|

Bireysel ve toplumsal varoluşun insanileştirilmesinin biricik yolu

İrade/istenç, inanç ve eylem alanlarını içerecek anlamda bir bütün olarak özgürlüğün en önemli işlevi, evrensel hukuk değerleri ve ilkelerinin bulgulanması (ortaya çıkarılması), algılanması (kavranıp idrak edilmesi) ve yaşantılanması (pratiğe aktarılması, uygulanması) sürecinde kendisini gösterir.

Prof. Dr. Ahmet Gürbüz
00:00 - 5/10/2013 Cumartesi
Güncelleme: 21:47 - 4/10/2013 Cuma
Yeni Şafak
Bireysel ve toplumsal varoluşun insanileştirilmesi
Bireysel ve toplumsal varoluşun insanileştirilmesi

''Hakikat ehli insan, ancak kendinde gerçekleştirmiş olduğu şeylerle ferahlar, huzur bulur. Tıpkı Bestâmî''nin ''İsm-i A''zâm nedir?'' sorusuna, ''O sıdk ve ihlâstır; sen sıdk ve ihlâs sahibi ol; sonra, istediğin ismi İsm-i A''zâm olarak al'' yanıtında vurgulandığı gibi.''

Ünlü bilge sufi İbn Arabi''nin (Fena Risalesi / Arzuların Tercümanı, çev. Mahmut Kanık, 2002, s. 44) çok sevgili sufi Bestami''nin ifadesine katılarak ve dayanarak yaptığı bu açıklama, gerçekte birey olarak insanın ve toplum olarak insanlığın erdemli ve esenlikli bir varoluş sergileyebilmesinin temel ve biricik yönteminin izahını barındırmaktadır.

Bu önemli vurgulamada, bireysel ve toplumsal aydınlanma ve kurtuluşun biricik reçetesi olarak zikredilen ''ihlâs'' ve ''sıdk'' temel kriterlerine kavramsal ve anlamsal olarak biraz yakından bakalım.

A- ''İHLÂS'' VE ''SIDK''

''İhlâs'' kavramı dini ve ilahi düşünce bağlamında ''bireyin Tanrı''ya inanç ve O''nu anmaya yönelik eylemselliklerde bulunma (iman ve ibadet) konularında içtenlikli, dürüst, özgür ve nesnel olmasını; toplumsal, ideolojik, çıkarsal, psikolojik vb. hiçbir neden ve ilintiyi kendisi ile Tanrı arasındaki ilişkiye bulaştırmamasını'' gerekli kılar ve deyimler. Sufilerin, üzerinde önemle durdukları kavramlardan birisi olan ''ihlâs'', insanın, tüm eylem, davranış ve tutumlarında, maddi hiçbir nedenle hareket etmemesini ve yalnızca nesnel erdemlilik amaç ve ereğini gütmesini ya da özdeş deyimle yalnızca Rabbin rıza ve hoşnutluğunu amaç edinmesini anlatır genel olarak.

''İhlâs'' kavramı bireyin erdemlilik sürecine, daha doğrusu gerçek anlamda insan olma yoluna girişinin ilk temel koşulu niteliğinde olması nedeniyle büyük önem ve değere sahiptir ve bu bağlamda yeterince kavranması, ayırt edilmesi gerekir. Bu kavramın hakikatte ve yalın/sade bir ifadeyle yalnızca ''nedensizlik'' anlamına geldiğini söylemek mümkündür. İnsan, Cenâb-ı Hakk''ın üç temel buyruğu olan ''iman, ibadet ve adalet'' temel ilkeleri bağlamındaki tüm düşünüm, duygulanım, tutum ve davranışlarında, akla gelebilecek hiçbir neden, amaç ve erekle hareket ediyor olmamalıdır. Bu nedenler toplumsal, siyasal, ideolojik, çıkarsal, psikolojik, biyolojik vb. çeşitli alanlardan kaynaklı olabilir.

''Sıdk'' kavramı ise ''ihlâsın'' yani bu içsel ve manevi temel özün dış dünyaya aks ettirilmesi, özün biçim ve görünürlüğe kavuşması, iradenin ifadesi ile ilişkili bulunmaktadır. Doğru ve dürüst olmak, içi-dışı bir olmak; eylem, tutum ve davranışlarımızın, içsel inancımızı, niyetimizi ve duygularımızı yansıtması gerekliliği; doğallık/tabiilik, içtenlik, baskılama ve riyadan azade kendiliğindenlik çerçevesinde amel/eylemsellikte bulunmak vb. gibi temel anlamları barındıran ''sıdk'' kavramı; insanın, kendisi ve çevresi ile olan ilişki ve diyalogunun sağlıklı olmasında büyük bir rol ve öneme sahiptir. Günümüz dünyasının özellikle doğu-İslam coğrafyasındaki toplumlarında yaşayan fertlerin yaşadığı içsel huzursuzluk ve bu içsel huzursuzluğun çevresel/toplumsal etki ve yansımalarının temelinde büyük oranda ''sıdk'' kavramı çevresindeki olumsuzlukların bulunduğu bile ileri sürülebilir. İçselleştirilmeyen bir davranış biçimine tutsaklık, kuşkusuz insan kişiliğinde baskılama ve zorlamanın yer edinmesine ve giderek iç ve dış dünyayı ve onlarla olan ilişki/etkileşimi tahrip edecektir.

