|

"İstanbul'un Fatihi": Genç Yaşta Bir İmparatorluğun Kaderini Değiştiren Padişah: Fatih Sultan Mehmet kimdir?

Osmanlı İmparatorluğu'nun yedinci padişahı ve 1453'te İstanbul'u fethederek Bizans İmparatorluğuna son veren Fatih Sultan Mehmet, II. Murad’ın dördüncü oğludur. Genç yaşta tahta çıkan ve oldukça başarılı bir yönetim sergileyen Fatih Sultan Mehmet’in hayatı, askeri başarıları ve yönetimi, birçok tarihçi ve araştırmacı tarafından tarih boyunca incelenmiştir. Fatih Sultan Mehmet’i tarihi bir figür yapan en büyük başarısı ise şüphesiz 1453'te İstanbul’u feth etmesidir. Peki, Fatih Sultan Mehmet kaç yaşında ve yılında tahta çıktı? Fatih Sultan Mehmet’in yaptığı seferler neler, İstanbul’u kaç yaşında fethetti? İşte tüm soruların yanıtları.

17:35 - 8/12/2023 Cuma
Yeni Şafak
Fatih Sultan Mehmet'in hayatı, tarihteki yeri ve önemi
Fatih Sultan Mehmet'in hayatı, tarihteki yeri ve önemi

Peygamber Efendimizin müjdelediği, 21 yaşında İstanbul'u fethederek 1000 yıllık Bizans İmparatorluğu'na son vermiş Osmanlı’nın 7. padişahı Fatih Sultan Mehmet, çok genç yaşta tahta çıkmıştır. Fatih Sultan Mehmed'in en büyük başarısı, kuşkusuz 1453'te İstanbul'un fethidir. Bu olay, Orta Çağ'ın sonunu ve Yeni Çağ'ın başlangıcını simgelemekte, aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu'nun yükselişinin en önemli kilometre taşlarından biri olarak kabul edilmektedir. Peki, Fatih Sultan Mehmet kaç yaşında padişah oldu ve neden vefat etti? Fatih Sultan Mehmet’in bildiği diller neler? İşte Fatih Sultan Mehmet’in hayatı.

FATİH SULTAN MEHMET KİMDİR?

Fatih Sultan Mehmed, Osmanlı İmparatorluğu'nun yedinci padişahı ve 1453'te İstanbul'u fethederek Bizans İmparatorluğu'na son veren tarihi bir figürdür. Fatih Sultan Mehmed, 30 Mart 1432 tarihinde Edirne'de doğmuştur. Babası II. Murad, annesi ise Hüma Hatun'dur. Mehmed, çocukluğundan itibaren iyi bir eğitim almıştır.

FATİH SULTAN MEHMET’İN BİLDİĞİ DİLLER NELER?

Fatih Sultan Mehmet Arapça, Farsça, Latince, Yunanca gibi dilleri öğrenmiştir. Ayrıca, matematik, astronomi, felsefe ve tarih gibi konularda da bilgi sahibi olmuştur.

FATİH SULTAN MEHMET KAÇ YAŞINDA TAHTA ÇIKMIŞTIR, KAÇ SENESİNDE?

1444 yılında, henüz 12 yaşındayken tahta çıkan Fatih Sultan Mehmed, babasının yeniden tahta geçmesiyle kısa bir süre için tahttan inmiş, ancak 1451'de babasının ölümü üzerine tekrar Osmanlı tahtına oturmuştur.

FATİH SULTAN MEHMET KAÇ YAŞINDA İSTANBUL’U FETHETTİ?

Fatih Sultan Mehmed, İstanbul'u 1453 yılında, 21 yaşında fethetti. Bu büyük başarısı, onu tarihte "İstanbul'un Fatihi" olarak ünlü bir figür haline getirmiştir.

FATİH SULTAN MEHMET’İN YAPTIĞI SEFERLER NELER?

