|

Dücane Cündioğlu: Türkiye'deki tek filozof benim

“İnsanlar yaşarken ve ölürken, ben onlar adına, bu ülke adına düşünüyorum. Ülkemin düşünce namusu benden sorulacakmış gibi düşünüyorum. Hatta koca İslâm âleminde bir tek düşünen benmişim gibi düşünüyorum.”

Beyza Akyüz
00:00 - 30/09/2007 Pazar
Güncelleme: 21:40 - 29/09/2007 Cumartesi
Yeni Şafak
Dücane Cündioğlu: Türkiye'deki tek filozof benim
Dücane Cündioğlu: Türkiye'deki tek filozof benim

Bir münzevinin hayatına, izin verdiği yere kadar, birkaç saatliğine sızdım. Dücane Cündioğlu'na göre, bunu yaparak tarihe geçtim. Fakat bir insanın kendini tüm çıplaklığıyla anlatması kabil değil! Öyleyse bu röportaj da tüm benzerleri gibi eksik. Kurosawa'nın dediği gibi, 'Hiçbir şey bir insanla ilgili gerçekleri onun eserlerinden daha iyi sergileyemez.'

Röportajı okuyunca, Cündioğlu'nun kibirli olduğunu düşünebilirsiniz. Oysa o, sadece bir abartı ustası. Kafka ne demiş, 'Abartıyorum, çünkü anlaşılmak istiyorum.'

İyi kalemlerden, hâtipler nâdir çıkar. Dücane Cündioğlu, mizah anlayışı güçlü bir anlatıcı. Metafor ve mecazla süslü üslûbu ile sizi her an şaşırtıyor. Dücane Cündioğlu, bir 'dil delisi' olmasının verdiği alışkanlıkla, kullandığım her kelimenin köküne inmeye niyetlendi. Ama Allah'tan anlaştık, daha yalın bir diyalogda.

Hem belki bir gün, misafiri oluruz, Taksim Atatürk Kitaplığı'nda.

Ya da öğrencisi, nasipde varsa…


Eski eşiniz sürekli kitap okuyan bir adama dayanamadığı için mi ayrıldınız?

Evet, eski eşimi çok ihmal etmiştim. Evlendiğimizde yirmi dört yaşındaydım. Benim varmam gereken bir yer vardı. Hedefime kitlenmiştim. Eşimi de atımın terkisine alıp yoluma devam ettim. Bakışlarım hep önüme, yani varmam gereken yere doğruydu. Ne yazık ki o süreçte arkama dönüp de eşimin yüzüne bakmayı akıl edemedim.

Kadınlarla alıp veremediğiniz nedir?

Kadınlara çok şey verdim ben, ama onlardan pek bir şey almadım.(Gülüyor)

Hiçbir şey mi alamadınız? Evde şu an bir kadın yok çünkü.

Kadına ne hacet, koca bir kütüphane var ya! Aramakla bulunmaz, aranmak gerek. Ben önce kitaplarda aradım kadını. Ama orada değillermiş.

Kadınlar sizin için bir kavram olarak mı kaldı yani?

Bir kelimenin kökünü bilen hakikatini de bilir. Hakikatte dil ile varlık, düşünce ile varlık arasında hiçbir fark yoktur.


AŞK KABİLİYET İSTER
Eşinizden ayrıldıktan sonra hiç âşık oldunuz mu?

Ben hep, daima ve biteviye âşık olanlar taifesindendim. Kişi Mecnun olunca Leyla'nın kim olduğunun ne önemi var!

Peki şu an âşık mısınız?

Şu an değil, her an aşka hazır olmak gerek. Çünkü aşk bizatihi bir istidaddır, kabiliyettir. İlahî bir vergidir. O size verilir, siz kendiniz alamazsınız.

Yeniden evlenir misiniz?

Evlilik mi, “Allah korusun!” diyelim.

Sürekli okuyup, yazdığınız için, mevsimleri kaçırıyorsunuz bu odada, farkında mısınız?

Evet, son beş seneye kadar tamamen öyleydi. Artık pencereden dışarı baktığım da oluyor. Ben Uğur Mumcu'nun öldürüldüğünü yirmi gün sonra duymuştum; Apo'nun yakalandığını ise neredeyse bir ay sonra. İnsanlar yaşarken ve ölürken, ben onlar adına, bu ülke adına düşünüyorum. Ülkemin düşünce namusu benden sorulacakmış gibi düşünüyorum. Koca İslâm âleminde bir tek düşünen benmişim gibi düşünüyorum. Türkiye'deki tek filozof benim. Bu ülkedeki tek metafizikçi benim çünkü. Bunun da bir bedeli var, tıpkı Cemil Meriç'in dediği gibi: 'Yaşayanlar yaratamaz; yaratanlar da yaşayamaz.' Ben de bu ülke yaşasın diye yaşamadım; düşündüğümü kimse düşünemez diye düşündüm; söylediğimi kimse söyleyemez diye söyledim, ne zaman düşünmüş ve ne zaman söylemişsem!

