|

İstikbalini Türk istiklaline feda eden vatan şairimiz Mehmet Akif Ersoy

“Şu an İslam âleminde benim omuzlarımdaki ağır yükü hisseden ikinci bir insan daha var mıdır? Bu milletin İstiklal Marşı’nı yazacağım. O hâlle birlikte gözümün önüne bir hâl geldi. O mağara… O mağarada ne demişti Peygamberimiz ‘Korkma Ya Ebubekir, Allah bizimle.’ Evet dedim ‘korkma’ diye başlamalı, Allah bizimle diye başlamalı. Çünkü Allah bu milletle beraberdir.”

04:00 - 12/03/2023 Pazar
Güncelleme: 01:11 - 12/03/2023 Pazar
Yeni Şafak
İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.
İllustrasyon: Cemile Ağaç Yıldırım.
Doç. Dr. Ebru Demircioğlu / Trabzon Üniversitesi Öğretim Üyesi

Büyük Millet Meclisi’nin ilk günlerinde kurulan Hey’et-i İrşâdiyye, yaptığı geziler sırasında şöyle bir izlenim ediniyor: Yurt dışından gelen heyetlerin marşları vardı ama bizim yoktu. Gelen heyetlere her seferinde farklı türküler çalınıyordu. Hatta bir seferinde “Entarisi Ala Benziyor” türküsü çalınmıştı. Bu nedenle Erkân-ı Harbiyye Reis Vekili Miralay İsmet (İnönü) Bey’e bir marşa olan ihtiyaç belirtilmişti. Böylece bir marş ihtiyacı ilk kez resmî olarak gündeme getirilmişti. İsmet Bey, bu meseleyi İcra Vekilleri Heyeti’nde ortaya koyduktan sonra bu konu, Maarif Vekâleti’ne havale edilmiş ve Maarif Vekâleti tarafından millî marş güftesi için bir yarışma açılmıştı. Millî marşın şartları Maarif Vekili Rıza Nur’un imzasını taşıyan 18 Eylül 1920 tarihli bir yazı ile valiliklere duyurulmuş ve ardından tamim, Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde de yayımlanmıştı.

Yazılacak olan marş öyle bir marş olmalıydı ki dünü, o günün şartlarını anlatmalı ve geleceği görecek bir marş olmalıydı... O dönem öyle bir zamandı ki bizim hayat damarlarımızın çoğunun koparıldığı, büyük bir çoğunluğun hayattan ümidini kestiği, Amerikan ya da İngiliz mandalarının konuşulduğu günlerdi… Yazılacak marş cephedeki askeri şaha kaldıracak bir marş olmalıydı.

“AKİF NEDEN YAZMADI?”

Ödül 500 altındı. O günkü milletvekili maaşı ise sekiz altındı. Yani bu ödül bir servetti. Ancak Mehmet Akif öyle asil bir insandı ki böyle bir ödülü kabul etmek ne kelime, yarışmada adının dahi geçmesini istemeyecek bir hassasiyetteydi. Kaç kişi böyle bir ödülü reddedebilirdi? Akif’e Hasan Basri (Çantay) Bey demişti ki bu şiiri ancak sen yazarsın. Ancak Akif “Şartlar ağır Hasan Basri Bey” diye yanıt vermişti. Çünkü onun derdi verilecek altındı. İstiklalini satmayan, İstiklal Marşı’nı satmaya yanaşmıyor, verilecek ödülden kaçıyordu.

Tam 724 şiir gelmiş, 6 tanesi kısmen beğenilmişti. Bu öne çıkan şiirler, sıradan kalemler de değildi. Kazım Karabekir, Kemalettin Kamu gibi isimler de vardı bunlar arasında. Bu şiirler cephelere dağıtılmış, askerler de okumuştu. Ancak herkes sormuştu: “Üstadın yazısı neden yok?”

