|
Solun pejmürdeleşmesi
İçinde yaşadığımız dünyânın, Wallerstein'in ifâdesiyle bir “Ekonomi Dünyâ” olduğunu düşünüyorum. Bunun “Dünyâ Ekonomisi” ya da “Ekonomik Dünyâ” gibi başka kavramlarla karıştırılmaması gerekiyor. Vurgu çok açık: Günümüzde dünyâ; târihinde olmadığı kadar ekonominin hegemonyası altındadır. Bunu tescilleyen kavramın kapitalizm olduğundan eminiz.

Buradaki “izm” ekini çoğu defalar yadırgamışımdır. Meselâ “feodalizm” kavramı da böyledir. Yapısalcı bir düzeltmeyle bunun feodalizm değil, “feodalite” olarak tevil edilmesi bana doğru gözükmüştür. Bu tevilden cesâret alarak; belki de “kapital-dünyâ” kavramlarını kullanmak sanki daha doğrusudur.

“İzm” eki, modern bir îmânı ifâde ediyor. Herkes kapital-dünyâda yaşar. Ama, kapitale îmân etmektir aslında kapitalizm. Hâlbuki, “Kapital Dünyâ”ya iman etmeden de yaşanamaz mı?

Aslında bu soru; hayli çetrefilleşen tartışmalara gebe, biraz da moral-ontolojik bir sorudur. Meselâ, “Kapital Dünyâ”ya karşı, muhtelif sâiklerle îtirâzda bulunan; meselâ sosyalist bir hayâtı savunan bir kişinin; kapital- dünyâ ile şu ya da bu derecede uzlaşarak yaşamasını hangi ölçülerde mâkûl görecek; nereden sonra onu yargılayabileceğiz?

Bu tartışmalara zaman içinde şâhit oldum. 1970'li senelerin ortodoks siyâsal ortamında, devrimcilerin “burjuva özentiliği” olarak görüp bazı davranışlara şiddetle tepki gösterdiğini izledim. Bu ortodoks yargılar; bir sosyalistin, kapitalist fenâlıklardan uzak durması gerektiğini; bunun için sosyalist devrimi beklememesi gerektiğini îmâ ediyordu. Ortodokslar,zımnen de olsa sosyalist ideallerin kapitalist bir dünyâda da işletilmesini savunuyorlardı. Düzenin parçası olmak ürkütücüydü. Sosyalist ortodoksi; kapital-dünyâda bir sosyalist gibi yaşamak iddiasını içeriyordu. Aslında sosyal-demokratları, iyi niyetli görmekle birlikte; bu hassâsiyeti yeteri kadar gösteremeyen insanlar olarak değerlendiriyorlardı. Zamanı gelince, onların da ideolojik bir terapiden geçirilerek düzeltilebileceklerini düşünüyorlardı.

Bu düşünce ortodoksinin konusu hâline getirilmeyip, tıpkı Proudhon'un vurguladığı gibi anlamlı bir praksis üzerinden kalıcı bir birikime kavuşturulabilseydi, bugün sol ya da solda olmanın da bir anlamı kalabilirdi. Çünkü bu birikim, siyâsal spekülasyonları dışarıda bırakan sivil bir târih olarak değerlenecekti. Öyle olmadı. Başta Marx bunu reddetti. Gönlü hâla Proudhon'dayken, aklını Engels'e kaptırdı. Tipik olarak Aydınlanmacı bir idealizmle, arzulananların güncel gereklerini ıskalayan; ya da savsaklayıp geleceğe havâle eden bir yaklaşım sola egemen oldu. Bu durumdan sıkılanlar ise; Engels'in bir kapitalist girişimci olduğunu unutarak soluğu hiçbir şeye yaramayan bir sosyalist ahlâk ortodoksisinde aldılar. Neo-liberâl dünyânın estirdiği tüketim kasırgaları da bu ortodoksiyi hâk ile yeksan etti. Eeeee; ne demişti Marx? Katı olan herşey buharlaşır.

İtibar Dergisi'nin son sayısında Ercan Yıldırım'ın kaleme aldığı ; “Neo-Liberâl İslâmcılığın Karnesi” başlıklı kavratıcı ve cesur yazısını okurken aklımdan geçenlerdi bunlar. Sol'un düşüşü ve anlamını kaybedip; PODEMOS ya da SYRIZA gibi –biz de İzmir partisi CHP bunun karşılığıdır- içi boş bir orta sınıf huysuzluğuna evrilmesi aslında çok dramatiktir. “Kapital Dünyâ”, krizleriyle sönümlenmeye gitmedi. Tam tersine kendi praksisini güçlendirerek bağışıklığını arttırdı. Solu bitiren süreçler önce kapital-dünyânın yeniden-üretimini, yeniden-bölüşüme kavuşturmasıyla başladı. Bu sol geleneğin hadımlaştırılmasıydı aslında. Artık diyalektiğini kaybetmiş olan solun yapabildiği, elinde kalan bu mekanikte, çalışanların payını arttırmaktı. Bu da Manifesto'nun varsayımını çürüttü. Sahneye, şişen hizmetler sektörünün içinde orta sınıflaşan ve “kaybedecek çok şeyi olan” sınıflar çıktı. Sönümlenen “Kapital Dünyâ” değil; bizzat sosyalist idealler ve insanlara hiçbir şey kazandırmadan onları amansızca çalıştıran “reel sosyalizmler” oldu.

Sol bugün içi boş, huzursuz , huysuz bir refleksler yığınıdır sâdece. 19.Yüzyılda kendisine rüşd kazandıran iddialar bazı keskin ayrışmalardan doğuyordu. Liberâllere, popülistlere mesâfe koyuyorlardı. Bugün ise onların tematiklerini; hattâ dogmatiklerini doyum tokum kullanıyorlar. Ekonomiyi ise ancak kayıpların telâfisi olarak görüyorlar. Hâsılı, “Kapital Dünyâ”'nın hegemonyasına tam anlamıyla teslim olmuş durumdalar.

Artık ortada proleterya yok. Bunun yerine , herkesin yedek işgücü muamelesi gördüğü bir prekarya var. Ustaları Marx, “emek-sermâye” denklemini kurmuştu. Bugün “ prekarya-sermâye” denklemini çözecek bir entelektüel girişimi bile yok. “Taşeron sistemini kaldıracağız; çalışanların işgüvenliğini sağlayacağız; hepsini kadrolu yapacağız” diye efelenmenin , herşeyden önce denklemin eksik bir okuması olduğu; uygulamaya geçerse sonucun tam bir kepâzelik olacağı ortada.

Neo-liberâl Ekonomi Dünyâ'da Sol'un pejmürdeleşmesinden İslâmî siyâsetlerin çıkarması gereken dersler var. Eğer bunlar çıkarılmazsa, âkıbetin benzeşmesine kimse şaşırmamalı.
#İtibar Dergisi
#Solun pejmürdeleşmesi
#sol siyaset
#izm
#Neo-Liberâl İslâmcılığın Karnesi
8 yıl önce
Solun pejmürdeleşmesi
Hayat kaç gün?
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…