Fatih Sultan Mehmed, Osmanlı İmparatorluğu'nun en önemli padişahlarından biri olarak bilinir ve onun dönemi, birçok önemli askeri seferle doludur. İşte Fatih Sultan Mehmed’in döneminde gerçekleştirilen bazı önemli seferler:

İstanbul'un Fethi (1453):
Fatih Sultan Mehmed'in en meşhur başarısı, 21 yaşında İstanbul'u fethetmesidir. Bu, Orta Çağ'ın sonunu ve Yeni Çağ'ın başlangıcını simgeleyen, tarihi bir dönüm noktasıdır.
Sırbistan Seferi (1454-1459):
İstanbul'un fethinden sonra, Fatih, Sırbistan'a yönelik seferler düzenlemiş ve bölgeyi Osmanlı egemenliğine dahil etmiştir.
Morea Seferi (1460):
Fatih Sultan Mehmed, Bizans İmparatorluğu'nun son toprak parçası olan Morea'yı (Peloponez Yarımadası) ele geçirmiş ve böylece Bizans mirasını tamamen Osmanlı topraklarına katmıştır.
Eflak Seferi (1462):
Fatih, Eflak'ı (günümüzde Romanya) kontrol altına almak için bir sefer düzenlemiş, ancak bu bölge sık sık bağımsızlığını ilan etmeye çalışmıştır.
Bosna Seferi (1463):
Fatih, Bosna'yı fethederek Osmanlı topraklarına katmış ve bölgedeki Hristiyan krallıkları zayıflatmıştır.
İkinci Arnavutluk Seferi (1466-1467):
İskender Bey'in direnişine karşı düzenlenen bu seferde, Fatih bizzat Arnavutluk'a gitmiş ancak İskender Bey'i yenememiştir.

Otlukbeli Savaşı (1473): Doğuda, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan'a karşı kazanılan bu savaş, Osmanlı'nın doğu sınırlarını güvence altına almıştır.

Ege ve Akdeniz'deki Seferler:
Fatih, Ege ve Akdeniz'de birçok adayı fethetmiş ve Osmanlı donanmasını güçlendirmiştir.
Moldova Seferi (1476):
Bu sefer, Moldova'yı Osmanlı egemenliğine sokma amacıyla yapılmıştır, ancak tam bir başarı sağlanamamıştır.
Venedik'e Karşı Savaşlar (1463-1479):
Fatih, Venedik Cumhuriyeti'ne karşı uzun süren savaşlar yürütmüş, bu savaşlar sonucunda önemli toprak kazanımları elde etmiştir.

PEYGAMBER EFENDİMİZİN MÜJDELEDİĞİ PADİŞAH

Peygamber Efendimiz, İstanbul'un fethini müjdeleyen bir hadis-i şerif söylemiştir. Bu hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur:

"İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutandır, onu fetheden ordu ne güzel ordudur."

Bu hadis-i şerife göre, İstanbul'u fetheden komutan ve ordu övülmüştür. Bu övgüden, İstanbul'un fethinin önemli bir olay olduğu ve bu olayın gerçekleştiren komutanın ve ordunun da önemli bir rol oynadığı anlaşılmaktadır.


Peygamber Efendimizin müjdelediği padişah, İstanbul'u fetheden Fatih Sultan Mehmed'dir. Fatih Sultan Mehmed, 21 yaşında İstanbul'u fethederek 1000 yıllık Bizans İmparatorluğu'na son vermiştir. Bu olay, Orta Çağ'ın sonu ve Yeni Çağ'ın başlangıcı olarak kabul edilmektedir.

FATİH SULTAN MEHMET’İN HAYATI

27 Receb 835 (30 Mart 1432) tarihinde Edirne’de doğdu. II. Murad’ın dördüncü oğludur. Altı yaşında iken Amasya’ya vali tayin edildiği iddiası şüphelidir; 1443 baharında iki lalası Kassabzâde Mahmud ve Nişancı İbrâhim b. Abdullah Bey ile Edirne’den Manisa’ya vali gönderildiği bilinmektedir. Aynı yılın sonlarında ağabeyi Amasya valisi şehzade Alâeddin Ali Çelebi’nin vefatı üzerine tahtın tek vârisi durumuna geldi. Tahttan çekilmeyi düşünen II. Murad 847 (1444) baharına doğru onu Manisa’dan yanına getirtmiştir. 24 Safer 848’de (12 Haziran 1444) Edirne’de Macar kralı, Sırp despotu ve János Hunyadi’nin (Yanko) elçileriyle barış antlaşması imzalanırken Mehmed de hazır bulundu. Ardından II. Murad oğlu Mehmed’i tahtına geçirip “kaymakam ederek” Anadolu’ya geçti ve temmuzda Yenişehir’de Karamanoğlu ile kendi adına ve “Mehmed Bey” adına bir ahidnâme (sevgendnâme) imzaladı. Oradan dönüp ağustosta Mihalıç ovasında kapıkulu ve paşalar önünde tahtı resmen oğlu Mehmed’e bıraktığını ilân etti. Kendisi Bursa civarında zâhidlerle inzivâ hayatına çekildi. Devletin henüz on iki yaşında olan tecrübesiz bir gencin eline bırakılması içeride ve dışarıda büyük buhranlara yol açtı.

