|

Depremle gelen…

Haber Merkezi
04:00 - 6/03/2023 Pazartesi
Güncelleme: 01:00 - 6/03/2023 Pazartesi
Yeni Şafak
Deprem, Arşiv.
Deprem, Arşiv.
Mehtap Şahin- Yazar

Deprem bölgesinde sevdiklerim var. Yaşadıkları korkuyu her telefon görüşmesinde tam olarak hissetmemek için şarjınız bitmesin bahanesiyle konuşmamı kısa tuttum ama nafile. Empati yaptığımda dayanamayacağımı düşündüğüm zorluklar beni duyarsızlaşmaya itiyordu. Ve duyarsızlaşmak maalesef ki bir kapitalizm patolojisidir. Çünkü sağlıklı insan kendini sürekli iyi hissetmez, ıstırap varsa acı çeker…

Biliyorum ki, yarın kalkıp işlerimi halledeceğim ve hayatın akışı içerisinde bu yaşanan büyük olay da zamanla normalleşecek. Peki gerçekten öyle mi oluyor yoksa biz mi öyle zannediyoruz. Üzerinden atlayıp geçiştirdiğimiz yaslarımız, yaşanmışlıklarımız, korkularımız hakikaten kaybolup gidiyor mu? Öyle ya, bu sırada bize ne oluyor? Hani durup dururken gelen ağlamalarımız veya sebepsiz durgun hallerimiz, ani ve anlamsız patlamalarımız var ya işte bunların sebebi tam olarak geçiştirdiğimiz veya geçirdiğimiz doğal afet, salgın hastalık, haksızlıklar vb. sebeplerle zarara uğramış olan kalbimizin hasara uğraması.

FELAKETTEN ÇIKIP SELAMETE VARMAK

Bugünlerde konuyla ilgili çokça yazı okudum. Bütün bu yaşananların yoksulluktan, tedbirsizlikten vs. kaynaklandığını düşünen onlarca yayın. Elbette ki bir bina inşa ederken demirinden, betonundan çalanlar, düzgün imalat yapmayanlar ve hatta maalesef ki çalışmalarını düzgün yaptı diye inşaat mühendislerine dayak atanları bile duyduk geçmişte. Bugün iyi biliyoruz ki tüm bunlar işini hakkıyla yapmayan, iş ahlakı taşımayan kimseler yüzünden yaşandı. Fakat bununla birlikte büyük resme baktığımızda tüm bunlar biraz da neyi nasıl çözümleyip aşabileceğimizi bilmediğimizden de kaynaklanıyor sanki…

Çünkü hayat devam ettikçe bu şekilde olmasa da başka türlü sıkıntılarla karşılaşıyoruz. Haksız mıyım? Hangimizin hayatı tam ki, hangimiz tamam olduk? Öyle ya daha çok kısa süre önce pandemiden ötürü evden çıkma yasağıyla terbiye olan insanlık şimdi de sakın evlerinize girmeyin ifadeleriyle karşı karşıya. Burada bununla alakalı bir kıssadan bahsetmek isterim:

Padişah acemi bir köle ile gemiye biniyor. Köle hiç deniz görmemiş, geminin mihnetini hiç tatmamış olacak ki ağlamaya, inlemeye başlamış. Susturmak için çok uğraşmışlar ama nafile. Padişahın bu durumdan keyfi kaçmış. Herkes bitap vaziyette iken gemide bulunan yaşlıca bir adam padişahın huzuruna çıkmış ve “Müsaade buyurursanız ben onu sustururum” demiş. Padişah da “Lütfetmiş olursunuz” diyerek onaylamış. Yaşlı adamın emriyle köleyi denize atmışlar. Köle birkaç kez suya batıp çıkmış. Sonra saçından yakalayıp gemiden tarafa çekerler. Köle gemiye yaklaşınca dümene asılıp kendini gemiye atar ve bir köşede uslu uslu oturmaya başlar. Yaşlı adamın bu yaptıkları padişahı hayrete düşürür ve “Bundaki hikmet nedir?” diye sorar. Yaşlı adam cevap verir. “Köle evvelce suya batmayı tatmamıştı, gemideki selametin kıymetini bilmiyordu. İşte huzur ve saadet de böyledir. Bir felaket görmeyen kimse huzurun kıymetini bilemez.”

