payı oldu mu, bilmiyorum. Ancak, bu kadar âlây-ı vâlâ’ya gerek var mıydı, neden tutuksuz yargılanmıyor, sorularının cevap gereksindikleri ortada...

Öte yandan dün, Tahşiye operasyonundaki arama görüntüleri de ortaya çıktı. Buna göre, operasyonu kameraya alan polis mahkemede verdiği ifadede, operasyon başladıktan sonra arama yapılan eve gittiğini, dolayısıyla bombaların bulunduğu anı kayda alamadığını söylemişti; ancak yayınlanan videoda polisler eve girerken kameraların kayıtta olduğu görülüyordu.

Aynı operasyon kapsamında bombanın içinde bulunduğu çantadaki polislere ait parmak izleri konusunda da çelişkili ifadeler vardı. Tahşiye operasyonu hakkında ifade veren polis memurları eldivenler yıprandığı için çıkardıklarını söylemişti. Oysa, video görüntüsünde, polislerin eski eldivenlerini çıkardıktan sonra yenilerini taktıkları görülüyordu.

Neresinden baksanız şüphe uyandırıcı bir operasyondan sözediyoruz yani. Elbette bir hukuk devletinde polis vatandaşa kumpas kurup, iftira atmışsa, evlerine bomba yerleştirmişse, masum insanlar El–Kaidecilikle suçlanarak aylarca hapse tıkılmışsa, bunun bir bedeli olur ve olmalı da...

“Özgür basın susturulamaz” diye uluslararası odakları havalandırmaya kalkışıp mağdur pozlarına duranlar, önümüzdeki fotoğrafı karartmak için elinden geleni ardına koymuyor olabilir. Uluslararası camianın Türkiye’yi uyarmak ya da kınamak için fırsat kollayan sözcüleri de ama art niyetten, ama cahillikten Türk hükümetine haksız ithamlarla saldırıyor da olabilir, ama bütün bunlar durumu değiştirmiyor.

Tahşiyeciler operasyonuyla ilgili öne sürülen delil uydurmak, bomba yerleştirmek gibi suçlamalar, Ergenekon davası sırasında da çok işittiğimiz ama kulaklarımıza inanmak istemediğimiz yöntemlerle çok benzeşiyor. “El Kaidecilikle suçlama” alışkanlığı da hiç yabancımız değil; paralellere sorsanız, IHH’dan MİT’e kadar bu ülkede El Kaideci olmayan bir kuruluş ya da kurum kalmadı gibi bir şey. Yani, bu ve benzeri, söylem-eylem benzeşmeleri, doğru adresi bir ölçüde gösterdiği gibi, yapılanların cezasız kalması da giderek ortak vicdanı yaralıyor.

Dolayısıyla, kendi ülkelerinde 168 yıllık gazeteleri bir gün içinde kapatıp, eylemlerin olduğu bölgeleri uçuşa yasaklayarak tek kare fotoğraf aldırtmayanların; Gezi olayları sırasında İstanbul’dan 8 saat canlı yayın yaparken, Ferguson’da üç maymuna dönenlerin sahte özgürlük hassasiyetine kurban edilecek bir gram adalet duygumuz yok.

Kaldı ki, günlerdir “free press can not be silenced” pankartlarıyla yatılıp kalkılan “diktatör”ün ülkesinde, güya basın mensubu bir kişi adını sanını gizlemeye bile gerek duymadan “diktatör(!)” hakkında “pers uşağı, şizofren, şaklaban, hırsız, yezid, parazit, ikinci evci” filan diye küfrün, hakaretin bini bir para seriliğinde tweetler atıp, sonra da “özgür basın susturulamaz” diskuruyla ders vermelere girişiyorsa; orada basının özgürlüğüyle ilgili değil ama rezillikte gemi azıya almakla ilgili bir durum var demektir.

Türkiye’nin en büyük sorunu da, basın özgürlüğünden ziyade; her türlü vesayet düzenine karşı sivil şekilde demokrasi içerisinde; daha da önemlisi her türlü duygu durumu içerisindeyken asgari edep çerçevesi içerisinde kalabilmek sanırım.

Basın dahil...

#14 Aralık
#Risale-i Nur
#Ertan Erçıktı
#Ekrem Dumanlı
#Hidayet Karaca
9 yıl önce
Özgür basının küfretme hakkı
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü
‘Korkuluk’…