Balkanlar’da ve Anadolu’da II. Murad zamanında alınan yerler terkedildi. Nitekim 1440’ta tamamıyla fethedilen Sırp despotluğu eski sahibi Curac Brankoviç’e iade edilerek canlandırılmış, Eflak beyinin tâbiiyet bağları Macar aracılığı sonucunda gevşetilerek şahsen padişaha kulluğunu sunmaya gelmesi şartı kaldırılmış, böylece Osmanlı ülkesi etrafında bu iki beyliğin üzerinde Macar etkisi kuvvetlenmişti. Anadolu’da ise Karamanoğlu’na Beyşehri, Akşehir, Seydişehir ve Oklukhisarı terkedilmişti. Güney Arnavutluk’ta Gin Zenebissi ayaklanmasını kuzeyde eski Akçahisar subaşısı İskender Bey’in isyanı izledi. Güneyde Mora Despotu Konstantin, Korint berzahını aşarak Osmanlı nüfuz bölgesine girdi. 846 (1443) kışında düşmanla birleşerek Sofya’da bir vladikayı başlarına getiren Bulgarlar bile bir tehlike unsuru olarak görünmekteydi. Edirne’de kararlaştırılan barışa karşı Macaristan’da savaşçı bir cereyan uyanmış ve bir Haçlı seferi için hazırlıklara başlanmıştı. Batı hıristiyanları Bizans’ın aracılığı ile Karamanoğlu’nu da ortak bir saldırıda aralarına almaya çalışıyorlardı.

Sultan Mehmed aynı zamanda büyük bir iç bunalımla da karşı karşıya kaldı. O yaz pâyitahtta paşalar arasındaki rekabet ve çekişme, Edirne’de korku içindeki halkın Anadolu’ya kaçışı, gösteriler ve nihayet kanlı Hurûfî ayaklanması (8 Cemâziyelâhir 848 / 22 Eylül 1444), şehri harap eden büyük yangın bu buhranın başlıca görüntüleridir. Küçük yaştaki padişah duruma hâkim olamıyordu. II. Murad devleti daha ziyade ulu veziri Çandarlı Halil Paşa’nın yetkili ellerine bırakmıştı. Fakat diğer devlet büyükleri, bilhassa Çandarlı’nın eski rakibi Rumeli beylerbeyi vezir Şehâbeddin Şâhin ile şehzade lalası Nişancı İbrâhim ve Zağanos paşalar (hepsi kul aslından) Çandarlı’ya karşı II. Mehmed’in etrafında toplanmışlar, iktidarı onun adına Çandarlı’nın elinden almaya çalışıyorlardı. O yaz Bizans’ın elindeki Osmanlı şehzadesi Orhan Çelebi tahtı Mehmed’in elinden almak ümidiyle İstanbul’dan harekete geçmiş, İnceğiz’e gelmiş, taraftar bulamayınca Dobruca’ya kaçmış, nihayet Şehâbeddin Paşa’nın sıkı kovalaması sonucunda bir şey yapamadan tekrar İstanbul’a sığınmıştı.