Gazi Mustafa Kemal Atatürk ilk şiirler arasında Akif’in şiirini göremeyince o da “Neden Akif yazmadı?” diye sormuştur. Herkes bu şiiri yazacak kişinin Akif olmasını canı gönülden düşlemiştir aslında. Atatürk şunu çok iyi biliyordu: 1915’te Çanakkale şiiri ile cepheden cepheye gezen şiirle asker ve millet ayağa kalkmıştı. Akif’in Türk milleti ve askeri üzerindeki o yiğit tarafını, onun kaleminin büyüsünü Atatürk çok iyi bildiği için Hamdullah Suphi’ye der ki “Git Akif’e söyle yazsın.” Onunla da yetinmez Hasan Basri’ye de “Senin iyi arkadaşın, git sen söyle yazsın” der.

İLK MISRAYI DUVARA TIRNAĞIYLA KAZIDI

Hasan Basri, Akif’e şiiri yazdırmak için muziplik olsun diye oturur yanına, kâğıda bir şeyler karalamaya başlar. Akif sorar: “Ne yazıyorsun ?”, Hasan Basri “Yarışma için şiir yazıyorum 500 altın veriyorlar.” der. Akif, Hasan Basri’ye der ki: “Sen nasıl İstiklâl Marşı’nı parayla yazarsın?” O da: “Ne yapalım marşsız mı kalalım? O zaman otur sen yaz.” diye karşılık verir. Akif: “Ben parayla yazmam!” der. Hamdullah Suphi de Akif’e “Aslında biz sizin için söz vermiştik Akif yazar diye.” biçiminde verdiği sözü iletir. Bu defa Akif dehşetle, “Söz mü verdiniz?, O zaman yazacağız.” der. Hasan Basri: “Merak etme ben konuşacağım parayla yazmayacaksın.” diye belirtir ve Hamdullah Suphi Bey ile bu durumu görüşür. Akif, Hasan Basri’ye der ki: “Aldığım maaşın karşılığını verebiliyor muyum diye geceleri uykum kaçıyor. Bunun üzerine nasıl böyle bir konuda ödülü alırım, bunu yazmak benim görevim.”

Hamdullah Suphi Bey, başka bir gün Akif’e, “Ödülü istediğin yere bağışlayabilirsin.” diye yanıt verir. Akif emin olmak için belge ister. Belge verilir ama o yine de tereddüt eder ve sonunda “Tamam.” der.

Birlikte Hasan Basri Bey’e giderler ve o günü Hasan Basri Bey şöyle anlatır: “Akif duvarlara daldı, ben anladım. Onun o hâllerini çok iyi bilirim. Hiç ses çıkarmadım, ben çay demlemeye gidince birden ‘Korkma!’ diye içerden bir çığlık koptu. İçeriye koştum ve bana dedi ki ‘Başka oda var mı?’ Dipteki odaya gösterdim, gitti. İçeriden garip sesler çıkıyordu bir güğümün kaynaması gibi. Akif’in o hâllerini biliyordum, bir şey geliyordu. Bu yüzden odaya girip neyin var diye de sormadım. O karın ağrısı onda başlamıştı. Yanında kâğıt yoktu. Sonra birden dışarı çıktı, ‘Görüşürüz Hasan Basri’ dedi ve fırladı gitti. Ben hemen ışığı kaptığım gibi odaya girdim. Bu bir şey yazdı ama nereye, ne yazdı? diye. Kalem yoktu, tırnağı ile duvarı kazımış ‘Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak’ yazmış.”

İşte onun bu ruh hâlini bilmeden İstiklal Marşı’nı çözemeyiz.

KORKMA YA EBUBEKİR, ALLAH BİZİMLE!

Akif’in şimşek gibi çıkıp gittiği yer ise Tacettin Dergâhıydı. Yazarken bir çırpıda yazdığı yerlerin yanında, donup kaldığı yerler de olmuştu. Öyle bir hâli vardı ki uykudan uyanıyordu. Akif, kendi hatıralarında şöyle demiştir: “Bazen beynimden geçenlere kalemim yetişmiyordu.” Daha sonra ilk kıtayı yazarken Hasan Basri’ye neler yaşadığını şöyle anlatmıştır: “Şu an İslam âleminde benim omuzlarımdaki ağır yükü hisseden ikinci bir insan daha var mıdır? Bu milletin İstiklal Marşı’nı yazacağım. O hâlle birlikte gözümün önüne bir hâl geldi. O mağara… O mağarada ne demişti Peygamberimiz ‘Korkma Ya Ebubekir, Allah bizimle.’ evet dedim ‘korkma’ diye başlamalı, Allah bizimle diye başlamalı. Çünkü Allah bu milletle beraberdir.” Sonra şiirini yazmıştır…

