127 SAAT / 127 Hours
Yapım Yılı ve Ülkesi: 2010, ABD-İngiltere ortak yapımı
Türü ve Süresi: Spor odaklı serüven-gerilim / 94 dakika
Tahmini Yapım Bütçesi: 18.000.000 Amerikan doları
Gösterim Formatı: 35 mm standart sinema filmi
Perdedeki Resim Oranı: 1.85:1
Yönetmen: Danny Boyle
Senaristler: (Amerikalı dağcı Aron Lee Ralston'un Nisan-2003'deki gerçek deneyimleri ve kendisinin sonradan yazdığı “Between a Rock and a Hard Place” adlı kitabından uyarlamayla) Danny Boyle, Simon Beaufoy
Görüntü Yönetmenleri: Enrique Chediak, Anthony Dod Mantle
Özgün Müzik Bestecisi: A. Rakha Rahman
Kurgucu: Jon Harris
Yapım Tasarımcısı: Suttirat Anne Larlarb
Sanat Yönetmeni: Christopher R. DeMuri
Set Dekoratörleri: Les Boothe, Cynthia A. Neibaur
Makyaj Tasarımcıları: Gina Homan, Stephanie Scott
Makyaj Özel Efektleri Ekibi: Tony Gardner (Özel Efekt Tasarımcısı), Roland Blancaflor (Özel Efekt Teknisyeni), Ginger Anglin-Cervantes (Özel Efekt Sanatçısı)
Oyuncular: James Franco (Aron Lee Ralston), Kate Mara (Kristi), Amber Tamblyn (Megan), Sean Bott (Aron'un arkadaşı), Treat Williams (Aron'un babası), Kate Burton (Aron'un annesi), John Lawrence (Brion), Koleman Stinger (5 yaşındaki Aron), Parker Hadley (15 yaşındaki Aron)
İthalatçı Şirket: Tiglon Film
Dağıtıcı Şirket: Tiglon Film
İçerik Uyarıları: Film, bir sporcunun hayatı boyunca yapabileceği en dehşet verici tercihi anlattığı için, özellikle “kurtuluş” sahnesiyle ilkokul çağındaki izleyiciler için son derece rahatsız edici olabilir. O yüzden, bu çağdaki sinemaseverlere tavsiye etmiyoruz.
Ailece izlenebilir mi? / ŞARTLI EVET (Ailenin küçük üyelerinin 15 yaşından daha büyük olması şartıyla)
Resmî İnternet Sitesi ve Fragmanı: www.foxsearchlight.com/127hours/
Yeni Şafak-Sinema Puanı: * * *
* * *
Beş gün boyunca kolunu sıkıştığı yerden kurtarmanın mücadelesini veren genç adam, bunun mümkün olamayacağını ve orada ölüp gideceğini anlayınca, hayatını kanyona fedâ etmek yerine ona yalnızca elini kurban vermenin çok daha mantıklı olacağını anlar. Ardından da hiç bir anestezi malzemesi kullanmaksızın, üzerinde taşıdığı küçük bir dağcı bıçağıyla sağ elini bileğinden aşama aşama keser ve kapana kısıldığı o aralıktan çıkmayı başarır. Olanca bitkinliği ve kan kaybına rağmen dağlardan başarıyla inen, üstüne bir de yakıcı güneşin altında 6 saat boyunca yürüyen Ralston, aracına bir kaç kilometre kala o bölgede tatil yapmakta olan Hollandalı bir karı-koca tarafından rastlantıyla görülerek derhal hastaneye kaldırılacaktır.
* * *
Adamımız, yaşadığı dehşetengiz kazanın ardından kurtarma görevlilerinin kayalar arasında bulup kendisine getirdiği kesik elini de krematoryumda yaktı ve küllerini olaydan 6 ay kadar geçtikten sonra aynı yerde dağlara doğru savurdu. Bunu neden yaptığını soranlara ise “O el artık bana değil, kanyona ait. Hayatta kalmamın bedeli olan bu emaneti tez zamanda kendisine teslim etmek istedim” cevabını verecekti.
Ralston'un dağcılık tarihine geçen bu müthiş direnç ve cesaret gösterisinden, yeryüzünde yaşayan her insanın alması gereken çok önemli dersler var hiç kuşkusuz… “Tren Gözleyenler” (Trainspotting, 1996), “28 Gün Sonra” (28 Days Later, 2002), “Milyonlar” (Millions, 2004), “Günışığı” (Sunshine, 2007), “Hintli Milyoner” (Slumdog Millionaire, 2008) gibi yapıtlarıyla tanıdığımız Oscar ödüllü İngiliz yönetmen Danny Boyle da aynen böyle düşünmüş olmalı ki, 2008'den beri üzerinde çalıştığı bu dar mekânlı öyküyü, kendisinin önceki çalışmalarına göre nispeten düşük sayılabilecek bir bütçeyle, önümüzdeki günlerde dağıtılacak olan Oscar'ların en önde gelen favorilerinden birine dönüştürmeyi başardı.
İnsan, kendi hayatını kurtarmak için kişisel direnç sınırlarını ne kadar zorlayabilir?
Boyle'un 6 dalda Oscar'a aday gösterilen bu son numarası, sınırlı bir mekânı ve oyuncu kadrosunu başarıyla kullanan sinematografisine, yanı sıra Hintli müzisyen Rakha Rahman'ın bestelediği büyüleyici melodilerine karşın, öyle aman aman, sinema tarihine altın harflerle geçecek boyutlarda bir başyapıt falan değil… Hele de aynı günlerde gösterimi süren benzer bir dağcılık/mağaracılık serüveni, James Cameron'un yapımcılığında çekilen “Kapan/Sanctum”un görsel ihtişamı karşısında kimi anlarda sönük bile kaldığı söylenebilir. Fakat, bu filmi farklı kılan, gerek Oscar oylamasında gerekse gösterime girdiği bütün ülkelerde insanların onu hürmetle karşılamasına yol açan en temel kozu, bir kurmaca değil, doğrudan doğruya gerçeğin aktarımı olduğunun peşinen bilinmesi… Belli bir süre sonra pek çokları tarafından unutulup gidecek olsa da tıpkı Frank Marshall'ın 1993'de çektiği (Uruguaylı bir grup rugby oyuncusunun uçağının And Dağları'na düşmesini anlatan) “Canlı Kalmak” (Alive) filmi gibi bu hayata tutunma mücadelesinin de sinemanın kalıcılığına emanet edilmesi son derece doğru bir yatırım olmuş.
Gün gelip beyin damarlarına takılan topluiğne başı büyüklüğündeki bir kan pıhtısıyla ölebilen insanoğlu, yazgısında yaşamak varsa, böylesine zor ve karmaşık durumlardan da pekâlâ sağ çıkmayı başarabiliyor. Bunun için, kişinin heybesinde dört temel erzakın her daim hazır olması gerekli: Bilgi, cesaret, imân ve azim…