|
Gelenek önemli… ama kutsal değil
Müzikte gelenek elbette –bir yere kadar- gözardı edilemez, edilmemeli de. Ancak geleneğin payının da çok abartılmaması ve geleneğe neredeyse bir kutsaliyet atfedilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü gelenek adı verilen şeyi tam olarak anlamadan ona neredeyse bir kutsaliyet atfetmek, gelişmeyi önleyici olabilir, gelişmeyi önlediği gibi bir yanlışın sürekli tekrar edilmesine de sebeb olabilir. Müzik, zaman içerisinde sürekli değişen ve değişmesi de son derece normal olan ve insanın elinde şekillenen bir sanattır ve geleneksel icrâ, geleneksel anlayış ve geleneğe bağlı olmak gibi gerekçelerle sınırlandırılmamalıdır. Türk mûsikîsinin günümüz icrâcıları arasında nedense geleneğe bol miktarda atıf yapılmakta, geleneği savunanların kendileri sanki geleneği tam olarak biliyorlarmışcasına, yapılanları eleştirmektedir. Bir kere, hocalarımızdan öğrendiklerimizin yüzdeyüz geleneği yansıttığına dâir hiçbir delil yoktur, çünkü geleneğin ne olduğuna dâir elimizde bir bilgi ve belge yoktur ki kıyas edebilelim. Konservatuar ve konservatuar dışında mûsikîmizi öğretmeye samimiyetle gayret gösteren hocalarımızın gelenek konusundaki bilgileri, düşünce ve uygulamaları, gerçek ve doğru olana uygunlukları bakımından tartışmaya açıktır.

Mûsikîde, meselâ tekke tarzı icranın tekke geleneğinde önemli bir yeri vardır ve bu tür kurumların kendi içlerindeki icrâ gelenek ve uygulamaları istisnâ olabilir. Aslında bu da, bu tür kurumlarda yeni ve daha iyi şeylerin ortaya çıkmasına mânî olabilecektir. Bach'ın dâhî bir kilise organisti ve bestecisi olarak sürekli yenilik peşinde koşması, kilisenin müzikte koyduğu kuralları zorlaması sayesinde –belki sürekli işini kaybetmesine sebeb olmuştur ama- Avrupa'da kilise müziğinin gelişmesine sebeb olmuştur. Dolayısıyla geleneği adeta kutsallaştırmak, ona dokunulmazlık atfetmek, geride kalmış ve sürekli tekrar edilen bir anlayışın aşılmasına ve gelişmeye mânî olacaktır. Geleneği, ona kutsaliyet ve dokunulmazlık atfetmeden ama her zaman önemsemek, galiba gelenek konusundaki en dengeli yaklaşım olacaktır. Yani, gelenek muhafazakârlığı yapmanın mânâsı yoktur zîrâ gelenek kutsal değildir !

