|

Hafızasını yitirmiş şehirler

İnsan şehre yabancılaştığı oranda mankurtlaşır, şehir de hafızasını yitirdiği oranda bir mankurt olarak insanın karşısına çıkar. İnsanı yok ettiği gibi hayatı da yok eder. Her ikisini birbirine zarar vermeyecek şekilde yaşatmak ise fıtrata uygun güzel şehirler inşa etmekle mümkün olabilir…

04:00 - 6/03/2023 Pazartesi
Güncelleme: 12:50 - 6/03/2023 Pazartesi
Yeni Şafak
İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.
İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.
Nuri Sincanlı - Yazar

Coğrafyamız 6 Şubat 2023 tarihinde iki büyük depremle sarsıldı. İnsanlık için yeni bir durum olmayan deprem her defasında bir şaşkınlık ve çaresizliğe yol açıyor. Nihayetinde yıkım, yok oluş ve çaresizlik insanoğlunun bir yaradılış gerçeğidir. Yeryüzü afetinden korunmak için inşa edilen evler, geçmiş sanki hiç yaşanmamış gibi insanların üzerine çöküp kendisi bir afet haline dönüşebiliyor. Ve biz biliyoruz ki; hafızasını yitirmiş şehir, mankurtlaşmış şehirdir.

KENTLER, İNSANLAR VE YIKIMLAR

Güzel olmalı şehirler. Süheyl Ünver’in “Sevdiğim İstanbul”u resmettiği gibi mesela. “Güzel olmak zorunda değil” demek gibi bir umursamazlıkta olamayız. Çünkü şehir, bir medeniyet göstergesidir. Bunun yanında, kırsaldaki feraset ve bilgeliğin bir nevi kurumsallaşmış halidir şehir. Medeni insanlar ve medeni toplumlar ancak bir şehir inşa edebilirler. Medeni insan şehirde yaşamayı bilen insandır. Şehre kendini ait hisseder ve şehri muhafaza eder. Şehre ilişmez, düşmanlık etmez. Bir yıkım halinde süregelen değişimler; şehrin hafızasını tarumar edip, insanı yaşadığı şehre yabancılaştırmaya, bir depremle iyilikleri dışarıya çıkardığı gibi gizlenen kötülüklerin de dökülüp saçılmasına sebep oluyor.

Yahya Kemal’in Aziz İstanbul kitabında bahsettiği “kör kazma”nın santim santim yok ettiği kadim şehirler, birer canavara dönüşüyor ve bir depremle içinde yaşayan insanlarla birlikte yok olup gidiyor. Akış yönü değiştirilmiş bir nehir, doldurulmuş bir deniz, manzarası çalınan bir ağaç, yolda kaldığı için balyoz darbesiyle enkaz yığınına çevrilen tarihi bir yapı, tarlaya kondurulan bir ev veya demiri, betonu, zemini, tuğlası gasp edilen bir yuva insanın en acımasız düşmanı olabiliyor. Mankurtlaşan toplumlar için, yol hakkı, kamu hakkı, komşu hakkı ve bizatihi toprak hakkı manasını yitiriyor; çünkü hafızasız toplum vatansız toplumdur.

Şehirli insan, birlikte yaşadığı topluma karşı sorumlu olan insandır. Yerine getirmediği takdirde müeyyidelerle karşı karşıya kalır. Birlikte yaşamanın getirdiği sorumluluklar birlikte yaşanılacak şehirleri meydana getirir. Şehir, aynı zamanda hukuki norm demektir. Şehir, bir düzendir, alışkanlıktır ve aidiyettir. Ve her şehrin bir kültürü vardır. Şehir kültürü denildiğinde o şehrin kimliğinden de bahsetmek gerekir. Nihayetinde kimliksiz (isimsiz) bir şehirden bahsedilemez. Şehrin kimliği o şehrin ismidir. Bir şehrin ismi duyulduğunda, okunduğunda veya görüldüğünde hissedilen şey neyse o şehrin ruhu da odur.

Selçuklu medeniyetinin merkezlerinden biri olan Konya şehri denildiğinde ilk akla gelen Mevlana Hazretleri ve Yeşil Kubbe ise Konya’nın ismi; yeşil kubbenin olduğu resim, ruhu ise Mevlana’nın bizzat kendisidir.

İstanbul söz konusu olduğunda ise şehrin ismi kimi zaman Kapalıçarşı ve Mahmutpaşa, kimi zaman ise Boğaziçi ve Kız Kulesi’dir. İstanbul’un ruhu; bazen minarelerdir bazen de Şehir Hatları Vapuru’dur. Ve İstanbul Vapuru, İstanbul’un en naif en kibar ve en zarif sembolüdür.

İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.

