|

Klasik tıbba kısa bir bakış

İmam Gazali tıp ilmini dünyevî ilimlerin en faydalısı kabul ediyor. Evet, fıkıh ve akaid gibi ilimlerin aksine tıp dinî ilimlerden biri değil, dünyevî bir ilim. Abbasîler zamanında da öyleydi, Osmanlı’da da öyleydi, bugün de öyle. Nasıl İbni Sina bütün dünyanın takdir ettiği bir hekimse, Cezerî de öyle medar-ı iftiharımız; ama Arşimet’le Cezerî’yi birbirine katıp “İslamî Mühendislik” diye bir şey ortaya atmaya kalksaydık bugün İHA yapamazdık.

00:00 - 29/06/2022 Çarşamba
Güncelleme: 20:01 - 28/06/2022 Salı
Yeni Şafak
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ 
YILDIRIM
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
Dr. M. Alpertunga Kara / İstanbul Medeniyet Üniversitesi

Modern dönem öncesi tıp anlayışı son zamanlarda ilgi çeken bir konu, ama bilgi kirliliği ve hatalı algılar da yaygın. Bu yüzden, belirli bir tarihe kadar Osmanlı’da da geçerli olan eski tıbbın veya “Humoral Patoloji” teorisinin tarihi macerasını kısaca ele almakta fayda var.

FİLOZOF HEKİMLER

Milattan yaklaşık beş asır önce, antik Yunan döneminde Empedokles adlı bir filozof tabiattaki her şeyin dört elementten meydana geldiği fikrini ortaya atıyor: Hava, ateş, toprak, su. Daha sonra Hipokrat bu fikri geliştirerek sağlığın vücuttaki dört sıvının dengesine bağlı olduğunu ileri sürüyor. Hava unsuruna karşılık gelen kan, ateşe karşılık safra, su için balgam ve toprak için kara safra; bunlar dengeli olursa sağlıklı oluruz, denge bozulursa hasta oluruz. Hipokrat’a göre bu sıvıların belirli özellikleri var: Kan “sıcak ve ıslak” iken safra “sıcak ve kuru,” buna mukabil balgam ve kara safranın ikisi de soğuk, ama biri ıslak, biri kuru. Bu özellikler hastalıkları nasıl tedavi edeceğimize karar verirken işimize yarıyor. Hipokrat’ın fikrine göre, hastalık belirtileri vücudun mücadelesini temsil ettiği için, tedaviyi de aynı yönde vermek; yani “benzeri benzerle” tedavi etmek gerekiyor. Mesela ateşi yükselen birini sıcak vasıfta olduğunu düşündüğümüz maddelerle tedavi etmeliyiz.

Roma döneminde yaşayan başka bir Yunan hekim, Galenos, Hipokrat’ın teorisini elden geçiriyor ve bazı yerlerini ters-yüz ediyor: ona göre “zıddı zıtla” tedavi etmek gerekir, vücutta sıcaklık artmışsa soğuk tabiatta maddeler verilmelidir. Galenos anatomi konusuyla da ilgileniyor, maymunlar ve domuzlar üzerinde yaptığı çalışmalarla birtakım keşiflerde bulunuyor.

MÜSLÜMANLAR TERCÜMEYLE KALMADI ÇIĞIR AÇTI

Roma’nın çöküşüyle, Batı’da diğer bilimlerle birlikte tıp da gerilemeye başlıyor. Ancak İslam Medeniyeti’nin yükselmesiyle birlikte gerileme duruyor. Abbasî döneminde başlayan tercüme çalışmasıyla Yunan eserleri Arapça’ya naklediliyor. Hipokrat ve Galenos da, Müslüman âlimlerin faydalandığı kaynaklar arasında yer alıyor ve Arapça kitaplarda “İbukrat” ve “Câlinus” isimleriyle anılıyorlar. Bunun yanında özellikle Birunî’nin Hint tıbbını inceleyerek yaptığı katkılarla tıp daha da zenginleşiyor. Nihayet İbni Sina’nın o zamana kadarki bilgileri sentezleyerek kaleme aldığı meşhur kitabı El-Kânun ile birlikte tıp geçmiş çağların zirvesine ulaşıyor. “Humoral Patoloji” teorisini benimseyen İbni Sina, Galenos metodunu sürdürüp geliştiriyor ve bazı hataları düzeltiyor. Mesela Galenos göz kaslarının sayısını dört olarak belirtiyor, ama İbni Sina aslında altı tane olduğunu buluyor. İbni Sina yanında, cerrahi alanında meşhur olan Zehravî ve ilaçlar hakkında temel bir eser yazan İbni Baytar gibi âlimlerin isimlerini de zikretmek gerekir. İslam Medeniyeti dönemine dair diğer çarpıcı bir nokta da vakıf eseri medreseler ve darüşşifalar yoluyla tıp bilgisinin ve uygulamasının yaygınlaşması.

