Mustafa Kutlu, bozkırda bilgeleşen bir ruh: Zelzeleler ve seferberlik

Mustafa Kutlu; neon ışıklar ile gökyüzü kaplanmış bir şehir yerine üzerinde yıldızlı göğü izleyebildiği bir kasabayı tercih edenlerin hikayelerini anlatır. Eserlerinde, evine sımsıkı sarılmanın kimliğini korumak ile eş anlamlı olduğunu gösterir. Zaten evini kaybetmenin ne olduğunu annesinden sürekli dinleyen bir insandan da başka türlü hikayeler beklenemez elbet.

Ahmet Fadıl Erarslan Yeni Şafak
Türk edebiyatının yaşayan en önemli isimlerinden Mustafa Kutlu sayısız hikaye kitabına imza attı. Kutlu, ilk kurulduğundan beri Yeni Şafak'ta köşe yazarlığı yapıyor.
  • Mustafa Kutlu, yaşadığı şehirdeki temaşaya bakıp kaygılananların, komşusuyla yalnızca asansörde karşılaşan site sakinlerinin, karşıdan gelen insan dolandırıcıdır korkusuyla yürüdüğü kaldırımı değiştirenlerin, gördüğü yaşlı insanların hikayelerini dinlemek yerine kameraya alanların bilmedikleri bir evi anlatır.


"Şehir büyük bir depremle sarsılmıştı. Rusların şehri yağmalayışının üzerinden hepi topu 23 yıl geçmiş, büyük savaşın badirelerini atlatmaya çalışan bir halk gerisin geri yurduna dönmeye başlamıştı. Güç bela kendini toparlamaya başlayan şehir ahalisinin ekserisi köylüydü. Topraklarından başka hiçbir şeyi olmayan insanların bozkırın ortasında ne ekilse onu biçebildikleri bir şehir. Erzincan’ın ne denize kıyısı vardı ne de her daim yağmur alan bir iklimi. Buğdaydan hasatını alanlar kendini şanslı hisseder, koyunları kırlarda yayılanlar karşılığını lezzetli tulum peyniri ile alırdı.

Bütün hayatlarını toprak üzerinden tanımlayan bu şehrin ahalisi karın bütün şehri sardığı o güne ürkütücü bir depremle uyanmıştı. Son 250 yılın en büyük depremi ile yüzleşmiş gariban bir halk, paramparça olmuş bir şehir. Evlerin iskambilden kuleler gibi yıkıldığı, enkazlara gidebilmek için ilk önce kar engelinin aşılmaya çalışıldığı günler. O günleri yaşayanların acı anılarında yaşayan 27 Aralık 1939 depremi."

  • Mustafa Kutlu eserlerinde, evine sımsıkı sarılmanın kimliğini korumak ile eş anlamlı olduğunu gösterir. Zaten evini kaybetmenin ne olduğunu anasından sürekli dinleyen bir insandan da başka türlü hikayeler beklenemez elbet.


Mustafa Kutlu; 1945 yılında Erzican’da doğduğu gün muhtemel ki ailesinden bol bol bu depremin hikayesini dinlemişti. Netekim bir köşe yazısında da bu durumu ‘Annem ise 1939 Erzincan Depremi''nin enkazı altından çıktı. Onun nirengi noktası zelzeleden önce-zelzeleden sonra şeklindedir. (Eskiler zelzele kelimesini kullanırdı.)’ şeklinde anlatır. 132 bin kişinin yaşadığı şehirde 36 bin kişinin hayatını kaybettiği bir gün, 116 bin evin yıkıldığı anın milat olduğu hayatlarda muhakkak ki ‘Ev’ kavramı yaşanılan mekanı değil de daha çok yuvayı tanımlıyordu. Yazarın doğumundan 6 yıl evvel baştan inşa edilen bir şehir ve tüm bu yorgunlukların arasında ayakta kalmaya çalışan bir halk.