Haçlı ordusu 18-22 Eylül’de Tuna’yı aştı. Macarlar ile hareket eden en büyük yardımcı kuvvet Eflak beyinin gönderdiği askerlerdi. Bir Haçlı donanması Anadolu’dan kuvvet geçmesini önlemek için Boğazlar’ı tutmuştu. Çandarlı ve taraftarları II. Murad’ı tekrar iş başına getirmekten başka çare olmadığını düşündüler. Bursa’ya gönderilen Kassabzâde Mahmud Bey’in ısrarları neticesinde nihayet II. Murad inzivâsını bıraktı, Edirne’ye geldi. Şehâbeddin ve Zağanos, II. Mehmed’i ordunun başına geçirmek ve babasını Edirne korumasında bırakmak istiyorlardı. Sonunda II. Murad idaresinde hareket eden Osmanlı ordusu ile Haçlı kuvvetleri Varna’da karşılaştı ve Haçlı kuvvetleri yenildi. Çandarlı Halil Paşa, Varna zaferinden sonra eski itibarı yükselen ve gerçek iktidarı elinde tutan II. Murad’ı gerçek padişah sayıyor ve rakiplerine karşı Edirne’de kalması için direniyordu. II. Murad geleceği için tehlikeli olabileceğini düşünerek oğlunu tahttan indirmek istemedi; Edirne’de birkaç gün kalıp Manisa’ya çekildi. Rakipleri onun dikkatli barış siyasetine karşı fütuhatçı bir siyaseti desteklemişler ve genç padişahı bu yolda teşvike başlamışlardı. İstanbul’un fethi fikri bu tarihte yeniden ortaya atıldı. Böylece Çandarlı ile Manisa sarayının nüfuzu önlenebilirdi. II. Mehmed bu yıllarda, kuvvetle Zağanos’un etkisi altında kalarak İstanbul fethini padişahlığının ilk şartı olarak benimsemiş bulunuyor ve Çandarlı’yı başlıca engel görüyordu. Genç sultanın savaşçı siyaseti Sırp despotu ile Bizans imparatorunu olduğu kadar Kastamonu ve Karaman beylerini de telâşa düşürmüş, bunlar Manisa’da II. Murad’a elçilerle şikâyette bulunmuşlardı. II. Murad oğlunu ve onu kışkırtan vezirlerini azarlayıp durumu yatıştırmıştı.

Yeniçerilere güvenen Çandarlı Halil Paşa, II. Murad’ı tahta geri döndürmek için faaliyetlerini hızlandırdı. II. Murad da oğlunun durumunu tehlikeye düşürmeden ve bir iç savaşa yol açmadan tahta gelmek istiyordu. O sırada Rumeli’deki tehlikeli durum bu değişiklik için bahane hazırladı. Mora despotu Korint berzahı surlarını (Germe) yeniden inşa ettirerek Osmanlılar’a meydan okuyordu. Bu esnada Edirne’de büyük bir yeniçeri isyanı patlak verdi. Ayaklanan yeniçeriler, güçlükle II. Mehmed’in sarayına kaçabilen Şehâbeddin Paşa’nın sarayını yağma ettiler. Asilerden bir kısmı İstanbul’da bulunan Orhan Çelebi’ye taraftarlıklarını ilân ettiklerinden padişahın tahtı tehlikeye düştü. İsyan, yeniçeri ulûfesinin arttırılması ve itaat etmeyenlerin halkın yardımı ile kılıçtan geçirilmesi sayesinde bastırılabildi. Böylece II. Mehmed’in devleti idare edemediği ortaya çıkmış sayılıyordu. Çandarlı’nın gönderdiği gizli haberle 8 Safer 850’de (5 Mayıs 1446) yola çıkmış olan II. Murad Edirne’deki isyan sebebiyle Bursa’ya gelip bir süre bekledi, ardından ağustosta Edirne’ye geldi ve yeniçerilerin yardımıyla tekrar tahta çıktı. II. Mehmed hemen Manisa’ya gönderildi. Kendisine atabey olarak Zağanos ve Şehâbeddin paşalar tayin edildi. II. Mehmed’in 1444 Ağustosundan 1446 Ağustosuna kadar sürmüş olan bu ilk saltanat dönemi kişiliğinde kuvvetli etki yapmıştır. Çandarlı Halil Paşa’nın iktidarını kırma, yeniçerileri hizaya getirme, enerjik bir gazâ siyaseti izleyip İstanbul’u fethetme düşüncesi o zaman zihninde yerleşmiş olmalıdır.

Resmî olarak Mehmed Çelebi Sultan unvanıyla anılan Mehmed’in o zamanki durumu daha önce padişah olduğundan bir şehzadeninkinden farklı idi. Ege denizinde Venedikliler’e ait adalara karşı 850-853 (1446-1449) yılları arasında hücumlar, gazânın temsilcisi sıfatını benimseyen Mehmed Çelebi Sultan’ın kontrolü altındaki bölgelerden yapılıyordu. II. Murad, âsi İskender Bey’e karşı gerçekleştirdiği seferde Mehmed Çelebi’yi Manisa’dan getirtti (852/1448); Yanko’ya (János Hunyadi) karşı yapılan Kosova meydan savaşında kaynakların ifadesiyle “Han Mehmed” sağ kolda savaştı. 854’te (1450) II. Murad’ın ikinci Arnavutluk seferine de katıldı. Akçahisar önündeki başarısızlığın etkisi Edirne’de görkemli bir düğünle giderildi. Bu düğün, Mehmed Çelebi’nin Dulkadıroğlu Süleyman Bey’in kızı Sitti Hatun ile evlenmesi dolayısıyla yapılmıştır (Şevval-Zilkade 854 / Kasım-Aralık 1450).