Akif şiirin ilk kıtasını cepheye yazmış, askere demiş ki: “Eğer bu Anadolu’da bir tane evin lambası dahi yanıyorsa, bir ocak tütüyorsa korkma! Sancak ve yıldız milletin geleceğidir, onu mutlaka birisi kaldıracaktır.” İkinci kıtasını bayrağa yazmıştır: “Çatma, kurban olayım, kahraman ırka bir bak da gül.” Bayrağa sitem etmiş, ona gözdağı vermiştir: “Bu millet Allahtan başka bir hak bilmemiştir, sen bu millete bir tavır koyamazsın” demiştir. Üçüncü kıtayı kendisine yazmıştır: “Siz beni Çanakkale’de görmediniz mi? Benim nasıl yiğit, nasıl gözü kara, ölümü hiçe sayan tavrıma şahit olmadınız mı? Çok yenilmiş ama hiçbir milletin boyunduruğu altına girmemiş yüce bir millettir.” Dördüncü kıtada: “Batı’nın bütün cephesi çelik duvar olsa ne çıkar? Senin göğsündeki iman neyle geçilebilir ki? Sen korkma, ulusun, yücesin, o da senin kapında ulusun! Medeniyet dediğinin tek dişi kalmış” demiştir.

Beşinci kıtayı milleti için kaleme almıştır: “Arkadaş sen imanlısın korkma inan, Allah’ın vadettiği fetih çok yakın. Senin karşında düşman değil alçak var, ne kadın tanır ne kız, hayâsızca bir akın yapmışlardır. Türk milleti böyle bir hayâsızlıkta bulunmamış asil bir millettir.” Altıncı kıta tekrar cephe ve gençlik içindir. Toprağın ve vatanın bambaşka şeyler olduğunu ifade etmiştir: “Sen bu vatana toprak diye basamazsın. Altında nice dedelerin yatıyor. Verme vatanını, dünyaları verseler de verme. Altında bu kadar şehit yatan bu toprak cennet vatandır.” Yedinci kıtayı herkes için kaleme almıştır: “Kim bu vatanın uğruna feda olmaz ki feda? Bir karış toprağı al sık, şehit kanı çıkar ondan. Allah benim her şeyimi alsın ama beni vatanımdan ayrı bırakmasın.” Sekizinci kıtayı Rabbine yazmıştır: “Ya Rabbi namahremin eli değmesin, bu ezanlar susmasın, ebedi yurdumun üzerinde bunlar hep var olsun. Çünkü ezanlar varsa bu vatanda sen varsın.” Dokuzuncu kıta öncekine cevap niteliğindedir ve eğer onlar gerçekleşirse toprağın altındaki şehit, varsa eğer mezar taşı bile bin kere secde edecektir, o zaman yükselerek arşa değecektir başı. Son kıtası bayrağa yöneliktir yine, nazlı hilalden şanlı hilale bir geçiş yapmıştır. Onun uğruna dökülen kanları helal etmiştir. Ne sana ne bu aziz millete ebediyyen izmihlal yok, demiştir. Ezelden beri hür yaşamış ve Allah’tan başka bir ilah tanımamış, bu milletin bağımsızlık sonuna kadar hakkıdır diyerek bitirmiştir.

Atatürk’e sormuşlar: “Bu şiirin en çok neresini beğendiniz?”, “Son iki mısrası her şeye bedel” diye yanıt vermiştir. İstiklal Marşı Resmî Gazete’de, Ceride-i Resmiye’de yayımlanmıştır.

