|

İran’da örtünün yasak olduğu dönem: KEŞF-İ HİCÂB

Rıza Şah Türkiye ziyaretlerinde gördüğü modern görünümlü erkek ve kadınlardan oldukça etkilenmişti. Böylece sarık, cübbe benzeri erkek kıyafetlerine ilaveten çador, peçe ve başörtüsü gibi kadın kıyafetlerine de yasak gelmişti. Herkes, zamanla “Pehlevi Şapkası” olarak anılacak olan şapkayı takmak zorundaydı.

00:00 - 7/01/2022 Cuma
Güncelleme: 22:31 - 6/01/2022 Perşembe
Yeni Şafak
 İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
Zeynep Özel
/ Yazar - Çevirmen

Şimdilerde başörtüsü takmanın zorunlu olduğu İran’da, bundan yaklaşık yüzyıl kadar önce tam tersi bir yasakla ortalık kan gölüne dönmüştü. 8 Ocak 1936 (17 Dey 1314) tarihinden itibaren, aslında irfani bir terim olan ve “perdenin kalkması, manevi bir aydınlanma”yı tanımlayan keşf-i hicab ifadesinin artık bambaşka bir anlamı vardı. Kadınlara uygulanan çador, peçe, başörtüsü yasağının ve tüm örtülerin kalkmasının da adı artık “keşf-i hicab”tı. Rıza Şah bir modernleşme girişimi olarak böyle bir karar almıştı. Aslında Pehlevî rejimi öncesinde, Kaçarlar döneminde de, Nasırüddîn Şâh 1879 sonrasında yaptığı Avrupa seyahatlerinin etkisiyle İran’a döndüğünde, özellikle entelektüel çevrelerde ve belli ortamlarda kadın kıyafetlerinin modernleşmesine öncülük etmişti.

Kaçarlar döneminden sonra İngiliz desteğiyle başa gelen ve yeni bir hanedanlık kurmak için kolları sıvayan Rıza Şah, çiçeği burnunda Türkiye Cumhuriyeti’nden de ilham alarak kılık kıyafet inkılapları için ilk adımları attı. İran’da modernleşmenin önemli isimlerinden olan dönemin Başbakanı Muhammed Ali Furuğî öncelikle İslam’da zaten peçe olmadığını, hac ibadetinde kadınların yüzünün açık olmasından örnek vererek bir bildiri yayımladı. Ancak yasak peçeyle sınırlı kalmadı. Acı deneyimlerimizden biri olan Şapka Kanunu’nun 28 Kasım 1925’teki ilanından 11 yıl sonra İran için de benzer sıkıntılı günler başlamıştı.


KÖYLÜ KADINLARA ŞAPKA DAYATMASI

Rıza Şah Türkiye ziyaretlerinde gördüğü modern görünümlü erkek ve kadınlardan oldukça etkilenmişti. Böylece sarık, cübbe benzeri erkek kıyafetlerine ilaveten çador, peçe ve başörtüsü gibi kadın kıyafetlerine de yasak gelmişti. Herkes, zamanla “Pehlevi Şapkası” olarak anılacak olan şapkayı takmak zorundaydı. Erkeklerin şapkası, kasketi anımsatan tarzdaydı. Köylü kadınların geleneksel kıyafetleri üzerine iğreti bir şekilde oturtulmuş fötr şapkalı fotoğrafları, gözlerindeki hüzünle o günlerin resmidir.

1930’ların başında Afganistan Kralı Emanullah Han’ın eşi Kraliçe Süreyya, İran’a ziyaretinde, örtüsüz olarak eşine eşlik ederek bir ilki gerçekleştirmişti. Yasaktan birkaç gün önce de Rıza Şah’a eşlik eden eşi ve kızları, başörtüsüz, şapkalı bir şekilde katıldıkları törende, kıyafetleriyle adeta İranlı kadınlara rol model olmak üzere giyinmişlerdi. Ancak yıllar sonra eşi o günleri anlatırken aslında örtüsünü çıkarmakta çok zorlandığını, Rıza Şah’ın zorlaması sonucu döpiyes giyip şapka taktığını söyleyecekti.

KANLI GÖSTERİLERE SEBEP OLDU

Rıza Şah bu yeni yasak için heyecanlanıyor, bu yolda kendisine destek olmak için kurulan dış destekli kadın dernekleriyle programlar düzenliyordu. Köylerdeki kadınların modern kıyafetlerle daha özgür olacağına inanıyordu. Bu yüzden de örtü yasağının resmileştiği gün olan 8 Ocak’ı kadınların özgürlük günü olarak kutlanacağını duyurdu. Ancak halk yasağı hiç de kutlanacak bir şeymiş gibi karşılamadı ve sokaklara döküldü. En kanlı gösterilerin mekânı ise Meşhed oldu. Goharshad Camisi’ndeki protestoculara güvenlik güçlerinin ateş açması sonucu bazı kaynaklara göre yüzlerce kişi yaralandı ve hayatını kaybetti.

