|
Türkülerimizin yüreği var

bedri Rahmi Eyüboğlu’nun “Türküler Dolusu” şiiri, türkülerimizi çok güzel anlatmaktadır. Bu şiiri okudukça, Anadolu’nun türkü gibi çok müthiş bir cevhere sahib olduğuna bir kere daha inanırım. Bu şiirde Eyüboğlu şöyle diyor: “Şâirim / Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası / Ayak seslerinden tanırım / Ne zaman bir köy türküsü duysam / Şâirliğimden utanırım”. Gerçekten türkülerdeki samimi ifadeler, değme şâirlere taş çıkartacak cinsten ifadelerdir. Türkü, Anadolu’’nun bağrı yanık insanının hikâyesini anlatır. Hem de ne hikâye. Dinlemeye doyamadığınız, bazen nasihat yüklü, bazen ibret verici, bazen duygulandıran, bazen coşturan... abartısız ve içten. Aslında hikâye değil, tam anlamıyla “gerçek”

“Türk insanının yazılmayan romanı türkülerde saklıdır” der Ahmet Hamdi Tanpınar. Eyüboğlu bu şiirin başka bir mısraında “kitaplarda değil türkülerde ara Yemen’i” diyerek şiirin bu özelliğine de dikkat çekmektedir. Dinlediğiniz zaman, neredeyse sınırsız bir tarihi derinliğe kapı açar türküler... hiç görmediğiniz geçmişe, bir türkünün kanatlarına binip uçuverirsiniz. Aşkları, hüzünleri, neşeleri alır getirir, önünüze koyar türküler. Çoğu zaman tarih kitaplarında bulamadığınız ve asla bulamayacağınız ayrıntıyı, pekala türkülerde bulabilirsiniz. Türkülerde insan vardır çünkü, insanın hayatındaki ayrıntılar vardır. Dışarıdan baktığımızda göremediğimiz, içine attığı duyguları vardır. Bu yüzden de türküler sadedir, içtendir. Onu yakan ozanın sadeliğini içtenliğini, dostluğunu, canayakınlığını yansıtır. Ozan, türküsünü yüreğinde taşır, onun yüreğinden çıkar gelir. Dolayısıyla tabiidir türküler, onlarda zerre kadar yapaylık bulamazsınız.

Son yıllarda - tabii bu düşünce ve fiil, ilhamını Cumhuriyet ideolojisinin müzik politikasından almaktadır- türküler tabii mecraından uzaklaştırılarak, TRT bünyesindeki çoksesli halk müziği korolarıyla çok sesli icrâ edilir oldu. Bazı yeni popçuların malzemesi haline geldi. Bir ozan türküsünü söylerken arkasında köylü kadın ve erkeklerden oluşan bir çok sesli koro eşlik etmez kendisine... geleneğimizde böyle bir şey yok. Ama «halk müziğimizin çokseslendirilmesi” gibi bir düşüncenin kurbanı oluyor türkülerimiz. Tabiiliğinden uzaklaştırılıyor, halkına yabancılaştırılıyor, halk da kendi bağrından çıkan türküyü tanıyamıyor.

Türküyü yaşayan, türküyle yaşayan bir sanatçı olan Bayram Bilge Tokel’’in hoş bir açıklaması var türkülerimiz hakkında: “Türkü biziz. En yalın, en gösterişsiz ve en insan yanımızla biz. Türküye uzak olmak, kendimizden uzaklaşmaktır bir bakıma. Türküsüz kalmak ise gurbette olmanın diğer adıdır. Türkü anadır, yardır, türkü vatandır. Nevzat Kösoğlu ne güzel anlatır: ‘’Biz bu türküleri sokakta mı bulduk sanıyorlar. Kaç bin yıl var ki ölülerimize ağlarken, düğünlerimizde söylerken ve savaşlarımızda nâra atarken sesimizi terbiye ettik; hançeremizin bütün gücüyle söyleye söyleye bu hâle getirdik. Çin Seddi’’nden Viyana’’ya, Moskova kapılarından Yemen’’e kadar o muazzam coğrafyanın genişliğinden ve derinliğinden nice zenginlikler devşirerek ruhumuzun âhengini kurduk. Biz bu türküleri sokakta mı bulduk ?”

Türkülerimiz modern dünyaya direnmemizi sağlayan en önemli dayanaklarımızdan biri. Onları “modernize” ederek yaşamalarını sağlamıyoruz. Tam aksine elimizdeki yegâne malzemeyi tüketiyoruz. Söze Bedri Rahmi ile başladık, Bedri Rahmi ile bitirelim: “Ah bu türküler / Köy türküleri / Ne düzeni belli ne yazanı / Altlarında imza yok / Ama içlerinde yürek var”

#türküler dolusu
#şiir
#türkü
#müzik
#sanat
9 years ago
Türkülerimizin yüreği var
İnsaf!
Dağ yürekli adamların büyük seçimine doğru
Demografik dönüşüm
Seçim bitsin, önümüze bakalım!
Yerel seçime ramak kala: DEM, Yeniden Refah ve İYİ Parti