II. Mehmed’in gelinle Manisa’ya gitmesinden az sonra Çandarlı tarafından gönderilen gizli bir mektup babasının öldüğünü ve acele pâyitahta hareket etmesini bildiriyordu (8 Muharrem 855 / 10 Şubat 1451). II. Mehmed süratle Gelibolu’ya geldi. O sırada babasının ölüm haberi yayılmış ve Edirne’de yeniçeriler ayaklanmıştı. Çandarlı Halil Paşa üzerlerine asker göndererek durumu kontrol altına aldı ve yeni padişah adına bağış vaat etti. Yeniçeriler “Çandarlı Halil’e olan saygıları sebebiyle” yatıştı. Mehmed, 16 Muharrem 855’te (18 Şubat 1451) on dokuz yaşında ikinci defa Osmanlı tahtına çıktı. Manisa’da geçirdiği beş yıl onu olgunlaştırmıştı. Bu sırada siyasî durum da düzelmişti. Çandarlı’nın siyaseti ve II. Murad’ın Mora (850/1446), Arnavutluk ve Kosova (852/1448) zaferleri, Eflak’ta Yergöğü’nün alınması (853/1449) Balkanlar’da Osmanlı nüfuz ve hâkimiyetini tekrar kuvvetle yerleştirmiş, yeni Haçlı girişimlerine karşı Avrupa’nın cesaretini kırmış, İstanbul fethini de yakınlaştırmıştı.

Sultan II. Mehmed’in cülûsu düşmanları ümitlendirdi. İlk saltanatı sırasında devletin düştüğü perişan durumu hatırlayanlar Osmanlı Devleti’ne yeni bir darbe vurma zamanının geldiğine hükmetmişlerdi. Balkanlar’da ve Anadolu’da tâbi devletler, hatta Bizanslılar tehditle tavizler kopardılar, saldırıya geçtiler. Anadolu’da Karamanoğlu İbrâhim Bey, Hamîd-ili’nde bazı kaleleri ele geçirdiği gibi Germiyan’da, Aydın-ili’nde ve Menteşe-ili’nde eski hânedan üyeleri ortaya çıkıp duruma hâkim oldular. Bu zor durum karşısında II. Mehmed yeniçerilere dayanan Çandarlı Halil’i vezîriâzamlıktan ayırmadı. Fakat Anadolu beylerbeyiliğine Uzguroğlu Îsâ Bey yerine İshak Paşa’yı gönderdi; Şehâbeddin Paşa ikinci vezir oldu, Sarıca ve Zağanos da divana girdiler.


II. Mehmed, Sırplar ve Bizanslılar ile babasının yaptığı antlaşmaları onayladı. Anadolu’daki durum dolayısıyla Sırp Despotu Curac Brankoviç’e bazı yerler bırakıldı. Bizans İmparatoru Konstantin de Çorlu’ya kadar olan bir kısım yerleri ele geçirdi; saltanata rakip olabilecek İstanbul’daki Şehzade Orhan Çelebi’nin masraflarına karşılık kendisine yıllık 300.000 akçe ödenmesi kabul edildi. II. Mehmed, bir Macar saldırısı ihtimaline karşı beylerbeyi Karaca Paşa’yı Sofya’ya gönderdi ve mayıs ayı içinde kendisi ordu ile Anadolu’ya geçti. Akşehir’e geldiği zaman Bizans elçileri arkasından yetişerek Orhan Çelebi’yi serbest bırakmakla tehdit ettiler ve yeni taleplerde bulundular.

