|
Çanakkale şehidlerine oratoryo! Ya da duygularımızı emperyalistlerin diliyle anlatmak
Çanakkale Savaşı, bu millet için tarihi boyunca gerçekleştirdiği savaşlardan farklı bir yere sahiptir. Elindeki kısıtlı silâh imkânlarıyla emperyalist güçlerin, o zamanının üstün teknolojisi ile ürettiği silahlarına rağmen kahramanca savaştığı ve bu güçleri dize getirdiği bir savaştır. Bugün bile pekçok evde Çanakkale Savaşı'nda şehid düşmüş veya gazi olmuş bir neferin hatırası vardır. Daha da önemlisi, toplum hâfızasında Çanakkale'nin kolay silinemeyecek bir yeri vardır. Çanakkale destanı, bu milletin yoksul evlatlarının, emperyalist güçlere karşı büyük fedakârlıklarla, eşlerini, çocuklarını, ana-babalarını, nişanlılarını, sevgililerini bırakarak katıldıkları, vatanları uğruna gözlerini kırpmadan canlarını vererek kazandıkları büyük bir zaferdir. Bu milletin, Allah'ın yardımıyla kazandığı tertemiz bir zaferidir…

Oratoryo, Avrupa müzik tarihi içinde gelişmiş bir kilise formudur. Operanın ortaya çıkmasıyla birlikte halkın bu yeni, ilginç ve üstelik görsel forma ilgi göstermeye başlaması, kiliseye olan ilgiyi azaltır ve kilise de operadan mülhem, İncil'den pasajların yer aldığı, bir tür “dînî muhteviyatlı görsel” nitelikteki form olan oratoryoyu geliştirir.

Opera, 16.yüzyılda doğmuş bir formdur ve Avrupanın her alanda yeniden yapılandırılması gerektiğine inananlardan oluşan “Camerata” adlı grubun, İtalya'da Giovanni Bardi isimli aristokratın sarayında toplanarak, Avrupa'nın yeni müziğinin nasıl olması gerektiğini belirlemeleriyle ortaya çıkmıştır. Bardi ve arkadaşları, Avrupa'da çöküşün hızlandığını ve bir yenilenmenin şart olduğunu düşünürken birçok alanda yenileşmeyi önerir ve müzikte de bir yenileşmenin gerekli olduğuna karar verir. Avrupa müziğinin o günkü düzeyinin korunması ama bu müziğin, Euripides ve Sophokles'in klasik tragedyalarındaki korolarından mülhem, antik Yunan'ın yüksek düzeydeki tiyatrosu ile kaynaştırılarak yeni bir form elde edilmesi ve bunun da yeni Avrupa'nın müziği olması gerektiği konusunda fikir birliğine varılır ve bu fikir birliği operayı doğurur. Yani Opera, bir tasarım müziğidir ve Antik Yunan'ın tiyatrosu ile 16. yy Avrupa müziğinin izdivâcından doğmuştur. Bu müzik türü önce “Drama per musica” olarak isimlendirilir. Jacopo Peri tarafından müzikleri yazılan “Daphne” adlı ilk opera eseri de 1597'de sahnelenmiştir.

Nietzsce'ye göre opera, müziği bir taklid sanatı düzeyine indirmektir ve şöyle der: “Müziği bir imgeler ve kavramlar sıralanışının hizmetine koşmak, bunlara güç ve açıklık vermek üzere kullanmak, bu garip istek, ''opera'' kavramında da sürmekte ve bende, salt kollarını sallayarak uçmak isteyen gülünç bir kimseyi çağrıştırmaktadır. Bu kimsenin yapmak istediği de, böyle düşünülmüş bir operanınki de hiçbir zaman gerçekleşemez. Bu anlayıştaki opera, müziğin yanlış biçimde kullanılışını değil, düpedüz imkânsızı istemektedir. Müzik ne denli sarsılır, bastırılır, çarpıtılırsa çarpıtılsın hiçbir zaman bir aracı durumuna düşürülemez”.

