|

Nur Serter’in gözlerindeki kini unutamadı

İstanbul Üniversitesi öğrencisi Kadriye Alev’i, başörtüsünü çıkarmaya zorlayan kişi sonradan CHP’den vekil olan Nur Serter’di. Alev, ikna odalarının kurucusu Serter’in ruh halini, “Takındığı güler yüzünün altındaki aşağılayıcı tavrı, gözlerindeki kini görmüştüm” diyor. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni kazanıp kayıt yaptıramayan Arzu Tatlı ise başörtüsünü çıkarmaya ‘ikna’ edilemeyince “Seni değil bu üniversitede, bu ülkede barındırmayacağız” diye tehdit edilmiş. Tatlı da zaten Almanya’ya gidip okumak zorunda kalmış.

Aybike Eroğlu
01:44 - 28/02/2021 Pazar
Güncelleme: 12:02 - 28/02/2021 Pazar
Yeni Şafak
Nur Serter
Nur Serter

28 Şubat postmodern darbesinin antidemokratik uygulamalarıyla pek çok hayat alt üst oldu. En büyük darbeyi alanlar da hiç kuşkusuz, en temel haklardan biri olan eğitim hakkı ellerinden alınan başörtülü üniversite öğrencileriydi. Bir nesli adeta kayıp hale getiren o karanlık günler en büyük darbeyi ise kurduğu ikna odalarıyla vurdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih bölümü öğrencisi Fahriye Karaaslan, Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümü öğrencisi Kadriye Alev ve Edebiyat Fakültesi Dokümantasyon ve Enformasyon Anabilim Dalı öğrencisi Nevin Öner Karakuş, ikna odası mağdurlarından yalnızca birkaçı. Bu üç isim, ikna odalarında maruz kaldıkları psikolojik harbin detaylarını Yeni Şafak’a anlattı.

İŞTE O KARANLIK GÜNLER

Bakırköy İHL mezunu olan ve 1998 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih bölümünü kazanan Fahriye Karaaslan, “1997 de başlayan başörtüsü yasağı alınan tepkiler sonucunda biraz durulmuştu. Bu anlamsız yasağın kalkacağını ümit ederek okul kaydına gittik.O sene farklı bir uygulama yapmışlar, yeni kayıtlar Avcılar Kampüsü’nde, diğer kayıtlar Beyazıt'taki Eczacılık Fakültesi bahçesinde yapıldı.Tabiki amaç, yeni gelen öğrencilerle diğer öğrencilerin birbirine destek vermesini önlemekti. Bu psikolojik yıpratmanın ilk aşamasıydı. İkinci aşaması; sonradan adına "ikna odaları" denen yerlerde verilen telkinler, telkinlerin işe yaramadığını fark ettiklerinde ise "tehditler" oldu.

Kampüsün etrafında velilerimizle gergin bir bekleyiş içerisindeydik. İlk olarak bizlere sırayla kampüs kapısından girmemiz ve velilerin dışarda kalması söylendi. Kampüs içine girdiğimizde bir binanın giriş katına yönlendirildik. Kayıt yapan memurların masaları vardı. Görevliler başörtülü olanların ayrı bir sıra olmasını söyledi. Diğer öğrenciler gibi kayıt bölümüne geçerken bizleri yan tarafta, gelişigüzel paravanla çevrilmiş bir odaya sırayla aldılar. Uzun bir sıra vardı. Ben ve kardeşim sıranın ortalarına geçtik. Maksadımız ilk çıkan öğrencilerden içerde olup bitenleri öğrenmekti. Çıkan öğrencilerden bazıları ağlamaktan konuşamıyordu.Kimisi belli ki başörtüsünü açmış, başörtüsünü düzelterek çıkıyordu. Onların bu halini gördükçe gerginliğimiz, korkularımız iyice artıyordu. Bir öğrenci: “Başlarımızı odada açmamızı istiyorlar, kamera kaydı alıyorlar, başımızı açmadan ve imza atmadan kayıt yapmıyorlar” dedi. Ne yapabiliriz diye birkaç arkadaş düşünmeye başladık.Son çare, onlara okulda açağımıza söz verelim, belki kayıt yaparlar dedik. Niyetimiz sonrasında okulda açmak değil, kayıt olabilirsek en azından ilerde aftan yararlanabilmekti.3 kişi içeri girdik. Bizim girdiğimiz odada iki bayan vardı. Biri 55-60 yaşlarında sonradan hoca olduğunu öğrendiğimiz bir kadın Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nden geldiği belirtilen bir psikolog vardı. Zaten okulun bahçesinde başta bu dernek olmak üzere birkaç dernek ve vakfın standları yer alıyordu. Başımızı açmamız karşılığında bu derneklerden burs alabilmemiz için yardımcı olacaklarını söylemişlerdi. Bizimle genelde hoca olan kişi konuşuyordu.