Yeni padişah, Karamanoğlu’na Alâiye Kalesi’ni bırakmak suretiyle bu tarafta barışı sağladı, hızla Edirne’ye dönmeye çalıştı. Yolda yeniçeriler bahşiş istediler; kendilerine 10 kese akçe verildiyse de Çandarlı’nın adamı olan yeniçeri ağası Kurtçu Doğan azledildi ve yeniçeri yayabaşıları şiddetle cezalandırıldı. Edirne’ye dönüşte ocak esaslı biçimde yeniden örgütlendi. Padişah, Halil Paşa’ya Anadoluhisarı karşısında bir hisar yapılmasını emretti; Zağanos’un gayretiyle Muharrem 856’da (Şubat 1452) sahilde ilk kale yükselmiş bulunuyordu. Rebîülâhirde (mayıs) büyük Zağanos burcu yapıldı. 5 Rebîülevvel’de (26 Mart) padişah ordu ve donanma ile gelerek diğer burçların ve surların inşasını gördü. Ağustos sonlarında tamamlanan Boğazkesen Hisarı İstanbul’u Karadeniz iâşe merkezlerinden kesecek, Anadolu-Rumeli arasında donanmaların geçişini güvence altına alacak ve gerektiğinde kuşatma ordusuna üs hizmeti görecekti. O zaman II. Mehmed imparatora İstanbul’u teslim etmesi, aksi halde savaşa hazırlanması gerektiğini bildirerek savaş ilân etti.

Usta bir diplomat ve devlet adamı olan Çandarlı Halil Paşa daha 18 Şâban 855’te (15 Eylül 1451) Venedik ile eski muahedeyi yenilemiş, buğday ihracatı meselesinde uyumlu davranmıştı. Macarlar’la 25 Şevval 855’te (20 Kasım 1451) yine önemli tâvizlerde bulunularak üç yıllık bir ateşkes imzalanmış, Sırp despotu ve Bosna kralı Osmanlılar tarafına kazanılmıştı. Mora’da Turahan Bey oğulları ileri harekâta geçmişlerdi (856/1452 sonbaharı). Böylece Bizans’ın 1451-1452 kışında Venedik’e elçi göndererek Batılı devletleri harekete geçirmeye çalışması sonuç vermedi. Hıristiyan dünyası, hatta Venedik, Osmanlılar’ın böyle bir işe girişemeyeceğini düşünüyordu. II. Mehmed ise bu teşebbüs karşısında en büyük engel olarak Çandarlı’yı görüyordu. Çandarlı fethin gerçekleşmesi durumunda bütün iktidarının elden gideceğini biliyordu. Ancak geri çekilme halinde de devletin durumu tehlikeye düşecekti. Bundan dolayı bu işe girişilmemesi için elinden geldiği kadar çalıştı. Fakat Zağanos ve Şehâbeddin paşaların etkisi altında bulunan II. Mehmed fethi mutlak iktidarının ilk şartı sayıyor ve buna karşı bir engel tanımıyordu. Fakat yine de Çandarlı Halil Paşa’yı bu işte kendisiyle beraber görmenin gerekli olduğuna inanıyordu. Padişah Edirne’de büyük bir meşveret meclisi toplayarak meseleyi ortaya koydu. Bu meclisteki görüşmeler iki bağımsız kaynak tarafından nakledilir (Tâcîbeyzâde Ca‘fer Çelebi, s. 6-8; Kritovulos, s. 25-37). Buna göre padişah, gazâ geleneği ve İstanbul’un Osmanlı Devleti’nin güvenliğini tehdit ettiği noktalar üzerinde durmuş ve bu karar, savaş yanlısı olup fetihten sonra önemli bir değişiklik bekleyenler tarafından coşkuyla karşılanmıştır. Surların sağlamlığını ve savaşın beklenmedik tehlikelerini öne süren ihtiyatlı ricâl ise padişahın ısrarı karşısında çoğunluğa uymak zorunda kalmıştır.