Evet, sıkıntı, rahatlık mutluluk, mutsuzluk mutlaka tatmamız gereken hayat cilveleridir. Aksi halde ömür boyu ham kalmaya mahkum oluruz. “Eğer sahip olduğunuz nimetlere şükrederseniz nimetlerimi artırırım, nankörlük ederseniz azabım çok çetindir.” (İbrahim-7) diyen Rabbimiz bizlere sahip olduklarımızın kıymetini bilmeyi nasip eylesin.

MANEVİ ENKAZDAN KURTULUŞ

Yaşadığımız hadiseler ne akla ne de kalbe sığıyor. Kimimiz kader kavramını düşünüyoruz sık sık. İnsan kaderini değiştirebilir mi gibi sorular soruluyor. Birkaç cümleden sonrası sessizlik. Nihayetinde yaşam süresinde aklın almadığı şeyler de görüyoruz. Enkaz altından saatler, günler sonra kurtarılan birkaç aylık bebekler gülücük dağıtıyor, tonlarca betonun altından karınları doyurulduğunu söyleyenler, hava eksi bilmem kaç derece de iken sıcacık korunanlar… Kimimiz bunlara mucize derken kimimiz kader diyoruz. Fakat öyle bir şey ki kader de bizi aklın süzgecinden sonra teslimiyete bırakıyor.

Evet, deprem sarsıcıdır. Sosyal yapıları ve kurguları sarsar. Siyasal projelerin kişiler arasına ördüğü duvarları sarsar, yıkar deprem. Ve işte tam da bu noktada depremin sarsıcı etkisi tersine sonuçlar doğurur. Yılların, yolların, düşüncelerin insanların arasına ördüğü o duvarları yıkar. Fedakarlığı, yardımlaşmayı ve kardeşliği yeniden hatırlatır. Günlerdir dünya medyası hayretler içinde bizim deprem bölgesine yaptığımız yardımları konuşuyor. “Evlerini, arabalarını satıyor, birbirlerini ezecek gibi yardıma koşuyorlar” diyorlar bizim için. Nasıl gurur duyuyorum anlatamam. Hayallerimin de ötesinde şeyler oldu. Bir tek hayvanıyla geçindiği halde onu satıp parasını yollayanlar, freni patlamışçasına yardım bölgesine son sürat varmaya çalışanlar. Hele o kaygı duyduğumuz Z kuşağının, yetişkin insanlar gibi yardıma koşmaları…

Ezcümle 500 atom bombasının enerjisine sahip bir depremle yerle bir olsak dahi tekrar toparlanıp ayaklanabiliyor, birbirimize merhem olabiliyormuşuz. Yani hepimiz görüyoruz ki fiziksel ve duygusal depremlerimizin ruhumuzda açtığı yaraların onarılması çok önemli bir şeye bağlı, o da tam olarak kendi içsel kaynaklarımız! Demek ki neymiş biz bu acılarımızı, tüm kimliklerimizi bir kenara koyup potansiyelimizi kinetiğe dönüştürecek birer katalizör bulabiliyor, yeniden hep birlikte olabiliyormuşuz.

Vefat edenlere Allah’tan rahmet yakınlarına ve hepimize aklı selim kalabilmeyi diliyorum. Biz kalanlaraysa dürüst, adalet duygusu sağlam, işini düzgün yapan insanlar olmayı ve kendi manevi enkazımızdan bir an önce kurtulmayı diliyorum…

#Deprem
#Enkaz
#Manevi Enkaz
1 yıl önce