“BARİ KENDİNE BİR PALTO ALSAYDIN”

Akif’in bu marşı yazması iki gün sürmüş ve İstiklal Marşı’nı imzasız son gün göndermiştir. Hamdullah Suphi’ye o gür sesiyle iki defa üst üste okutturulmuştur. Kabul edileceği belli olunca üçüncü defa okunacakken Mustafa Kemal demiştir ki: “Bu marş öyle bir marştır ki ayakta dinleyelim, geliniz ve benim kürsümden okuyunuz.” Hamdullah Suphi gitmiş ve o gür sesle öyle bir okumuştur ki salonda alkış kıyameti kopmuş, diğer altı şiirin okunmasına gerek kalmamıştır. Ancak Akif, üçüncü kez yapılan bu okumada salonda yoktur, utanmış kaçmıştır alkışlardan. “Bu kadar da olmaz ki bu kadar da bir insanın üstüne varılmaz ki” diye homurdanarak solandan çıkmıştır. Akif’i övmeye gerek yok, bunu anlayamayanlar onu hep eleştirmiştir. Çünkü dünyayı elinin tersiyle itenleri, dünyaya iki eliyle sarılarak yaşayanlar asla anlayamazlar. Onu eleştirebilmek için onun kadar vatansever, onun kadar serden geçti olmak lazımdır.

Akif Meclis’e, o gün de oraya Hamdullah Suphi’den aldığı iki lira borç ile gelmiştir. Dışarda Hamdullah Suphi’ye, “Ben iyi yazdım mı hiç bilmiyorum ama sen çok güzel okudun” diyerek, onu tebrik etmiştir. Sıra ödülü almaya gelmiştir. O yine o parayı almak istememiş ama artık maliyeden çıktığını belirtmişlerdir. Mecburen almış parayı; ancak şehit, gazi, dul ve fakir hanımlarla çocuklara iş öğreterek hem meslek edinmelerini hem de yoksulluklarını önlemek için kurulan Dâr’ül Mesaiye bağışlamıştır. Akif’in yakın arkadaşı Şefik Kolaylı (Neyzen Tevfik’in kardeşidir) ödülü kabul etmeyip bağışlayan Akif’e “Bari kendine bir palto alsaydın” demesi üzerine Akif, gururundan iki ay arkadaşı ile konuşmamıştır.

Azerbaycanlı şair ve yazar Bahtiyar Vahabzade Akif için şöyle demiştir: “Men yirmi beş ülkenin millî marşını bilirem ama bu sizin millî marşınız kimisi yoktur.” Neden diye sorulduğunda da; “Men inanmiram ki Akif o iki şiiri, İstiklâl Marşı’nı ve Çanakkale Destanı’nı galemiynen yazsın. Vallahi birisi onun gulağına söyledi” diye yanıt vermiştir. Gerçekten de bu iki şiirin sıradan bir şekilde yazılması mümkün değildir. Akif’in hâllerine şahitlik eden Kuşcubaşı Eşref, Necid Çöllerinde’de Akif’in Çanakkale’yi nasıl yazdığını anlatırken böyle şeyler söylemiştir. İstiklal Marşı’nı Balıkesir Milletvekili Hasan Basri Çantay (“sevdim seni mabuduma” ilahisini yazan, Peygamber Efendimize bu şiiri yazacak kadar sevgisi olan, Kur’an’ı tercüme edecek kadar bilgisi olan bir kişidir) Ankara’da Tacettin Dergâhında o muhteşem mısraları nasıl yazdığını da böyle anlatmıştır.

Akif, bütün eserlerinde sen asil bir milletsin, ümitsizliğe yeise düşemezsin der milletine. Tarihte Akif kadar Mehmetçik’i kimse sevememiştir. Mehmetçik için bir sembol konulacaksa bu Mehmet Akif olmalıdır. Mehmet Akif, ezanı oturarak hiç dinlememiştir. Bu nedenle denir ki o ezana öyle hürmet göstermiştir ki Allah da onun şiirini oturarak kimseye dinlettirmemiştir. Kendisini rahmetle, saygıyla, sevgiyle ve büyük bir hürmetle anıyorum. Mekânı cennet olsun…

#Mehmet Akif Ersoy
#İstiklal Marşı
#12 Mart
1 yıl önce