Son beş senedir ne değişti hayatınızda. Önceden yapmadığınız neleri yapıyorsunuz?

Spor yapıyorum, perhiz yapıyorum, zaten eski alışkanlığımdır ama şimdi daha çok yürüyorum. Film dünyasına daha fazla vakit ayırıyorum. Kısacası arasıra kitapların arasından kaçıp dış dünyayı ziyaret ediyorum.

Yine tek başınıza! Halkın içine karışmıyor musunuz siz?

Galiba ben a-sosyal değil, anti-sosyal bir kişiliğe sahibim. Doğrusu, halkla pek temasım olmuyor. Görüştüğüm birkaç dostum var. Yıllardır inzivâda yaşayan bir münzeviyim. Siz de bu eve gelebilen, huzura girebilen nâdir insanlardan oldunuz.

YAŞAMAYI ÖĞRENİYORUM
Hep izleyici gibisiniz. Oyuna katılıp, oyuncu olmadınız mı hiç?

Hayatımda bir kez oyuncu oldum; ne ki hem de iyi bir oyuncu. Gençtim. Bedelini ödedim. 12 Eylül'den bu yana sadece okumak ve yazmakla yetiniyorum. Dünyayla pek temasım olmadı. Eğer kırk yaşındayken ölseydim, 'hiç yaşamadım' diyebilirdim. Üstelik o takdirde ilim elde etmiş, ama irfandan uzak kalmış bir adam olarak ölürdüm. Son birkaç senedir yaşamayı öğreniyorum. Teorik olarak bundan böyle gideceğim bir yer yok. Dairemi tamamladım. Kitaplardaki dünya artık beni pek şaşırtmıyor. Bütün yaptığım satırlardan sadırlara geçmek.

'Cahillik mutluluktur' derler. Bu kadar çok bilgi sizi mutsuz etti mi?

Eksik bilgi ızdırap verir insana, tam bilgi değil. Ben de huzur ve sükûnu bulduğuma inanıyorum.

İlim kendini bilmekmiş. Ne öğrendiniz kendinize dair?

Fuzulî'nin öğrendiğini: “Aşk imiş her ne var âlemde, ilim bir kıyl u kal imiş ancak.” Kısacası sonunda hem hep hem hiç olduğumu anladım. Ben hakikat imişim.


CEMİL MERİÇ BİLE DİRİLECEKTİ

Üretken bir düşünürsünüz. Nelerden güç alırsınız doğum dönemlerinizde? Mesela rüyalar yada metafizik olaylar..?

Haklısınız, yaratma dişil bir eylemdir. Bu nedenle de kitaplarım mucizevidir zaten. İlim maceram da öyle. Cemil Meriç'le ilgili çalışmalarımı altı ayda tamamlayıp yazdım; Mehmet Akif'le ilgili çalışmamı ise dört ayda. Giriş, geliş, sonuç. Hepsi bu kadar, hepsi aynı zaman içerisinde. İşte size mucize! Geçen yıl çalışmaya başladığımda, şimdi her taraftan, yerden gökten bana Cemil Meriç yağacak demiştim. Yağdı da. Odaklandığım konudan başka dünyada neler olup bittiğine bakmam. Çalışma bittiğinde ise ne yaptığımı, zamanın nasıl geçtiğini hatırlamam. Bir Mabed Bekçisi'ni yazarken yaşadığım coşku ve heyecanın tesiriyle Cemil Meriç bile dirilip yanıma gelecekti neredeyse! İşte benim mucizelerim. Aşk mucizevî değildir, bizzat mucizedir.

Siyasî tercihleriniz sebebiyle uzun yıllar hapiste yattınız. Oysa şimdi pek siyasî yazılar yazmıyorsunuz. Sebebi nedir?

Siyaset ve siyasî tarih üzerine uzun incelemeler yaptım ve yayımladım ama gazete yazılarımda doğrudan siyasî konulara değinmiyorum. Niçin değineyim, ne karşısında ne de yanında yer alabileceğim bir taraf var. Ne övgüme lâyıklar, ne de yergime!


EFSANEM BENDEN BÜYÜK
Yirmiyi aşkın basılmış kitabınız var. Zengin bir adam mısınız?

Benim gelirim yaşamım boyunca kiramın iki katına çıkmadı doğru dürüst. Dünya sıkıntılarıyla aram gayet iyidir çok şükür! Izdırap beni sever. Efendimiz, “Yoksulluğum övüncümdür” diyor; ben niçin demeyeyim?

Sizi ekranlara pek göremiyoruz. Televizyona çıkmakta niçin isteksizsiniz?

