|

Gördüğüm kadarıyla...

Görüyor muyuz? Daha da önemlisi neleri görüyoruz? Göz, insanın en güvendiği organların başında geliyor. Öyle ki; kalp ve beyin, kişinin güven duygusunda zaman zaman sınıfta kalabiliyor. Fakat göz ile sağlanan görme olayı, bütüncül bir teminat sağlıyor. Bütün rivayetleri alt üst eden, bütün bilgi ve fikir mütalaalarını es geçen, organizmanın saygıdeğer bir üyesi... Göz... Bu İlahî hikmete biraz daha yakından bakmalı. Sonrası malum. Muhakkak bahsi geçen özne, bir başka anlama hizmet eden cümlenin yargısında yer alacak.

00:00 - 18/01/2022 Salı
Güncelleme: 22:04 - 17/01/2022 Pazartesi
Yeni Şafak
Arşiv
Arşiv
Ahsen İlhan
/ Yazar-Sanat Tarihçisi

Görüyor muyuz? Daha da önemlisi neleri görüyoruz? Göz, insanın en güvendiği organların başında geliyor. Öyle ki; kalp ve beyin, kişinin güven duygusunda zaman zaman sınıfta kalabiliyor. Fakat göz ile sağlanan görme olayı, bütüncül bir teminat sağlıyor. Bütün rivayetleri alt üst eden, bütün bilgi ve fikir mütalaalarını es geçen, organizmanın saygıdeğer bir üyesi… Göz… Bu İlahî hikmete biraz daha yakından bakmalı. Sonrası malum. Muhakkak bahsi geçen özne, bir başka anlama hizmet eden cümlenin yargısında yer alacak.

GÖREN VE GÖRÜLEN

“Görülebilir spektrum” diye bir tanımlama duymuş muydunuz? Oldukça bilimsel bir tamlama gibi durduğunu biliyorum. Fakat gözün görebildiği maverayı aşabilmemiz açısından çok önemli bir destekçi. ‘Görülebilir’ ihtimal yüklü bir anlatım. ‘Spektrum’ ise ‘çeşitlilik’ anlamıyla, her şeyi içine dâhil etmeyen ama birtakım varlıkları kapsayan kifayetsiz bir gerekliliği açıklıyor. Yeterli değil, ama gerekli. Göz denilen organ, görülebilir spektrumda nesneleri algılama kabiliyetine sahip. Bu bilimsel done, görme fonksiyonumuzun sınırlılığını anlatıyor. Sonsuz güven duygusuyla hayatımızın her alanında bizdeki algıların baş sorumlusu olan bu müstesna organ, bütün yaradılışımız gibi, sınırlı ve kısıtlıdır. Sonsuz bir görme kabiliyetine sahip olmadığımız gibi; kâinatta görülebilir nesneleri algılamamızda belli başlı kaideler de var. Öncül gereklilik, bir göz sahibi olmamız gibi dursa da bununla bitmiyor! Görme eylemine konu olacak süjenin çeşitli kabiliyetlerle donanımlı olması şartı da bir o kadar öncül.

“Görme”nin dili geçmiş zaman ekli bir cümlede yüklem olabilmesi; görülenin, ışığın ta kendisi olmasına ya da ışığı yansıtabilen bir mevcudiyete sahip olmasına bağlı. Bu ilk koşuldan sonra bir dizi eylem, içimizde sessiz sedasız aktive edilecek. Görülenin renk ve şekil kompozisyonundan yansıyan ışık, gözün saydam tabakasıyla buluştuğunda bir kırılma yaşayacak, kırılan ışınlar göz bebeğine ulaşacak, buradan merceğe geçiş yapacak ve nihayet mercekte tekrar kırılan ışınlar sarı leke üzerine yerleşecek. Fakat bu işte bir terslik var. Sarı leke üzerine düşen ilk görüntü ters bir hâlde. Tam bu sırada devreye almaçlar girecek ve görme sinirleri beynin bu işle meşgul olan merkezine bir ileti gönderecek. İşte bundan sonra beynin üstün çabası sayesinde görüntü düzeltilecek ve “görmek” tamam olmuş olacak.

