|

Özür dile öp geçsin

Tarihte veya bugünde yüce-eşsiz-günahsız ve üstün bir millet olmadığı gibi, aşağılık-özelliksiz, suçlu veya günahkâr bir millet de yoktur. Tarihte anlatılmış kahramanlık ve düşmanlık öyküleri ile milliyetçi duygular ancak köpük gibi kabartılır.

Birgül Bindal
00:00 - 24/04/2014 Perşembe
Güncelleme: 00:06 - 24/04/2014 Perşembe
Yeni Şafak
Gündem
Gündem

Tarihteki korkunç olaylardan; utanç duyup bu günlerde bunlar için ''özür dilemek-diletmeye çalışmak'' ve ajite (kışkırtan) sloganlar atarak acıklı ağıtlarla tarih ve hukuk anlatmak çıldırmanın bir tezahürü değil de nedir? Bu acıklı hikâyeleri ''gerçek tarihçilik'' diye satmak, duyarlılık adına her yıl aynı günlerde bunları sahnelemek ne kadar tarihsel/bilimsel bir hassasiyettir?

Tarihte veya bugünde yüce-eşsiz-günahsız ve üstün bir millet olmadığı gibi, aşağılık-özelliksiz, suçlu veya günahkâr bir millet de yoktur. Tarihte anlatılmış kahramanlık ve düşmanlık öyküleri ile milliyetçi duygular ancak köpük gibi kabartılır.

TARİH YALANLA BAŞLAR

Efsaneler ve mitler tarih yazımının başlangıcıdır diyebiliriz.  Dünyada tarih yazımında çarpıtmalar; iktidarı, gücü ve önyargıları pekiştirmek için başlamıştır. İnsan aklı, bu önyargıları aştıkça, çarpıtmaları tanıdıkça ilerleyecek, doğruyu keşfedecektir. Ancak tarih yazımında önemli bir hastalık olan belge-kanıt fetişizmini aşmak ve hakkaniyetli bir tarih felsefesi ortaya koymak tarih yazıcılığından çok daha önemlidir. İnanıyoruz ki tarih, her zaman kanıtların, belgelerin doğrulayabileceği/geliştirebileceği bir alan değildir. Tarihte sadece belgelerle yazılmış hikâye aktarımları bu alanda akademik kısırlığın bir tezahürüdür.

Dünya tarihinde tarihçiler, olayları aktarırken ''gerçek olsun olmasın'' eserlerini resmi politikaların, siyasi gücün argümanlarını oluşturacak, halkın bir kısmının kimlik arayışına hizmet edecek, şekilde kaleme almışlardır.

24 NİSAN; GERİLİM VE ACI HATTI

Tarihçilik, savaşların, galibiyetlerin, onurların, soyluların, kahramanlıkların, gururların ve insansızmış gibi coğrafyaların tarihini yazma uğraşı olmuştur. Mağluplar yani kaybedenler kimliksiz halktır, onların da tarihi zaten önemsenmemiştir. Bütün savaşlarda ve milliyetçi kavgalarda, savaşı çıkaran taraflar değil savaştan ve siyasetten uzak insanlar öldürülmüştür. En ağır bedelleri hep masumlar ödemiştir. 

Her yıl Nisan ayında dış ülkelerle garip gergin diplomasi atakları yaşadığımızdan, ülkemizde de yüz yıl öncesine yakılan ağıtların sesi yükselir. Bu olay son yıllarda daha yüksek bir gerilim ve acı hattıyla işlenmiştir.

ÖZÜR DİLE KAMPANYASI VE TARAF GAZETESİ

Ernst Renan''ın dediği gibi ''Millet, insanların pek çok ortak şeyi bulması ve aynı zamanda birçok şeyi unutmuş olmasıyla olur.'' Yüzlerce yıl ortak yaşadığımız şarkılarımızı, oyunlarımızı, masallarımızı, tarihimizi unutacak değiliz.