-Çocuklar, üniversitemize hoşgeldiniz. Öncelikle kendinizi bir tanıtın. Hangi okul mezunusunuz? Hangi illerden geldiniz? Baba mesleği nedir? Ne tür kitaplar okursunuz? vb sorular sordu.

Yanımızdaki arkadaşımız:

-Öncelikle biz kimlerle muhatap oluyoruz, hoca mısınız? Kendinizi tanıtır mısınız? dedi

-Evet ben bu üniversitede profesörüm, yanımdaki arkadaşım da psikolog.Sizlere yardımcı olmak için buradayız, dedi.

Soruları cevapladık. Akabinde:

-Peki başörtüsü konusunda kim yada kimler size baskı yapıyor? Kim sizi zorla kapattı? Bu yaşta böyle bir kararı sizin verdiğinizi düşünmüyoruz. Aile baskısı mı? Bizlere açıkça, korkmadan söyleyin, yardımcı olalım.

-Hayır aile baskısı falan yok. Bizler 18 yaşına gelmiş kendi kararlarını kendi alabilen insanlarız.Dinimizin gereği örtündük, dedik.

Profesör hoca:

-Ama böyle aynı babaannelere benziyorsunuz, hiç güzel görünmüyorsunuz, dedi. Aydınlıkçı, çağdaş bir profesörün ağzından dökülenler bizleri hayretler içinde bırakmıştı. Bu muydu modernlikten anladıkları?!

Az önceki zoraki samimi atmosfer, bizlerin fikirlerini anladıkça yerini daha ciddi bir atmosfere terketmişti. Bizlere:

- Başörtüsü ile okulda eğitim alamazsınız, bu hukuk kurallarına ve Yök'ün aldığı resmi kararlara aykırıdır. Kayıt olabilmeniz için öncelikle burada başınızı açıp önünüzdeki formu imzalamanız gerekiyor, dediler.

Bir dizi sorular içeren anket doldurmamız istendi ve bir kağıda; "okulda kılık kıyafet kurallarına uyacağımı ve başörtüsü ile okula gelmeyeceğimi taahhüt ederim" yazıp imzalamamızı istediler. Biz de onlara:

- Burada başımızı açmak istemiyoruz, henüz kendimizi hazır hissetmiyoruz. Size söz versek? Okulda açacağız başımızı, ama şimdi değil, dedik.

Bizden önceki öğrencilere baskı yaptıkları için ağlayarak dışarı çıkıyorlar ve ortam iyice geriliyordu. Belki de olayların büyümesinden çekindiklerinden midir bilinmez, teklifimizi kabul ettiler. Bizden sonraki bazı arkadaşları da bu şekilde kabul ettiler. Bizlere:

-Bakın eğer okulda açmazsanız yine o kapıdan içeri giremeyeceksiniz. Binlerce öğrencinin rüyası olan bir okul kazandınız, kıymetini bilin, hayatınızı mahvetmeyin, dediler.