BATI’DA YENİ GELİŞMELER

Doğu’da bu gelişmeler yaşanırken, Batı’da da Ortaçağ’ın sonlarından itibaren uyanış dönemi başlıyor. Bir yandan üniversiteler yaygınlaşıyor, diğer yandan özellikle Endülüs’ün Hristiyanların eline geçmesiyle birlikte Batı zengin bir kaynağa kavuşuyor. Arapça’dan Latince’ye tercüme faaliyeti başlıyor ve hem Hipokrat ve Galenos gibi hekimleri tekrar hatırlıyorlar hem de Avicenna ismiyle andıkları İbni Sina gibi büyük Müslüman âlimleri tanıma fırsatı buluyorlar. Bir süre sadece eski üstatların “Humoral Patoloji” teorisine dayanan görüşleri tekrarlanıyor, ancak Rönesans’la birlikte yeni buluşlar ortaya çıkıyor ve hekimler eski tıbbı sorgulamaya başlıyor.

Flaman asıllı bir hekim olan Andreas Vesalius’un insan vücudunu inceleyerek yaptığı anatomi çalışmaları yeni tıbbın temeline ilk taşı koyuyor. Vesalius çalışmalarını 1543 yılında yayınlıyor. Gerçekçi çizimlere de yer veren eser, eski anatominin pek çok hatasını düzeltiyor. Yine aynı yıllarda Fransız Ambroise Paré ateşli silah yaralanmaları üzerinde çalışır ve cerrahi alanına yenilikler getirirken, İsviçreli Paracelsus kimya alanındaki gelişmeleri tıbba uyarlamaya çalışıyor. Başka bir çarpıcı gelişme İngiliz hekim William Harvey’in 1628’de kan dolaşımına dair bir kitap yayınlaması. Her ne kadar Müslüman âlim İbnü’n-Nefis çok daha önce küçük kan dolaşımından bahsetmişse de, Harvey hesaplamalar yaparak deneysel yolla bu bilgiyi doğruluyor. Yani Harvey’in çalışmasının önemi, kan dolaşımını açıklamanın da ötesinde, deneysel metoda yaptığı katkıda yatıyor.

18 ve 19. asırlarda Batı’da tıp alanında çok sayıda yeni buluş yapılıyor, bunlar arasında kritik sayılabilecek bir gelişme mikroskobun icadı. Bu yeni buluşla hem insan hücrelerinin hem de mikropların görülmesi mümkün hale geliyor. Bu dönemde hastalık belirtileriyle insan vücudunda görülen değişiklikler arasındaki ilişki daha iyi anlaşılıyor ve konuyu “Humoral Patoloji” teorisine göre daha iyi açıklayabilecek yeni fikirlere doğru bir arayış başlıyor. Nihayet Alman hekim Rudolf Virchow 19. asrın sonlarında hücreleri esas alan “Sellüler Patoloji” teorisini geliştiriyor ve tıbbın yeni istikameti ortaya çıkmış oluyor. Anestezi ve antisepsi sayesinde büyük ameliyatların yapılabilmesi, yeni tip hastanelerin ortaya çıkması, laboratuar araştırmalarının başlaması ve Röntgen ışınları yoluyla film çekmenin mümkün hale gelmesi bu dönemde ortaya çıkan yeniliklerden başlıca olanları. 20. asırla birlikte gelişmeler daha da hızlanıyor.

OSMANLI TIP ALANINDA NEREDE?

Osmanlılar bütün bunların neresinde? “Tam ortasında” olmasa bile, iyi bir yerde olduğunu söylesek abartmış olmayız. “Humoral Patoloji” teorisinin revaçta olduğu dönemde İbni Sina gibi âlimlerin eserlerini okuyorlar ve aynı anlayışa uygun yeni kitaplar yazıyorlar. Medrese ve darüşşifaların en ileri kurumlar olduğu dönemde pek çok medrese ve darüşşifa açıyorlar. Tıbbın modernleştiği dönemde modern tıp eğitimi veren Tıbbiye’yi açıyorlar, yurt dışından yabancı hocalar getiriyorlar veya uzmanlık eğitimi için dışarıya öğrenciler gönderiyorlar. Karantina ve çiçek aşısı gibi konularda dünyadaki gelişmeleri takip ediyorlar. Gureba ve Etfal gibi yeni tipte pek çok hastane açıyorlar.

İnsanın tarihine sahip çıkması güzel bir şey, ama bunun için önce tarihi doğru anlamak gerekir. İmam Gazali tıp ilmini dünyevî ilimlerin en faydalısı kabul ediyor. Evet, fıkıh ve akaid gibi ilimlerin aksine tıp dinî ilimlerden biri değil, dünyevî bir ilim. Abbasîler zamanında da öyleydi, Osmanlı’da da öyleydi, bugün de öyle. Nasıl İbni Sina bütün dünyanın takdir ettiği bir hekimse, Cezerî de öyle medar-ı iftiharımız; ama Arşimet’le Cezerî’yi birbirine katıp “İslamî Mühendislik” diye bir şey ortaya atmaya kalksaydık İHA yapamazdık, vesselam.

#İmam Gazali
#tıp
#İbni Sina
#Cezerî
#Hipokrat
#Roma
#Yunan
#Osmanlı
2 yıl önce