Osmanlı halkları aynı kültür havzasının ürünü tek bir millettir. Dillerimiz farklı da olsa şarkılarımız hikâyelerimiz ağıtlarımız acılarımız aynıdır. Bu halklar birbirlerine hiçbir zaman düşman olmadılar.

Osmanlı''nın iki tebaası olan Türkler ve Ermeniler arasında yaşandığı iddia edilen korkunç olayların müsebbibi bu halklar değil, ticaret ve siyasette Osmanlı''yı silmek isteyen bir zihniyettir.

Kardeşlik tarihimizi hiçe sayanlar, Osmanlı''yı yıkan zihniyetin devamı Taraf ve Radikal gazetesi yazarlarının başlattığı ''özür dile kampanyasının'' sahipleridir.

Osmanlı tarihini ve halklarını suçlu günahkâr diye modern zamanlarda anmak isteyenlerin çarpıttıkları tarihi gerçekler bu çağda gizlenemeyecektir.

Koca bir halka işine öyle geliyor diye tarihini sildirip özür diletmeyi düşünmek, suçu gizlemekten başka bir kaygı olmadığı gibi hukuksal hiçbir temeli olmayan aklen malul bir istemdir.

( Divermento: Ermeniler ve Türkler arasında yaratılan sanal düşmanlığı reddeden, iki halk arasında ki gönüllü barış elçisi olan Hrant Dink''in öldürülmesi ile paralel çete/sözde cemaat arasındaki bağı gün yüzüne çıkaran Nedim Şener''e Taraf gazetesi yazarlarının iftiralarla saldırması, bizce elbette tesadüf değildir.)

(…)

Osmanlı''nın son dönemlerini ve bu dönemde Ermenilerin ticari hayattaki başarılarını hatırlayınca; belki yaşanan korkunç olayların arkasındaki ana manzaraya ve sebeplere farklı bir pencereden bakmamız mümkün olacaktır.

ERMENİLER VE TİCARET

''Başka bir Hıristiyan halk olan Ermeniler arasında, kendine özgü, özel bir ticaret ruhu hüküm sürer; Çin sınırlarından, Gine kıyılarındaki Korso Burnu''na kadar, kuzeyden doğuya, güneyden batıya, neredeyse eski kıtanın tamamını kaplayan bölgede ticaret yaparak ilerlerler; bu ticaret, karşılaştığı bütün halklar arasında barışçıl bağlar kurulmasını sağlayabilmiştir.'' (Immanuel Kant)

Ermeni sermayesinin saygınlığı, çok eski zamanlara dayanmaktadır. Bu saygıya iyi bir örnek olarak, Kırım''daki Kaffa şehrinde yaşayan Ermeni cemaatinin 14. ve 15. yüzyıllarda, Cenevizlilerin yürüttükleri canlı ticaretin imtiyazlı ortağı oluşlarını gösterebiliriz. İlk ticari dünya haritasını basmış olmaları, ticaretteki ilk etik, ölçü kitaplarını basarak, ticaretteki güvenilirliklerini pekiştirmeleri bu alandaki ince zekâlarının birer temsilidir…

Kant''ın dikkatini çeken bu ticaret haritasının genişliği ve Ermenilerin kendi ticari üslupları ve diplomatik zekâları gerçekten takdire şayandır. Bu sebeple, Ermeniler uluslararası ticaret ve ekonomide sınır tanımamışlar; 17. yüzyılda dünya ekonomisinde lider dahi olmuşlardır. Bu üstünlük sonraki dönemlerde de etkisini hissettirmiştir. Ermeniler, Asya genelinde ticaret yapan en başarılı grup olmuşlar, en az Londra''nın ya da Amsterdam''ın önde gelen tüccarlarının servetleri kadar büyük kişisel servetler edinmişlerdir. Bu yüzyılda Ermenilerin sermayesi büyük devletlerle rekabet edebilecek kadar güçlüdür. Silahlara dayalı olmayan bu güç, köklü bir geleneğe dayanıyordu. Dünya ticaretinin en antik zamanlarından bu yana, çeşitli ticaret kolonileri kurmuşlar, Anadolu''ya gelen ticaret kervanlarına özel hanlar ve bedestenler de inşa etmişlerdir.  Bu sebeple, Anadolu''daki ticaret yollarının en kilit şehirlerine yerleşmişlerdir. Bu gün de ticari başarısı sürmekte olan Anadolu şehirlerinde bu izleri görebiliriz.