B- ''ADALET'' VE ''İRADE''

Şimdi de böylece bireysel aydınlanmanın yolunun biricik iki temel unsuru olduğu belirtilmeye çalışılan ''ihlâs'' ve ''sıdk'' kavramlarının, toplumsal aydınlanmanın yolunun biricik iki temel unsuru oluşları açısından irdelenmesine geçelim.

Bireysel aydınlanma ve varoluş alanından, toplumsal aydınlanma ve varoluş alanına geçtiğimizde ''ihlâs'' ve ''sıdk'' kavramları, toplumsal yaşamın doğası gereği bizi ''adalet'' ve ''irade'' kavramlarına götürür. ''İhlâs'' kavramının toplumsal yaşam alanındaki karşılığını oluşturan ''adalet'' kavramı, kuşkusuz ''evrensel/insani ve nesnel anlamda hukuk'' ve ''kadim insanlık kültürünün ürünü olan evrensel hukuk değerleri ve ilkeleri'' yaklaşımını içerir. ''Sıdk'' kavramının toplumsal yaşam alanındaki karşılığını oluşturan ''irade/istenç'' kavramı da, yine kuşkusuz ''bireysel ve toplumsal tercih ve irade, toplumsal uzlaşı, demokrasi, demokratik kültür, demokratik toplumsal yönetim'' vb. temel yaklaşım biçimini kapsar ve içerir.

''İhlâs'' nasıl bireysel aydınlanma ve huzurda ''temel öz'' niteliğini oluşturuyor idiyse; onun, doğası gereği toplumsal alana uyarlanımda büründüğü kavram olan ''adalet'' te, toplumsal aydınlanma ve huzur bağlamında aynı şekilde ''temel öz'' mahiyetindedir. Yine bunun gibi, ''sıdk'' nasıl bireysel aydınlanma ve huzurda ''temel özün ifade ve yansıması'' niteliğini oluşturuyor idiyse; ''sıdkın'', doğası gereği toplumsal alana uyarlanımda büründüğü kavram olan ''irade'' de, toplumsal aydınlanma ve huzur bağlamında aynı şekilde bu ''temel özün ifade edilmesi, dış dünyaya ve hayata aktarılması'' ile ilgili ve bu mahiyettedir.

''Sıdk''ın'' toplumsal alana aktarımında karşımıza çıkan ''irade/istenç'' kavramı ve bu bağlamda söz konusu olan ''bireysel ve toplumsal tercih ve irade, toplumsal uzlaşı, demokrasi, demokratik kültür, demokratik toplumsal yönetim'' vb. temel yaklaşım biçiminin ayrıntılandırılmasına ilişkin şu belirlemelerde bulunulabilir.

İRADE KAVRAMI

Din-i Hanif / İlahi Din / İslamiyet''in anlam bütünselliği açısından bakıldığında da, hiç kuşkusuz ''irade/istenç'' kavramının bireyin ve toplumun aydınlanma ve kurtuluşu için olmazsa olmaz bir anlam ve öneme sahip olduğu söylenebilir. Öyle ki bir birey olarak insanın dinin temel unsurları olan iman-ibadet-adalet değerleri çerçevesindeki inanç, tutum ve davranışlarının hakiki anlamda varlık ve geçerlilik kazanabilmesi ''özgür irade'' ve ''içselleştirilerek tercih edilmiş olma'' koşulunun gerçekleşmiş olmasına bağlıdır. Başka bir ifade ile düşünce, vicdan ve ifade hürriyetinin tümüyle var ve geçerli olmadığı bir toplumsal yapıda, gerçek anlamda ahlak/din/değer/maneviyat gerçekleşmesinden/yaşantılanmasından söz edilemez. Dolayısıyla dayatma/zor/gösteriş/menfaat/korku vb. herhangi bir ''özgür iradeyi zaafa uğratan ya da onu yok eden'' içsel ya da dışsal etkenin hâkimiyetindeki bir ''inanma / tapınma / adil olma'' bağlamındaki varoluş sergilemesinin hiçbir ahlaki/dini kıymetinin olamayacağını kavramak ve teslim etmek durumundayız.

İrade/istenç, inanç ve eylem alanlarını içerecek anlamda bir bütün olarak özgürlüğün en önemli işlevi, evrensel hukuk değerleri ve ilkelerinin bulgulanması (ortaya çıkarılması), algılanması (kavranıp idrak edilmesi) ve yaşantılanması (pratiğe aktarılması, uygulanması) sürecinde kendisini gösterir. Özgürlük, gerçekte bu nedenden ötürü en büyük öneme sahip bulunmaktadır.

Son olarak ''öz''ün ifade biçimi'' olarak nitelendirilebilecek olan ''irade''nin, öz ve ruh niteliğindeki ''adalet'' tarafından sınırlandırılması konusuna da değinmek gerekir. ''Toplumsal iradenin'' belirleyicilik vasfının, ''adalet'' kavramı ve adaletin ayrıntılandırılması olarak karşımıza çıkan evrensel hukuk değerleri ve ilkeleri sınırları içerisinde geçerli olması gerektiği, kabul edilmesi gereken bir değersel hakikattir.

11 yıl önce