Örtülü olarak sokağa çıkan kadınlar polis eliyle tartaklandı, kıyafetleri yırtılarak karakola götürüldü. Kadınların özgürleşmesi için yapılan bu yasak sonrası kadınlar tamamen eve kapandı. Örtünmek isteyen kızlar tıpkı daha birkaç yıl öncesinde bizim de deneyimlemek zorunda kaldığımız gibi okullara alınmadı. Örtülü kadınlar evden tam yedi yıl hiç çıkamadı.

MODERN EDEBİYATTA VE DİZİLERDEKİ İZLERİ

İran Öykü Seçkisi için çevirdiğimiz bir hikayede, Celâl Âl-i Ahmed, Keşf-i Hicâb’a da yer vermiş. Aslında bir din âliminin oğlu olan, Marksist geçmişe sahip, İran’ın en önemli yazarlarından Celâl Âl-i Ahmed, kendi hayatından yola çıkarak, Faulkner’ı anımsatan bir üslupla, tüm bu olan biteni Ceşn-i Ferhunde (Kutlu Tören) hikâyesinde, bir çocuğun gözünden heyecan dozunu koruyarak, trajikomik bir şekilde özetle şöyle anlatmış:

“Her şey, şehrin en önemli din âlimlerinden birinin küçük oğlu olan Abbas’ların evine resmi bir davetiye gelmesiyle başlamıştır. Davetiyede şöyle yazmaktadır: ‘17 Dey Kadınların Özgürlüğü’nü kutlama törenine eşinizle birlikte davetlisiniz’. Resmi bir davet olması ve örtü yasağının ‘özgürlük’ olarak kutlanacağı törene, bir din âliminin eşiyle katılma zorunluluğu, evde Abbas’ın tam olarak adlandıramadığı bir telaşa sebep olur. Annesi başını açıp gidemeyeceğine göre, bu katılımı zorunlu törene babası nasıl gidecektir? Bir başka sorun da, örtülü dışarı çıkılamadığı ve evde banyo bulunmasının lüks sayıldığı o günlerde, annesi ve ablaları da hamama gidemeyeceği için, Abbas’ın babasının eve bir hamam yaptırmak zorunda kalmasıdır. Bu defa da dışarda hamama gidemeyen yakın komşuları ha bire banyo için Abbas’ların evine gelmektedir. Hikâyenin sonunda babasının törene katılabilmesi için ilginç bir çözüm de bulunmuştur.”

Keşf-i Hicâb Yasası’nı bambaşka bir boyutta ele alan bir diğer yapım, Kolah-ı Pehlevî (Pehlevi Şapkası) isimli bir dönem dizisi. Gerçek kişi ve olaylara dayanan bu dizide de, yukarıdaki hikaye gibi, böylesi tatsız bir konu, eğlenceli bir üslupla ele alınarak hicvedilmiş:

“Ferruh Bastânî İranlı yoksul bir gençtir. Üniversiteyi Tahran’da bitirdikten sonra eğitimine devam etmek için Paris’e gider. Birinci Dünya Savaşı sonrası imkanlar oldukça kısıtlıdır ve Ferruh da maddi olarak zorlanmaktadır. Bu esnada İran’ın modernleşme hareketi için Avrupalı meslektaşlarıyla işbirliği içinde olan İran’ın Paris Büyükelçisi Hasan Takîzâde Ferruh’u gözüne kestirir ve Ferruh’un Fransız bir baba ve İranlı bir annenin kızı olan Blance ile evlenmesine ön ayak olur. Ferruh, Blance ile evlenip İran’a döner, bir şehrin valisi olur. Böylece Blance’ın kıyafetleri ve makyajı üzerinden şehirdeki kadınların modernleşmesi sağlanmaya çalışılır. Ferruh ve Takîzâde kapalı kapıların ardında Avrupalı büyükelçilerle pazarlık halindedir. Sık sık Avrupa’da Birinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan sıkıntılı günlere bir çözüm için, İran gibi genç nüfusu olan ülkelerdeki kadınlar üzerinden yeni bir pazar kurulabileceğini konuşmaktadırlar. Blance ve Ferruh da bu planın ekran yüzüdür. Ferruh İran’da bir şehre vali olarak atandıktan sonra ortalık karışır. Blance şehrin âlimleriyle tanışırken öpmeleri için rahatlıkla elini uzatır, Avrupa’dan getirttiği makyaj malzemesi ve kıyafetlerden oluşan mağazasıyla kadınların gönlünü kazanmaya çalışır.”

BİR YASAK SONA ERDİ, BİR DİĞERİ BAŞLADI

Yasak, 1941 yılındaki İran İşgalinde, Şah’ın sürgüne gitmesiyle zamanla unutulmuş, ardından yerine geçen oğlu Muhammed Rıza Şah zamanında etkisini kaybetmiştir. 1979 İnkılabı’ndan itibaren ise, İslam Cumhuriyeti adıyla kurulan yeni sistemde, İranlı kadınlar, o günlerin tam aksine bu defa da formalite icabı iliştirilmiş bile olsa, örtünerek dışarı çıkmak zorundadırlar.

#İran
#​Rıza Şah
#Muhammed Ali Furuğî
#Afganistan
#Emanullah Han
2 yıl önce