İnsanımız düşünmeyi ve düşünürleri pek sevmiyor da ondan. Arada bir televizyonlarda görünüyorum, o da ev sahibim önemli biri olduğumu hatırlasın da kirama çok zam yapmasın diye. Komik ama, bir tek o, efsanemin benden daha büyük olduğunu bilmiyor.(Gülüyoruz)

Düzenli ders verdiğiniz bir yer var mı?

Küçük gruplarla yaptığım metin okumalarını saymazsak, Taksim Atatürk Kitaplığı'nda on yıldır mantık ve felsefe dersleri veriyorum. Dersler yıllarca “Mantık Atölyesi” adını taşıdı, şimdiyse adı: “Metafizik Soruşturmalar”.

Zor birisiniz. Merak ettim, talebelerinizle aranız nasıl acaba?

Oğuz Atay'ın söylediği gibi: “Şimdiki gençler başka türlü babacığım” demiş, “her sözden tek anlam çıkarıyorlar.” Oysa ben abartıdan, çokanlamlılıktan hoşlanırım. Eh tabii, onları kızdırmaktan da. Derse başlarken “Benden aslâ hata sâdır olmaz!” diyorum ama bakıyorum yanlış anlayacaklar, hemen “lütfen siz de, ben de bu iddiaya inanacak kadar aptal olmayalım” diye lâtifemi açıklamak zorunda kalıyorum.(Gülüyoruz)


AYDINLARI HİÇ ÖNEMSEMEDİM
Peki sizin bir öğretmeniniz, yol göstericiniz oldu mu hiç?

Örnek aldığım âlimler oldu ama ders aldığım hocalarım olmadı. Olmasını çok isterdim. Benim acelem vardı, bir an evvel ulaşmam gereken hedefler vardı. Öylece sırada bekleyemezdim; hele de bir kalabalığın içinde. Ben aydınları hiç önemsemedim, kendime âlimleri örnek aldım. Aydın demek, benim nazarımda bilgiç demekti. Bir talip, talip olacaksa bilgin ve bilge olmaya talip olmalıydı, aydın olmaya değil! Ben de öyle yaptım, bilgiçlerden hep uzak durdum.


12 Eylül'ün ardından aldatıldığım hissine kapıldım
Sizdeki bu ilim aşkının ortaya çıkmasına ne sebep oldu?

Pek tabii ki ideolojik tercihlerim. Gençliğim hapiste geçti. Dört sene kadar hapis yattım. Devrin siyasî atmosferinden birçok genç gibi ben de nasibimi aldım. Seyretmedim, dahil oldum. Biz Türk milliyetçisiydik ve 'Kanımız aksa da zafer İslam'ın' diyorduk. 12 Eylül'de düdük çalınıp maç bitince her şeyi yeniden düşündüm ve aldatıldığım hissine kapıldım. Kendi kendime söz verdim bir daha aldatılmayacağım diye. O günden sonra kabul ettiklerimi de, reddettiklerimi de bilerek kabul veya reddetmeye karar verdim. Enfal sûresinin 42. ayetini kendime ilke edindim: “Helâk olan bilerek helâk olsun, yaşayacak olan da bilerek yaşasın!”

İlk ne zaman Kur'an okudunuz?

16 yaşındayken Kur'an'ın aslını, 17 yaşındayken meâlini okudum. Hergün gazetesi kupon karşılığında Hasan Basri Çantay'ın meâlini veriyordu. Hatırlıyorum, Taha Akyol da o meâl hakkında güzel bir yazı yazmıştı. Anacığımdan kuponları biriktirmesini istedim. Kuponlar tamamlanınca ben de üç ciltlik meâlime kavuştum. Rabbimden istediğim sadece ilmimi artırmasıydı. Dualarım kabul olundu.

Kur'an çalışmaları yapmış biri olarak, Kur'an'ı ilk okuduğunuzda, hangi ayetler etkiledi sizi?

O dönemde cihat ayetleri. Sonra inanç ve ibadet ayetleri. En sonra da doğrudan bana hitap eden ayetler. Ne tuhaf değil mi, Kur'an'ın iniş sırasının tam da tersi.

Okuyor ve yazıyorsunuz her daim. Okumayı seviyormuşsunuz zaten, peki yazı yazabildiğinizi ne zaman anladınız?

Babamın daktilosunu ondan habersiz kullandığımda. Nitekim ilk yazım, ben hapisteyken, 12 Nisan 1980'de yayımlandı. 'Taş Medreseden Mektuplar' diye gönderdim yazılarımı Hergün gazetesine. İlk yazım, 'Savaşımız Vurguncu Düzene' başlığını taşıyordu. Fakat gazete, bu başlığı 'İşçinin Hakkını Alınteri Kurumadan Veriniz' diye değiştirmiş ve bazı yerlerini çıkararak yazımı yayımlamıştı. (Mahalle baskısıymış! Türk siyasî hayatında devletten başka mahalle yoktur. Bizim siyasî geleneğimizde devletin kontrolünden bağımsız mahalleler hiç olmamıştır.)

17 yıl önce