|
Yazmak bir oyun

Çocukluğumuzda bizim çok fazla oyunlarımız yoktu.



Şimdi anımsıyorum da, ne oynardık ki, saklambaç, kör ebe, çelik çomak, birdirbir, falan...



Kendi yaptığımız arabaya binerdik. Tahtadan arabalar, gidonlu... Maraş'ın yokuş sokaklarından aşağı salınan dört tekerlekli tahta arabalar... Bu arabaları kendimiz yapardık. Bizim yaptığımız arabalar öyle usta işi değildi. Ama kimi arkadaşlarımızın yaptığı arabalar usta işiydi. O usta işi arabalar kentimizin kırsal alanından çarşı içlerine kadar yol alabilirdi. Kimi muhkem arabalara iki kişi bile binebilirdi. Araba artık son menziline eriştiğinde işlevini bitirmiş olur, ona binenler bu kez bindikleri arabayı sürükleyerek kan ter içinde tepeye kadar kendileri çıkarmak zorunda kalırdı.



Tamam, bir de çemberimiz vardı. Bu çemberler otomobil lastiğinden çıkarılırdı. Kimileri de demircilere yaptırılırdı. İrili ufaklı çemberler... Çocuklar çemberleriyle yarışırdı. Ama yarışan çemberler miydi, çocukların kendisi miydi, yoksa her ikisi birden mi yarışa çıkardı bilmiyorum. Kimse de bilmezdi. Ama yarışırdık...



Bu oyunlarımızdan keyif alırdık. Bu oyunlar salt oyundu.



Bu oyunlar hiçbir amaca dönük değildi. Ne kaslarımızı geliştirmeye ne hayal gücümüzü zenginleştirmeye dönük bir amaç vardı bu oyunlarda. Kimse de bize, biz çocuklara, bu oyunlara devam edin, bu oyunlar sizin hem zihninizi hem beden gücünüzü geliştirir diye öğüt verme bilgiçliğine soyunmazdı.



O oyunlar salt kendileri için oynanırdı. Ama öyleydi diye kendi sonuçlarını doğurmaz mıydı?



İşte işin püf noktası tam da burada ortaya çıkıyor. Eğer biz bir işi salt kendi iç amacını gerçekleştirmek üzere ifa ediyorsak, o, kendine özgü sonuçlarını da doğurmaktan geri durmaz.



Onun sonuçları o oyunun kendinde içkindir.



Eğer biz yaşamaya da bir oyun diye bakmayı başarabilirsek o hayat da kendinde içkin sonuçlarını doğurmaktan geri durmaz. Yaşamanın hakkını vermek, onu dolu dolu yaşamaktır... Onu neyle dolduracağı herkesin kendi bilincinin dirayetiyle bağlantılı...



Yazma eylemini de böyle düşünmek istiyorum. Ona dışardan işlev yüklemeye kalkıştığımızda o yazı, yazı olmaktan çıkıyor. Belki bir metin elde ediliyor, ama o metin kimsenin ruhunda bir karşılık bulmuyor. Kimsenin evrensel kemiğine işlemeyen yavan bir tortu kalıyor ondan geriye...



Ama kendi hakkının üstesinden gelen bir yazı, insanın evrensel kemiğine işlediğinde, insanın yüreğinde bir karşılık bulduğunda, her farklı kafada yeni bir hayat ortamı bulmakta zorlanmıyor. Hem de nasıl! Hem her farklı kişide yeni bir hayat buluyor hem aynı kişinin farklı zamanlardaki okumalarının her birinde yeni bir anlam kazanarak hayatiyetini sürdürmenin üstesinden geliyor.



İşte Homeros böyle bir şair, Dante böyle bir şair, Yunus Emre, Fuzuli böyle bir şair, Shakespeare böyle bir yazar, Dostoyevski böyle bir romancı, Mevlana böyle bir bilge... Onlar, yazdıklarını kısır bir amaca bağlamadıklarından her çağda ve her kafada ayrı bir yaşama zemini bulmakta zorlanmıyor ve her defasında yeni bir yaşama zemini oluşturmayı başarabiliyor.


#Shakespeare
#Dostoyevski
#Dante
7 years ago
Yazmak bir oyun
“Almanlar et başında”
Varsıllar vergi ödemesin!
Amerikan Evanjelizminin Trump’la imtihanı
Genişletilmiş teröristan projesi böyle çöktü
İsrail’le ticaret ve Deutsche Welle