26 Rebîülevvel - 20 Cemâziyelevvel 857 (6 Nisan - 29 Mayıs 1453) tarihleri arasında elli dört gün süren İstanbul muhasarası esnasında bu iki görüş iki buhranlı anda tekrar karşı karşıya gelmiştir. Mayıs’ın dördüncü haftası Macarlar’ın ve bir Haçlı donanmasının harekete geçtiği haberi orduda yayıldı. Padişahın barışla şehri teslim alma girişimleri de askeri sabırsızlığa ve kaygıya düşürüyordu. Niçin bir an önce saldırıya geçilmediği, padişahın yapılması imkânsız bir işe girişerek milletini mahva sürüklediği şeklinde söylentiler yayılmaya başladı. Toplanan harp meclisinde Çandarlı Halil Paşa’nın Batı âlemini tahrik etmenin tehlikeleri hakkındaki açıklamaları ve uzlaşma gereğiyle ilgili sözleri Zağanos tarafından cevaplandırıldı. Genel saldırı kararı verilerek günün tayini Zağanos Paşa’ya bırakıldı. Hem Osmanlı hem de Bizans kaynakları toplarla surların yıkılmasını, Bizanslılar ile Frenkler (Latinler) arasında anlaşmazlık çıkmasını ve savunma başkumandanı Giovanni Giustiniani-Longo’nun yaralanıp kumandayı bırakmasını sonuç üzerinde etki yapmış başlıca hadiseler olarak kaydeder. Saldırı günü ilkin Edirnekapı tarafında beş on gazi duvar üzerine çıkıp sancak dikti. Fakat asıl ordu Topkapı ile Yalıkapı arasında açılan gediklerden şehre girdi.

İstanbul fethinde belirtilmesi gereken bir nokta da Rum ahalinin durumudur. Iorga (Jorga) (Geschichte des Osmanischen Reiches, II, 22) savunmanın daha ziyade Latinler tarafından yapıldığını belirtir. İmparator, Batı’yı harekete geçirmek için son anda (12 Aralık 1452) Ayasofya’da papa ile evvelce imzalanmış kiliselerin birleşmesi esaslarına göre ilk âyinde hazır bulunmuş, fakat Latinler’e karşı kin ve nefret besleyen halk kitlesi ve birçok papazla Georgios Scholarios (daha sonra Fâtih’in patrik yaptığı Gennadios) bunu protesto etmiştir. Şehirde, “Latin külâhı görmektense Türk sarığı görmek evlâdır” sözü bunların öteden beri parolası olmuştu (Ducas, s. 264). İmparator da kontrolü kaybetmişti. Muhasara sırasında Rumlar’dan birçoğu para almadıkça çalışmayı reddediyordu; ailelerinin geçimi bahanesiyle birçoğu evine dönmüştü; bunların müdafaaya katılmasını sağlamak çok zor oluyordu. Tam kadrosu 8-9000 olan savunma ordusunun 3000 kişilik asıl faal kısmı Latinler’den oluştuğu gibi başkumandanlığa da Giustiniani-Longo getirilmişti. Latinler’i sevmeyen Megadük Lukas Notaras ile (Türk rivayetlerinde Kir Luka) Giustiniani anlaşamıyorlardı. Padişah ise şehri harap olmadan ele geçirmek istiyordu. Rûhî’ye göre “Frenk kâfirleri” Rumlar’ı savaşa devam etmeye zorlamışlardı (İnalcık, Fatih Devri Üzerinde Tetkikler ve Vesikalar I, s. 131); zira Rumlar sadece İstanbul’u, fakat Frenkler Levant’taki bütün sömürgelerini ve ticaretlerini kaybedeceklerini düşünüyorlardı. Fetihten sonra padişah, Latin kilisesiyle birlik aleyhinde olan Lukas ve diğer Bizans soylularına başlangıçta çok iyi muamele etti. Beyzade esirleri fidye ile kendisi kurtardı ve yanına getirtti. Şehrin boş kalmasını istemediğinden fidyesini veren veya belli bir zaman içinde geri dönen Rumlar’a şehirde yerleşme izni verdi; bunları vergi dışı bıraktı ve kendilerine evler tahsis etti. “Hums-i sultânî” olarak kendi payına düşen esirleri Haliç kenarında (Fener [?]) yerleştirdi ve onlara da evler verdi.

İstanbul’un fethi, Osmanlı Devleti’nin kesin kuruluşunu ve padişahın durumundaki değişiklikle sonraki büyük fütûhatı hazırlayan esas olaydır. Fetih sayesinde II. Mehmed kendini bir dünya imparatorluğunun sahibi görmüş, mutlak ve sınırsız bir iktidar kazanmıştır. Bu inancı onun bir taraftan sürekli fütuhat faaliyetinin, diğer taraftan merkeziyetçi hükümetinin temeli ve hareket noktası olmuştur.



#Fatih Sultan Mehmet
#Osmanlı Padişahı
#İstanbul'un Fethi
5 ay önce