Avrupa'da yüzyıllar boyunca müziğe şekil verenler, din adamları olmuşlardır. Ancak özellikle Ars Nova (yeni sanat) döneminden sonra ve Rönesans ile birlikte Kilise dışında da çok önemli müzisyenler yetişmeye başlamış ve ortaya çıkan eserler, Kilise'yi müziğin tasarlanıp uygulandığı bir mekân olmaktan büyük ölçüde çıkarmıştır. Opera, o dönem Avrupası'nda halk arasında çok büyük bir ilgi görür, salonlar dolar taşar. Operaya halkın gösterdiği bu ilgi, Kilise'nin dikkatini çeker ve operayla rekabet edebilecek ve operadan doğan bir form olarak oratoryoyu geliştirirler. Oratoryoyu operadan ayıran en önemli fark, “dünyevî” olayları anlatan çok popüler forma karşı, dînî muhteviyata sâhib olmasıdır. Oratoryo, operanın yükselişi ile birlikte düşüşe geçen ilgiyi tekrar toparlamak için Kilise tarafından geliştirilen ya da operadan esinlenilerek onaltıncı yüzyılın ikinci yarısından itibaren ortaya çıkarılan bir formdur. Tıpkı operadaki gibi teatral unsurlar ön plandadır. Ama operadaki seküler hayata dâir oyunların yerini, konusu Kilise öğretisi olan dînî muhteviyât almıştır. Bir anlamda, opera ile oratoryo arasında dînî ve dindışı olmaları gibi bir fark vardır. Opera tamamen dindışı konuları, oratoryo ise, operanın bir benzeri olmasına rağmen dînî konuları ihtivâ eder. Haydn'ın “Yaratılış” oratoryosu gibi

Oratoryo, operanın kilise tarafından kutsal metinlerle donatılmış, kutsalın söyletildiği bir form hâline dönüştürülmüş, deyim yerindeyse operanın kilise tarafından imana getirilmiş şeklidir ve daha sonraki yıllarda değişime uğramış olsa bile lirik, epik ve dramatik türleri olan bir kilise formudur. Aziz Filippo Neri tarafından 1563 yılında kurulmuş olan Oratorium Tarikatı'nın, oratoryonun ortaya çıkmasında katkısı olduğu bilinir.

Türk besteciler de, Avrupa müzik tarihi içerisinde doğup gelişmiş olan oratoryo formunda besteler yapmaktan geri durmadılar. Meselâ Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya pek hevesli “Türk Beşleri”nden Ahmet Adnan Saygun 1946 yılında, metni Yunus Emre'nin şiirleri olan bir Yunus Emre Oratoryosu, Fazıl Say Nazım Hikmet Oratoryosu ve Nevit Kodallı'nın, Cahit Külebi'nin uzun bir şiiri üzerine bestelediği Atatürk Oratoryosu, Türk tarzı oratoryonun önemli örnekleri arasındadır. Daha önce de yazmıştım, üzücü olan şudur: Yunus Emre Oratoryosu'nda bizim fakir Derviş Yunus'umuz gitmiş, yerine Aziz (Saint) Yunus gelmiştir. Ne gülünç fakat ne vahim bir durumdur !

Emperyalistlere karşı kazandığımız Çanakkale zaferinin yüzüncü yılında, bu aziz hatıramıza ait kendi duygularımızı, yenilgiye uğrattığımız emperyalistlerin dilini kullanarak; Çanakkale senfonisi, Çanakkale Oratoryosu gibi başlıklarla ve emperyalistlerin müzik dilini kullanarak anlatmak ne üzücü ! O savaşı yaşamış bir gazinin samimi şiiri veya nağmesi, bir ozanın yanık, samimi türküsü bize yetmiyor anlaşılan. Çanakkale gibi, kendi yazdığımız destanları, ülkemizi işgal ve bizi yok etmeye çalışan emperyalistlerin diliyle anlatmak, çağdaşlığımızın göstergesi ve aslında ne acı ve ne komik bir durum !

Ama bizde basiretsiz, duygusuz, bilgisiz karar vericiler ve kompleksli, yüzlerine batıya dönmüş ezik (ve aslında kifayetsiz) besteciler oldukça, Çanakkale gibi, kazandığımız zaferlere ait duygularımızı kendi güçlü müzik dilimizle değil, sömürgecilerin müzik diliyle anlatmaya devam ederiz. Ayrıca oratoryo veya opera veya senfonik müzik… Çanakkale başta olmak üzere milletimizin yazdığı destanları, batının hangi müzik formu olursa olsun, ifade etmeye gücü yetmez.

Analarına, babalarına, eşlerine cepheden yazdıkları samimi ve duygu dolu mektuplarını okuduğumuzda ağladığımız şehidlerimiz ve gazilerimiz yattıkları yerden kalkıp bu yaptığımız tuhaflığı görseler acaba ne derler, çok merak ediyorum.

Acaba hangisinde samimiyiz, okuduğumuz bu mektuplara döktüğümüz gözyaşlarında mı yoksa bu duyguları batının diliyle ifade etmekte mi, hangisinde ?
#çanakkale
#şehid
#oratoryo
8 yıl önce
Çanakkale şehidlerine oratoryo! Ya da duygularımızı emperyalistlerin diliyle anlatmak
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset