Karlsson birlikte ve uyum içinde yaşamanın Osmanlı kültüründe ve siyasetinde de gelenek olduğunu hatırlatarak şunları söyledi: "Farklı din ve kültürlerin uyum içinde yaşaması fikri Osmanlı kültüründe o kadar gelişmişti ki zaman zaman Avrupa'daki baskılardan kaçan musevi ve farklı mezheplere inanan Hristiyanlar Osmanlı'ya sığınmıştır."
Başkonsolos, Türkiye'yi bu anlamda Osmanlı'nın varisi olarak görüyor musunuz sorusunu ise şu şekilde yanıtladı: "Azınlık raporu hakkında geçen sert tartışmaların Türkiye'nin Osmanlı kültürünü hatırlamasına yarayacağını düşünüyorum. Aynı tartışmaları biz İsveç'te de yaşadık. Hatta AB'ye girişimizin referandum sonucu yüzde 49'a yüzde 51'le oldu. AB'ye karşı olan ve karamsar olanların oranı oldukça yüksekti. İsveç halkı Türkiye halkından daha karamsardı. Tartışmalar İsveç'te aileleri, kurumları, dernekleri hatta partileri böldü. Türkiye'deki hava daha yumuşak."
Ingmar Karlsson, AB'nin Türkiye'ye müzakerelerde eşitlikçi davranmasının beklenmeyceğini söyleyen Türk politikacı ve gazetecilerin yaklaşımlarını karamsar buluyor:
"Türkiye'ye de diğer ülkelere uygulanan kirterler uygulanacaktır. AB müzarkereleri bir tür 'alışveriş' değildir. Tarafların birbirlerini tanımaları ve alışmaları ile ilgilidir. Aynı kurallar İsveç için de işledi. Çok zorlu ve çatışmalı müzakereler yaşadık. Türkiye'nin diğerlerinden farklı özel bir durumu yok. Bu müzakerelerde din bir kriter olmayacak. Avrupa Türkiye'yi 'misafir işci' olarak tanıyor. Müzakereler başlayınca kültürel anlaşmazlık veya çatışmalar çıksa da ilerleyen safhada giderek azalacak. Türkiye'nin genç ve kalabalık nüfusu ise Avrupa içindeki diğer ülkelerdeki nüfusla karşılaştırıldığında genel istatistiklerde olumsuz aşırılıklarını kaybetti. Türkiye'yi AB'ye almamak Avrupa içindeki 20 milyon müslümana 'sen Avrupalı olamazsın' mesajını verir. Bu da çok tehlikeli bir gerilime neden olur."
Başkonsolos Karlsson, bazı Avrupalı politikacıların Türkiye karşıtı demeçlerinin "seçim yatırımı" olduğunu da vurguladı. Karlsson, "Halklarına karşı politik oyun oyunuyorlar. Türkiye'ye karşı görünürsem daha çok oy alırım gibi düşünüyorlar. On yıl sonra referandumlardan Türkiye karşıtı oy çıkacağını sanmıyorum. Tartışmalar Avrupa'nın ve Türkiye'nin birbirini tanıma sancılarıdır. On yıl sonra Avrupa başka bir noktada Türkiye başka bir noktada olacak. Müzakere dönemi çok sert geçecek. Ama bütün ülkelerde bu süreç çok sert geçmiştir. Norveç örneği de var; Avrupa Norveç'i kabul etti ama içerdeki referandumda halk 'hayır' dedi. Norveçin üyeliği rafa kalktı" diye konuştu.
İsveç'in İstanbul Başkonsolosu İngmar Karlsson'la AB tartışmalarının gündemi gerginleştirdiği şu günlerde Endülüs tezini konuştuk. O, Endülüs Emevileri'nin İspanya'da kurup 700 yıl yaşattıkları uygarlığın bugünün Avrupası'na örnek olacağını düşünüyor.
Ingmar Karlsson'un 1994'te yazdığı İslam ve Avrupa kitabında, günümüzde karamsarlığa ve ümitsizliğe kapılmadan başka bir politika anlayışının da mümkün olduğunu gösteriyor. Karlsson Endülüs'ü şöyle tasvir ediyor:
"Müslümanlar işgal ettikleri yerlerde haçlı seferlerini yapanlar gibi kendinden önceki dinlerin kökünü zalimce kazımadılar. Musevi ve Hiristiyanlar dünyanin bu bölümünde hâlâ varlıklarını koruyabildikleri için Müslümanlara tesekkür borçludurlar.
Müslümanlar yayıldıkları yerde o devre göre dikkat çekici bir hoşgörü göstermenin yanı sıra Amu Derya Nehri'nden Atlas Okyanusu'na kadar uzanan bu yayılma dört kıtaya yerleşirken hayatın bütün alanlarında hakimiyetleri altındaki Hiristiyan ve Museviler dışında Hint, Pers, Helenleşmiş Mısırlıların kültürlerinden de kendi kültürlerine öğeler katıyorlardı.
İslam kültürü peşin hükümlerimizde, klişelerimizde gösterildigi kadar bize yabancı bir kültür değildir.
Sevilla'nın da 716'da Müslümanların eline geçmesi ile işgal tamamlanarak İspanya'da tam 800 yıl yaşayacak parlak ve çok kültürlü bir toplumun temelleri atılmış oldu. Müslümanlar ne sonradan görme ne de barbar olarak algılandılar. Onlar tersine bu insanları kibarlıkları ve zarif hayat tarzları ile etkilediler. Daha zarif bir hayat tarzı için gösterilen bu çabaların izlerini bugün Avrupa dillerinde Arapçadan alınan kelimelerde görmekteyiz. Gala prömiyerine veya gala gecesine gidenler ve arkasından gala yemeği yiyenler bu deyimlerin Arapçadan geldiğini bilmezler.
Okullardan bu üç din tarafından ortaklaşa yararlanıldı. (...) Günlük hayatta 5 dil kullanılmaktaydı. Bunlardan ikisi; Endülüs Arapçasi ile Roma Lehçesi ki bu lehçe daha sonra Ispanyolcaya dönüşmüstür.(...)
900'lü yıllarda Kurtuba altın çağını yaşayarak Avrupa'nın en büyük bilim ve sanat merkezi haline geldi. Bu tarihlerde Orta Avrupa'daki şehirler tahta kulübelerden oluşurken, 500 bin nüfuslu Kurtuba'da halk kanalizasyona, sokaklarında ışıklandırma sistemine ve kamu hizmetinde 300 hamama sahipti.
Gırnata, dünyanın bu en güzel şehri, İspanya'daki Hıristiyan işgalinden kaçanların ve sürgündeki Hıristiyan ve Musevilerin sığındığı bir şehir oldu. Elhamra şehri Hıristiyan, Musevi ve Müslümanların birlikte yaşayabileceğini gösteren bir sembol oldu. Endülüs'te ırk ve din farklılığına bakılmaksızın halklar arasında bir uyum söz konusuydu."
----------------- imza------------------
----------------- imza------------------