Psikolojik yıpratmanın son ayağı ise, 1-2 ay kadar okullarda eğitim görmemize izin verdiler.Yasak uygulanmadı. Maksatları, öğrenci üniversite ortamını görsün, amfilerde profesörlerden, doçentlerden eğitim alsınlar ve o ortamdan ayrılmak istemesinler. 18 yaşındasın, aylarca emek verdiğin hayallerini kurduğun, dualar ettiğin okuluna kavuşuyorsun. Ve bir sabah okula geldiğinde kapıda özel seçilmiş çevik kuvvet polisler. Yasağın soğuk yüzünü onları görünce, iliğine kemiğine kadar hissediyorsun. Akabinde protestolar, yürüyüşler, milletçe kenetlenme. Maalesef hiçbir şeyi değiştirmedi. 28 Şubat darbesi sadece eğitimi değil tüm insanların hayatını etkilemişti. Başörtülü olanlar devlet dairelerinden, okullarından , mesleklerinden alındılar. Askeriyede okuyan oğlunu kapıdan giremez, ziyaret edemez oldular. Askeriye için en gerekli kayıt, annesinin başı açık fotoğrafı oldu. Böylesine kokuşmuş bir zihniyet adeta ülkeye kan ağlatıyordu” ifadelerini kullandı.

FETÖ’NÜN İLK DARBESİ

FETÖ’nün ilk kumpasını o günlerde ortaya çıktığını aktaran Karaaslan, “İmam-Hatip mezunu oldukları halde Fethullah Gülen cemaatine mensup olup, bir günde başını açıp okula kayıt olan arkadaşlar oldu. Bunlar ikna odalarindan geçmeden daha bahçede başını açıp girmişlerdi. Belli ki onlar kendi cemaatlerinin ikna odalarında çok daha önceden ikna edilmişlerdi. Liseden yakından tanıdığımız bazı arkadaşlarımız vardı.Neden başınızı açtınız, neden yanımızda bizimle mücadele vermiyorsunuz? dediğimizde, Fetullah Gülen'in "Başörtüsü füruattır(teferruat)"diyerek başlarını açmalarının gerekliliğini sebebini cemaat hocaları aracılığı ile öğrencilere anlattıklarını söylediler.Ve malesef inanmışlardı.

Bazı aileler cemaatin bu tutumunu gördükçe başını açmak istemeyen çocuklarına baskı yapıyorlardı. Rahmetli babam da o dönemde birçok insan gibi Fetullah Gülen'i iyi bir hoca bilirdi." Bunlar da müslüman, sizin kadar bilmiyorlar mı dinimizi , kuralları." diyerek ara ara kızardı bize. Millet olarak çok planlı, zincirleme devreye sokulmuş bir kumpasın içindeydik” ifadeleriyle anlattı. O günleri hiç unutamadığını belirten Karaaslan, “Yasak başladıktan sonra 10 yıl boyunca ne zamana tramvaya binmem gerekse, arkamı üniversiteye bakacak şekilde otururdum. Fakülte kapısına bakamazdım. Dalgınlıkla görürsem ağlamaktan kendimi alamazdım. Çok zor bir dönemdi, Allah onlar gibilere bir daha fırsat vermesin” dedi.

CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN SESİMİZİ DUYSUN

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çabaları sonucu yasağı kalktığını aktaran Karaaslan, “

“2011’de çıkan aftan yaralandım. 2015 yılında da mezun oldum. Fakat bu sefer de başka bir sorunumuz var maalesef. En az başörtüsü yasağının kalkması kadar önemli bir adım daha atılsın istiyoruz. Bizler en küçüğümüz yaşı 40 olan, çocukları olan anneleriz.Yaş itibari ile bizimle aynı sınava giren yeni mezun gençleri, genç beyinleri geçemiyoruz.Yaşanmışlıklar, yılların yorgunluğu, sorumluluklarımızın aldığı zaman gibi sebeplerle istesek de, çok denesek de KPSS sınavında gereken puanı alamıyoruz. Bizlerle aynı yıl üniversiteyi kazanan ve okuyan arkadaşlarımız, yasak kalkıp afla döndüğümüzde karşımıza hocalarımız olarak çıktılar. O zaman KPSS engeli olmadığı için 17-18 yıldır mesleklerini yapabildiler ve sigorta, emeklilik haklarını alabildiler. Bizler yani 28 Şubat mağdurları ancak ücretli öğretmenlik yapabildik. O da toplamda 5 yıldır. Aynı emeğe kadrolu arkadaşlar ayda en az 4000 tl maaş ve tam sigorta alırlarken, bizlerin eline geçen miktar en fazla 1800 civarı oluyor. Sgk saat başı hesaplanıyor. Buradan Sayın Cumhurbaşkanımıza sesleniyorum. Kendisine durumumuz ve isteklerimiz bildirildi. Meclisten geçme aşamasında bekletiliyoruz.Lütfen her sene bizleri hatırlama ve anmanın dışında artık bizlere bir ses verin. Hem devlet hem millet olarak bu desteği hakettiğimizi düşünüyorum.Giden yıllarımızın ve verilmeyen haklarımızın iadesini talep ediyoruz” ifadelerini kullandı.