TOPLUMSAL İRFANIN YAPI TAŞI: MAHALLE

Her şehrin bir silueti vardır ve bu siluet o şehrin kimliği ve coğrafyaya uygun mimari eserlerin inşa edilmesidir. O yüzden bir şehrin silueti o şehrin namusudur. Dokunulmazdır. Şehrin siluetine halel getirecek her bir dokunuş, hafızaya uzanmış hain bir dokunuştur. Yapılar değişebilir, dönüşebilir veya bir afet sonucunda yok olabilir; önemli olan hatırayı yaşatmaktır. Nihayetinde şehirler her zaman yıkılmıştır. Kimi zaman bir deprem, bir sel veya sebebini bilmediğimiz şekilde Allah’ın (cc) bir takdiri olarak yok olabilirler. Fakat kimi zaman da insanlar şehirleri kendi elleriyle değiştirip dönüştürebilirler veya yıkılışına sebep olabilirler. Önemli olan şehirler yıkılırken o şehirde neler yaşandığı, neler olduğu, insanların ne tür bir durumla karşı karşıya kaldıkları ve bunlardan daha da önemlisi şehir yıkılırken yerine ne tür bir şehir inşa edildiğidir.

Şehirlerimizi inşa ve imar etmek zorundayız. Doğru. Ancak bu inşa süreci şehirlerin kalbi ve aynı zamanda bir sütunu olan mahalleyi yıkmakla değil, yeniden diriltmekle olmalıdır. Mahalle kavramını bağlamından kopararak toplum mühendisliğine soyunan ve ürettikleri kavramlarla mahalleyi korkulası bir yer olarak gösteren anlayışın aksine; mahalle arkadaşlığı, mahalle kahvesi, mahalle mektebi, mahalle muhtarı, mahalle imamı, mahalle bekçisi gibi mahalleyi bir araya getiren simgesel kurumlar vardır. Bunlara ek olarak mahallenin delisi hatta mahalle çapkını vardır. “Mahalle Baskısı” terimi ise bir mühendislik kavramıdır. Mahalle; toplumsal irfanın en küçük yapı taşıdır. Şehirleri muhafaza etmek; mahalle yapısını korumak ve yeniden inşa etmekle mümkün olacaktır.

YAŞADIĞI YERE YABANCILAŞAN İNSAN MANKURTLAŞIR

Yeni bir şehirleşme modeli ortaya koymak zorundayız. Ortaya koyduğumuz bu model, medeniyetimizin de bir yansıması olacaktır. Başka medeniyetlerin, toplumsal dokumuza aykırı mimari formlarını taklit edip, şehirlerimizi bilmediğimiz bir yabancılaşmaya mahkûm etmek zorunda değiliz. Bulvarların, meydanların, simge yapıların, yerel mimariye uygun sağlam ve estettik konutların, plastik oyun alanlarından ve gereksiz peyzajdan arındırılmış parkların, her biri birer anıtsal yapı olan kamu binalarının, kültürel ve sosyal ihtiyaçların karşılandığı merkezlerin olduğu bir şehir mimarisini inşa etmek mecburiyetindeyiz. İnşa edilen merkezler bir diğerinin aynısı olmak zorunda değil. Kimi yerde dar sokaklar şehrin mimari dokusunu yansıtırken, bir başka şehirde ise geniş caddeler ve bulvarlar o şehrin simgeselliğini ortaya koyabilir. Birbirinin aynı olan mimari yapılaşmalar, şehirlerimizi kimliksiz bir hale dönüştürmektedir. Ülkenin bütün şehirlerindeki apartman ve ev modelinin aynı formda olması mimari çeşitliliğimizi zayıflatıyor. Yerel mimari farklılıklar gözetilmediğinde, yerellik ortadan kaldırıldığı gibi özgünlük de yok ediliyor. Farklı coğrafyalarda, farklı iklimlerde ve topoğrafik yapılardaki mimari farklılıkların korunması gerekir. Ağaç olması gereken yerde taş, tuğla olması gereken yerde kerpiç, beton olması gereken yerde toprak olmaz.

Şehir, bir bütün halinde insan ve varlık demektir. Hayat, insan ve şehir birbirine dost, birbirini kucaklayan ve barınak olan yapılardır. İnsanın ve varlığın olmadığı bir şehir, ölü bir şehirdir. İnsan şehre yabancılaştığı oranda mankurtlaşır, şehir de hafızasını yitirdiği oranda bir mankurt olarak insanın karşısına çıkar. İnsanı yok ettiği gibi hayatı da yok eder. Her ikisini birbirine zarar vermeyecek şekilde yaşatmak ise fıtrata uygun güzel şehirler inşa etmekle mümkün olabilir…

#Deprem
#Şehirler
#Mankurtlaşan toplumlar
1 yıl önce