Bugün sokağa çıktığında; yaşanılan acıları, seferberlikleri, yoklukları hiç bilmeyen ‘Amca evde kal’ deyip kahkahalarla yaşlı insanların videosunu çeken bir güruhla karşılaşsaydı ne hissederdi acaba? Olanca şımarıklığıyla ‘Ya biz nasıl bir kuşağız ya bir virüs görmemiştik o da oldu’ diyenlere acı bir tebessümle bakıyor mudur bilinmez ama bugünlerin hikayesini de yine en iyi o anlatır.

Türk hikayeciliğine yapı taşı birçok eser kazandıran Kutlu’nun hikayelerinde, İsmet Özel’in ‘şehrin insanı, kaypak ilgilerin insanı, zarif ihanetlerin’ diye bahsettiği tipolojiyi pek görmeyiz. Karakterleri; doğduğu taşra ile bağlantısını Uzak filmindeki Mahmut’un kompleksleriyle kurmaz aksine yuvasına geleneğin kadim yurtları olarak sarılırlar.

Kutlu; neon ışıklar ile gökyüzü kaplanmış bir şehir yerine üzerinde yıldızlı gökü izleyebildiği bir kasabayı tercih edenlerin hikayelerini anlatır. Eserlerinde, evine sımsıkı sarılmanın kimliğini korumak ile eş anlamlı olduğunu gösterir. Zaten evini kaybetmenin ne olduğunu anasından sürekli dinleyen bir insandan da başka türlü hikayeler beklenemez elbet.

Bugün yaşadığı şehirdeki temaşaya bakıp kaygılananların, komşusuyla yalnızca asansörde karşılaşan site sakinlerinin, karşıdan gelen insan dolandırıcıdır korkusuyla yürüdüğü kaldırımı değiştirenlerin, gördüğü yaşlı insanların hikayelerini dinlemek yerine kameraya alanların bilmedikleri bir evi anlatır Kutlu. Hikayelerinde; o kibar çevrelerden gizli batakhanelere doğru akan hayatlara nazaran ağır ağır çıkılan merdivenlere nice anılar biriktirmiş insanlar vardır. Yazar bir köşe yazısında 'Elbette ki bir değişim yaşanmakta ve taşranın yekpâre zamanı kenarından köşesinden delinmektedir amma, bu o kadar yavaş seyreder ki, değişim hissedilmez bile’diye anlatır hikayelerine arka plan olan taşra ile ilişkisini.

Bugün şehrin insanı eline bir Kutlu hikayesi alıp o dünyaya daldığında eve dönmenin de şarkıya dönmenin de ne anlama geldiğini daha iyi anlayabilir. Şairin ‘Şarkıya dön! Kalbine dön! Eve dön! ‘ derken ne demek istediğini de idrak edebilir.

Mustafa Kutlu: Aydınımız dindar olmaktan korkar
Türk edebiyatının en önemli isimlerinden Mustafa Kutlu, Mavera Vakfında gençlerle buluştu. Kutlu konuşmasında Kemal Tahir, Ahmet Hamdi Tanpınar, Oğuz Atay ve İsmet Özel'e dair düşüncelerini paylaştı. Türk aydınının dindar olmaktan korktuğunu söyleyen Kutlu, yazarların estetik kaygılar yüzünden İslam'dan uzak durduklarını açıkladı. Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Şemsi Paşa Camii'ni olağanüstü bir şekilde anlatmasına rağmen içeriyi girip iki rekat namaz kılmadığını ifade eden Kutlu, Oğuz Atay ve Tutunamayanlar romanını analiz ederek 'Tutunamamak, tutacak bir dal bulamamaktan ileri gelir. Onun derdini çekenlere de Oğuz Atay'a ben helal olsun diyorum. En azından derdini biliyor. Tutunamadığını biliyor' dedi. Kutlu, Selim İleri, Kemal Tahir ve İsmet Özel'in edebi kişilikleri hakkında da konuştu.