Bu kısa anlatıma ek olarak, gözün görme eylemini sağlayabilmesinde daha bir dolu ek sistemin devreye girmesi ve görüntünün doğru aşamalardan geçerek beyni ikna etmesi, beynin de üzerine düşeni yerine getirmesi gerekiyor. Ve hâl böyleyken bile her şeyi var olduğu kadar ve istediğimiz gibi göremiyoruz. Bu, fiziksel bağlamda da mümkün değil. Fakat gördüğümüzü “sarsılmaz gerçeklik”, göremediğimizi “yok” hükmünde saymamızı sağlayacak kadar güçlü bir duyum olmalı ki; insan gördüğünün ötesini ve görebildiğinden başkasını akıl ve kalp gözüyle algılayacağı sistemi çok defa devre dışı bırakıyor.

EŞSİZ BİR ORGANİZMA

Toparlayacak olursak; insan gözü eşsiz organizmanın bir parçası. Tek başına bir sistem olmayıp, sistemler bütününde bir fonksiyon. Doğru çalışmasında iç dinamiklerin görev dağılımı kadar, dıştan algılanan nesnelerin de görülebilir spektrum içinde olması ve gerekli koşulları taşıması gerekiyor. Bütün şartlar tamam olduğunda da insanın görebilmesi önünde birtakım manialar var. Havada ışığın yansımasını etkileyecek bir başka olumsuzluk olmaması, doğal koşulların ışık-nesne ilişkisine bir zeval getirmemesi gibi öncelikler mevcut. Göz, çok uzak mesafeleri algılayabilecek kadar güçlü bir organ olsa da; çok uzağı görebilmede yer şekilleri, hava koşulları ve benzeri dış sebeplerin engel teşkil ettiği de biliniyor. Tüm bu çıkarımlardan yola çıkarak oluşabilecek koşullar hesaba katıldığında, 20 kilometrelik bir görme sınırından bahsediliyor. Teoride çok daha uzağı görebilme şansı var olsa da; pratikte 20 kilometrelik görüş alanı bile nadiren sahip olabildiğimiz bir kabiliyet. Fakat nesneleri tanımlamaya yetecek kadar net ve kusursuz bir görüşten bahsediyorsak; çok çok daha kısa bir mesafede ancak bu yetkinliğe erişebiliyoruz.

Fakat çok önemli bir bilgi olarak... İnsanın uzağa baktığında görebildiği son nesne her ne olursa olsun; onun çok ötesinde varlıklar ve elle tutulur mevcudiyetler sıralanıp gidiyor. Göremiyor oluşumuz, varlığın hükmünde en ufak bir zayiat vermiyor. Bu yoldan hareketle, görebildiklerimizi zihin ve kalp yoluyla yorumlama süreçlerimiz de her zaman için sarsılmaz bir doğruluğa sahip değil, olamaz.

Tam ortada bir nesne olsa, çevresini insanlar kuşatsa, her göz gördüğü bu nesneyi kendi fikir ve inanç kategorisinden yorumlasa, ortaya yine bambaşka teoriler çıkacak. İnsanın durduğu yer ve o yere varana değin düşünce ve algısına etki eden bütün birikimler, tam şu anda gördüğü nesneyi herkesten farklı yorumlamasında bir etken olacak. Ve bu durum, insanın gören, duyan ve konuşan bir varlık olmasına rağmen, son derece kusurlu ve aciz bir varlık olduğunun da kanıtıdır.

İnsan gördüğünde bile tam görmüş değilken; görmediğini inkar edebilme cüreti, ancak ve ancak acziyetin ve aklî yetersizliğin bir göstergesidir.

Akıl der ki; görebildiğin her şey bir hikmet. O hikmetin sahibi ise her şeyi Gören her şeyi Bilen Tek Kudret! Görebilene…

#Göz
#mercek
#Spektrum
2 yıl önce