bedri Rahmi Eyüboğlu’nun “Türküler Dolusu” şiiri, türkülerimizi çok güzel anlatmaktadır. Bu şiiri okudukça, Anadolu’nun türkü gibi çok müthiş bir cevhere sahib olduğuna bir kere daha inanırım. Bu şiirde Eyüboğlu şöyle diyor: “Şâirim / Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası / Ayak seslerinden tanırım / Ne zaman bir köy türküsü duysam / Şâirliğimden utanırım”. Gerçekten türkülerdeki samimi ifadeler, değme şâirlere taş çıkartacak cinsten ifadelerdir. Türkü, Anadolu’’nun bağrı yanık insanının hikâyesini anlatır. Hem de ne hikâye. Dinlemeye doyamadığınız, bazen nasihat yüklü, bazen ibret verici, bazen duygulandıran, bazen coşturan... abartısız ve içten. Aslında hikâye değil, tam anlamıyla “gerçek”
Türküyü yaşayan, türküyle yaşayan bir sanatçı olan Bayram Bilge Tokel’’in hoş bir açıklaması var türkülerimiz hakkında: “Türkü biziz. En yalın, en gösterişsiz ve en insan yanımızla biz. Türküye uzak olmak, kendimizden uzaklaşmaktır bir bakıma. Türküsüz kalmak ise gurbette olmanın diğer adıdır. Türkü anadır, yardır, türkü vatandır. Nevzat Kösoğlu ne güzel anlatır: ‘’Biz bu türküleri sokakta mı bulduk sanıyorlar. Kaç bin yıl var ki ölülerimize ağlarken, düğünlerimizde söylerken ve savaşlarımızda nâra atarken sesimizi terbiye ettik; hançeremizin bütün gücüyle söyleye söyleye bu hâle getirdik. Çin Seddi’’nden Viyana’’ya, Moskova kapılarından Yemen’’e kadar o muazzam coğrafyanın genişliğinden ve derinliğinden nice zenginlikler devşirerek ruhumuzun âhengini kurduk. Biz bu türküleri sokakta mı bulduk ?”
Türkülerimiz modern dünyaya direnmemizi sağlayan en önemli dayanaklarımızdan biri. Onları “modernize” ederek yaşamalarını sağlamıyoruz. Tam aksine elimizdeki yegâne malzemeyi tüketiyoruz. Söze Bedri Rahmi ile başladık, Bedri Rahmi ile bitirelim: “Ah bu türküler / Köy türküleri / Ne düzeni belli ne yazanı / Altlarında imza yok / Ama içlerinde yürek var”