İTTİHAT TERAKKİ VE MUSEVİ MİLLİYETÇİLER

Kemal Karpat, „The memories of N.Batzaria: The Young Turks and nationalism'' başlıklı bir çalışmasında; „… güvenilir kaynaklara dayanarak biz, İttihat ve Terakki Cemiyeti''nde Selanik Mason localarının ve Balkanlar''da bu cemiyetin oluşum yıllarında Yahudilerin, etkin rol oynadıklarını biliyoruz. Örneğin, Selanik Mason Locası Masuk-u Azami ve daha sonra Istanbul''da mebus Emanuel Karasu ve Primo Levi, Oscan Straus ve Jakob Schiff gibi başka Masonlar bir zamanlar Talat Paşa ve Cavit Bey''in yakınlarıydılar. Bu son ikisi, İttihat ve Terakki hükümetinde yüksek mevkiler işgal etmiş olup Mason localarının da önemli üyeleriydiler.''

Bernard Lewis''le beraber İttihat ve Terakki Cemiyeti üzerine çalışmalar yapmış ünlü Türk tarihçisi Feroz Ahmad ise, İttihat ve Terakki ile Yahudi cemaati arasındaki ilişkiyi değerlendirirken; ''Her kim ki 1908 devrimini İngiliz dışişleri raporları, İstanbul''a gönderilen The Times muhabirleri ya da başkentin muhafazakâr basınına dayanarak tetkik ediyorsa, Yahudilerle İttihat Terakki''nin arasındaki ilişkiyi görecektir. İngiliz sefiri İttihat ve Terakki Cemiyeti''nden Yahudi cemiyeti diye bahseder… Bununla birlikte yerli muhafazakâr basın ise, İttihatçıların yanlış politikalarının günah keçisi olarak, Selanik''in Yahudi ve dönmelerini görüyor ve bu politikaların İslam cemaatine zararlı olduğunu söylüyorlardı.'' (…)

Moiz Kohen nam-ı diğer Munis Tekinalp; Büyük Türkçülük düşüncesinin en ateşli savunucularından, aynı zamanda Turancı, Siyonist ve Kemalist kimlikleriyle de anılmış, CHP üyesi, hatta milliyetçiliğin ekonomik temelini ilk atanlardan birisi olmuştur. Tekinalp, özellikle ekonomik alanda millileşme fikrinin savunucusu olmuştur.

MİLLİ EKONOMİ

İttihatcılar ve Türk Yahudiler, Hıristiyanların ekonomik hegemonyalarına karşı bir hareketi lüzumlu gördüler. Bu hegemonyayı sonlandırmak için çareler üretip, onları hayata geçirdiler. İttihat Terakki Cemiyeti''ne mensup Türk Yahudiler, milli burjuvazinin önemli bir bölümünü teşkil etmiş oldular.

1912 yılında İttihatcılar, milli ekonomiyi yaratmanın imkanlarını tartıştılar. Alman ekonomi- politik uzmanı Friedrich List''ten aldıkları, milli ekonomi kavramı, İttihatcılar için önemli bir hedefti. Bu kavramın tartışılıp hedef haline sokulmasında 1912 yılında Selanik''ten İstanbul''a göçmüş olan Moiz Kohen (Munis Tekinalp)''in katkıları oldukça fazlaydı. Ayni zamanda Kohen, Yahudilerin kendilerini Türk olarak görmeleri-adlandırmaları fikrini yaymaya çalışıyordu. Bizzat kendisi Türk; Tekinalp ismini almış, bu isimle tanınmış, oldukça tartışılmış çalışmaların altına imzasını atmıştır. Yazıları milliyetçi ideolojinin gelişmesine yardımcı olmuştu.

10 yıl önce