Günümüzde, geleneksel icrâyı önemsiyor ve bu konuda çok titiz ve asla taviz vermiyor görüntüsü veren bazı arkadaşların gelenek konusunda yeterince çalışmadıklarını ve geleneğin gerçekten tam olarak ne olduğu hususunda bilgi sahibi olmadıklarını çok iyi biliyor ve ortalıkta geleneğin koruyucusu gibi dolaşmalarını da çok gülünç buluyorum. Mûsikî sanatında hiçbir şey mutlak değildir, değişim ve gelişme sanatın temel prensibidir çünkü insan değişim ve gelişme gibi evrensel bir prensip ile vardır, sadece mûsikî değil, bütün sanatlar insan elinde şekillenir ve insanı ifade eder. Mûsikî başta olmak üzere bütün sanatlarda normları “gelenek ve geleneğe bağlılık ve mutlak surette geleneği muhafaza etmek” üzerine kurmak, sanatın ve hatta insanın değişim ve gelişmesine mânî olmak demektir. Bütün bunları, varoluşlarını geleneği eleştirmek, onu tamamen yıkmak üzerine kurulu ve Philippe de Vitry'nin öncülüğünde 14. yüzyılda yükselen “Ars Nova (Yeni Sanat)” ve 19-20. yüzyıla doğru ortaya çıkan “Futurist” akımlarını desteklemek maksadıyla yazmadığımı da belirtmeliyim. Benim yaklaşımım geleneği, tıpkı bu akımların taleb ettiği gibi tamamen ortadan kaldırmayı değil ona neredeyse kutsaliyet atfetmeden ve abartmadan önemsemeyi ihtivâ etmektedir. Geleneğin tartışılabilir kuralları, mûsikîmizde daha güzelin ve “yeni”nin ortaya çıkmasına mânî olmamalıdır. Bir sanatçı, Mozart'ın şu sözünü her zaman dikkate almak zorundadır: “Güzellik uğruna bozulmayacak kural yoktur”. Mozart'ın bu sözüne nâçizâne şu yaklaşımla destek olma gereği duyuyorum. Evet, güzellik uğruna bozulmayacak “insanî” kural yoktur. Çünkü güzellik, “ilâhî”dir. Allah'ın eşref-i mahlûkat olan insana kendi esmâsından verdiği “insânî yaratıcılık” özelliğini yine insanların koyduğu ve tartışmaya açık kurallarla sınırlandırmak, Allah'ın insana sunduğu geniş yaratıcılık alanını ve tabii insanı “indirgemek” demektir. Bu da, geleneği korumak uğruna, insan gibi bir “mikro kosmos”a yapılmış haksızlıktır.

“Olmaya devlet cihanda, bir nefes sıhhat gibi…”

Geçtiğimiz hafta Cuma günü “iskemik inme” teşhisi ile Tekirdağ Devlet Hastanesi Nöroloji Servisi'ne yatırıldım ve 6 gün boyunca bu serviste müşahede altında kalarak tedavi gördüm. Hastanenin çok değerli nöroloğu uzman doktor Günay Erkut hanımefendi, beynimin sağ kısmında bir damar tıkanıklığının sebeb olduğu ve vücudumun sol yanında tezahür eden orta ölçekli bir felç geçirmekte olduğumu söyleyerek, tedaviye başladılar. Vücudum tedaviye olumlu cevap verdi ve altıncı gün sonunda tamamen olmasa da oldukça iyileşmiş olarak hastaneden taburcu oldum. Allah'a şükür şu anda konuşmada ve sol el fonksiyonlarında hafif aksamalar olmasına rağmen oldukça iyi durumdayım.

Benden çok daha ağır hastalarla birlikte, Tekirdağ Devlet Hastanesi Nöroloji Servisi'nde altı gün geçirdim. Allah, şifa bekleyen bütün hastalara “Şâfî” ismiyle şifalar versin diye dua ederek hastaneden çıktım. Bu süre içinde arayıp şifa dileyen, dua eden, ziyaretime gelen bütün dostlarıma, hocalarıma teşekkür ediyorum. Benimle çok yakından ilgilenen uzman nörolog doktor Günay Erkut hanımefendi başta olmak üzere servisin çalışkan ve titiz hastabakıcılarına, hizmetlilerine ve böyle güzel ve temiz bir hastane meydana getirdikleri için hastane başhekimi Dr. Atakan Eren ve ekibine çok teşekkür ediyorum. İnsan böyle zamanlarda sıhhatin kendisine verilmiş en büyük nimet olduğunu daha iyi anlayıp Allah'a şükrediyor.
#Ars Nova
#Yeni Sanat
#mikro kosmos
9 yıl önce
Gelenek önemli… ama kutsal değil
Ne olacak bu anne babaların hali?
Seçim sonrası ekonomide manzara nasıl?
Amerikan siyasetinin İsrail ‘trajedisi’
Jeopolitik sürpriz: ABD, Rusya ve İsrail nasıl anlaştı?
Nazlı seçmen günlerinde siyaset