|
Uygar barbarlık: Medyatik sömürgecilik
Ünlü Çek romancı Milan Kundera, İngiltere'de yayımlanan The Literary Review dergisinde yer alan bir söyleşisinde, medyanın, kişilerin özel hayatlarına müdahale etmeye başladığını, bu durumun, insan haklarını, özgürlüklerini ve demokrasinin işleyişini tehlikeye sokacak boyutlar kazandığını söylemişti.

Bugün yaşadığımız gelişmeler, Kundera'nın yaptığı saptamanın doğru olduğunu göstermekle kalmıyor, aynı zamanda yetersiz olduğunu da gözler önüne seriyor.

Çağ değişti: Ağ'a dönüştü. Zihinlerimizi esir alan, rüyalarımızı çalan, bize sahte, simülatif rüyalar, hayaller, hikayeler, mitler “satan” ayartıcı devâsâ pornografik bir ağ'a.

Kendi hayatlarımızı mı yaşıyoruz, medyatik hayatları mı, diye sorun kendinize.

DEMOKRASİ Mİ, MEDYATİK HEGEMONYA MI?

Bir yandan tüm dünyada demokrasinin, liberalleşmenin, insan hak ve özgürlüklerinin alanlarının genişletilmesinden sözediliyor olması, öte yandan da özellikle Batı-dışı toplumlarda, insan haklarının, özgürlüklerinin ve demokrasinin anlamsızlaşmaya, işlevselliğini yitirmeye başlaması gibi paradoksal bir durumla karşı karşıya olmamız düşündürücüdür.

Sadece Mısır'da yaşananlar, “demokrasi, özgürlükler ve insan hakları''nın masal olduğunu gösterdi. Bunların, Batılılıların dünya üzerinde kurdukları sömürü düzenlerini meşrulaştırmaktan başka bir işe yaramayan “pornografik” / ayatıcı iktidar kurma araçları olduğu anlaşıldı artık.

Her şeye rağmen, medya Batı ülkelerinde hem Batı kültürünün, Batılı değerlerin ve anlam haritalarının yeniden üretilmesi ve icat edilmesinde, hem de insan hak ve özgürlüklerinin alanlarının genişletilmesinde yadsınamayacak bir işlev üstlenmeyi sürdürüyor.

Ancak medyanın bu işlevini şu iki durumda yitirdiğine tanık oluyoruz: Birincisi, Batı medyası, Batı-dışı toplumlara, kültürlere, (özellikle de Batılı değerlere, Batılılar'ın dünya üzerinde kurdukları hegemonik sisteme entegre olmamakta direnen kültürlere ve toplumlara) karşı tam bir psikolojik savaş yürütmekte sakınca görmüyor.

MEDYA: BASKI VE ŞİDDET ARACI

Aynı yaklaşımın, Batı-dışı toplumlarda, özellikle de İslâm dünyasında, meşruiyetlerini toplumsal ve kültürel dinamiklerden almadıkları için şu an tam bir meşruiyet ve hegemonya krizi yaşayan sistemlerde de gözleniyor olması, bizi şöylesi bir saptama yapmaya götürüyor: Medya bu ülkelerdeki siyasî, ekonomik ve kültürel iktidar aygıtlarına hâkim olan güçler tarafından bir tahakküm, baskı, sindirme, yıldırma, kısacası propaganda aracı olarak kullanılıyor.

Böylelikle iktidar aygıtlarına hâkim olan güçler bir taşla iki kuş vurmuş oluyorlar: Bir yandan gerek duyulduğunda medyaya estirilen baskı ve “terör” havasının sorumluluğunu başkalarına havale ederek kendilerini temize çıkarıyorlar. Öte yandan da, böyle yapmakla güçlerini pekiştirerek “mal”ı götürmelerini mümkün kılacak işleri yapabiliyorlar.

Dolayısıyla medya, güç odaklarına ve araçlarına hâkim güçlerin, güçlerini, ideolojilerini pekiştiren; çıkarlarını koruyan ve genişleten, “şiddet” üreten bir arac(ıy)a dönüşüveriyor.

Bu durumda kültürel güç / iktidar aygıtlarına hâkim olan güçler, kendileri “görünürde” hiçbir çaba göstermeksizin, sadece medyayı doğrudan veya dolaylı yollarla kullanarak istedikleri kişileri “vezir”, istedikleri kişileri de “rezil” yapabiliyorlar.

İşte tam bu noktada, nygarlığın araçları olarak doğan medya, zamanla barbarlığın, totaliterliğin ve kuşatmanın araçlarına dönüşüyor.

Böylelikle, fiilî sömürgecilik bitiyor; yerini medyatik sömürgecilik alıyor.

*

twitter.com/yenisafakwriter
#Milan Kundera
#siyasî
#ekonomik
#The Literary Review
#simülatif rüyalar
#hayaller
#hikayeler
9 yıl önce
Uygar barbarlık: Medyatik sömürgecilik
Efendimiz’in (sav) Zekatı-1
Milyonlar milyarlar havada uçuşuyor
Sandık başına giderken…
Operadaki Hayalet’in “kehaneti” gerçekleşirse…
Ayasofya’yı açan adama vefa zamanı