|

‘Lâ yefhem’ uykusu

00:00 - 17/01/2022 Pazartesi
Güncelleme: 22:24 - 16/01/2022 Pazar
Yeni Şafak
Arşiv
Arşiv
Beyzanur Yılmaz

Eğitimci - İlahiyatçı Yazar

Yalnızlık..

Zahiri olmayan ancak kendini her yönü ile hissettiren batınî bir yalnızlık..

Mevlana ne güzel demiş;

“Yalnızlığın en kötüsü seni anlamayanların arasında kalmaktır.” diye…

En kötüsü de bu belki... Anlatmak için çabalasak da anlamamakta ısrar edenlerin ve ne kastettiğimizi duymak istemeyenlerin arasında kalmak…

İletişimin sağlanabilmesi için gerekli olan şartlardan biri de gönderenin alıcıya iletmek istediği mesajın alıcıya ulaşmasıdır. İster sözlü, ister yazılı olsun alıcıya giden mesajın ona ulaşması iletişimde önemli bir husustur. Mesaj iletilir iletilmesine de, iki tarafı da memnun eden bir formda mı olur? İşte burası muamma… Bir insan neden karşısındakini anlamak istemez? Belki de bunu sormak lazım.

ANLAMAYI İSTEMEMEK

Bu durumun temelinde birçok sebep var. Olaya psiko-sosyal açıdan baktığımızda, anlamaktan ziyade “anlamak istememe”nin olduğunu görebiliriz. Ünlü psikolog Sigmund Freud’un analizlerinde şu var: “Hoşa gitmeyen bir fikrin doğru olmadığını düşünmek, insanın doğasında vardır.” O zaman şunu diyebiliriz; “anlamak istememek”, hoşumuza gitmediğini ve ısrarla doğru olmadığını düşündüğümüz konularda ortaya çıkar ki, bu da kendini anlatmak isteyeni yalnızlaştırır.

Kişi için karşısındakini anlamak, mağlubiyet hissi oluşturur. Anladığı takdirde anlatılan için çözüm üretmesi ve değişmesi gerektiğini bilir ama bunu yapmak istemez. Ayrıca anladığı vakit, kötü bir hisse kapılacağını düşünür. Bu anlamda “Seni anlıyorum” demek ve bu söze bağlı eylemlerde bulunmak, herkesin yapabileceği bir şey değildir. Özellikle kişi kendini haklı görüyor ve bu konuda ısrarcı davranıyor ise.

Çünkü anladığını göstermek, bir sorun var ise onunla yüzleşmeyi de beraberinde getirir. Birçok insan da bu yüzleşmeden kaçar veya hazır olmadığı ya da “ben haklıyım” şeklindeki kalıp yargısından kurtulamadığı için karşıdakini anlamak istemez. Bunun için kendini tahlil etmek, yanlış olanı görme bilincinde olarak öznel haklılığı savunan bir mantık çerçevesinden çıkmak için çaba göstermek, kişinin insanî bir sorumluluğu olsa da hangimiz bunu lâyıkı ile yapıyoruz, işte sorun tam da burada başlıyor aslında…

VAR İKEN YOK OLMAK

Başkalarını tahlil ederiz ancak iş kendimize geldiğinde hemen antenleri kaldırır, savunma mekanizmamızı çalıştırırız. Ardından ise “anlamak istememe” tavrı belirli bir süre sonra hayatımızda alışkanlık haline gelir. Oysa ki doğru olan bir insanı ya da bir davranışı anlama yoluna girerek, resmin bütününe bakabilmeyi düstur edinmektir. Misal aynı evde yaşayan iki yabancı örneğinde olduğu gibi, “sen” ve “ben” çatışması, “ben haklıyım” kalıp yargısı, savunma mekanizmasının durmadan çalışması, “anlamak istememe” deki ısrar ve sonuç olarak iki iken tekmiş hissi ile gelen yalnızlık… Ve yalnızlığın farklı bir tarafı olan, anlamama ve anlaşılmamaktan tezahür eden, “var iken yok olma” durumu…

Bununla beraber en zoru da haklılığını anlatmaya çalışan, kendini ifade etmeye çabalayan kişinin yaşadığıdır. Düşünsenize, konuşuyorsunuz, anlatıyorsunuz ama karşı taraf sağır ve dilsiz ya da konuşsa da ibreyi kendinden başka tarafa çevirmemekte kararlı… Ne tür bir yalnızlık olduğunu, bu hissi yaşayanlar mutlaka şu an hatırlamıştır bile…

İnsan anlaşılmak ister, ancak anlamamazlıktan gelen ya da mazeretlere sığınanların savunma mekanizmaları yüzünden yalnızlaşır. Konuşur ama duyulmaz, yazar ama görülmez, haykırır ama maalesef karşıdaki sağırdır (!)

Hz. İsa’ya (a.s) sormuşlar.

“Ölü diriltmekten daha zor ne olabilir?” diye.

Şöyle demiş;

“İfhamu men la yefhem” yani “Anlamayana, anlatmak…”

‘La yefhem’ uykusundan uyanamamak…

Uyanmak ve uyananlara rast gelmek ümidi ile…

#Mevlana
#Sigmund Freud
#Lâ yefhem
2 yıl önce