BAŞÖRTÜSÜNÜ ÇIKARMAK İÇİN TAAHHÜT İSTEDİLER

Liseden sonra 6 yıl ara veren ve daha sonra sınava girerek İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dökümantasyon ve Enformasyon Anabilim Dalını kazanan Nevin Öner Karakuş, “İlk 3 yıl başörtümle ilgili herhangi bir sorun yaşamadım. 3’üncü sınıfa geldiğimde bizim fakültede olmasa da diğerlerinde sorunlar başlamıştı. 1998 yılında 4’üncü sınıfa kayıt için geldiğimde üniversite binasından dahi içeri alınmadım. Ekim ayındaydık ve o ay bütün ara sınıfların kayıtları yapılmak zorundaydı. Ama kayıt için gerekli belgeleri almak için içeriye girmemiz lazımdı. Arkadaş çevremi kullanarak bu belgeleri toparladım. Edebiyat Fakültesi’nin kayıtlarının Eczacılık Fakültesi yemekhanesinde yapılacağına dair bir ilan giriş kapısına yazılmıştı. Bu tüm öğrenciler için geçerliydi.

Ben de neler olduğunu görmek adına yanımda avukat ve gazeteci arkadaşlarla kayıt yapılacak alana gittim. İçeriye girdiğimizde bir sürü öğrenci, 8-9 masa, her masada 2 görevli vardı. Ben de bir masaya kayıt için geçtim. Başörtülü olduğumu görünce bana bir form uzattılar. Bu formu doldurursam kayıt olabileceğimi söylediler. Formu okuduğumda hangi liseden mezun olduğum, kardeşlerimin mezun olduğu liseler, hangi gazete ve mecraları takip ettiğime dair kişisel bilgiler yer alıyordu. Aşağıda ise can alıcı bir not yazılmış, bundan sonraki öğrencilik hayatıma başörtümü çıkararak devam edeceğime dair bir tahaaüt yer alıyordu. Bu formu imzalamadım ve tam çıkarken görevli bana ‘seni şöyle alalım’ dedi. Bir alanı işaret ederek tahtadan kesilmiş, kolu bile olmayan bir kapıdan içeri girmemi istediler. İçeriye girdiğimde bir masa, iki sandalye ve bir de ışık vardı. Kadın bir görevli vardı. Sonradan merkez kampüste akademisyen olduğunu öğrendiğim.”Görevli kadın bana hangi bölümde okuduğum, kaçıncı sınıfta olduğum gibi sorular sordu. Daha sonra aramızda ‘annene-babana yazık. Bak sonuncu sınıfa gelmişsin başını açıp okula gitmezsen yazık olur’ gibi bir konuşma gerçekleşti. Diğer öğrenciler 20’li yaşlardaydı. Ben ise 28 yaşındaydım ve dirayetli bir duruş göstererek, başörtümün bir tercih olduğunu bunu kendi isteğimle taktığım gibi sözler söyleyerek ikna çabalarının boşuna olduğunu söyledim. Daha sonra O tavrı değiştirip bu kez ayetle hadisi de birbirine karıştırarak, ‘ilim Çin’de de olsa gidiniz diye bir ayet var’ şeklinde sözler sarfetti. Aynı şekilde duruşumu bozmadım. Kayıt olmak istemediğimi söyledim ve çıktım” şeklinde konuştu.

O DURUŞU SERGİLEMESEYDİM BEN NEVİN OLAMAZDIM....

O odada psikolojik bir savaş ortamında kaldıklarını aktaran Karakuş, “ Müslümanca bir duruş sergiliyorsunuz, bunu istemiyorlar ve hayatınızla oynuyorlar. Ben bunun ezikliğini veya mağduriyetini yaşamadım.Ben kendimi 28 Şubat mağduru olarak görmüyorum. Hayatta bir duruş sergilemek gerekiyor, o gün onu yaptım. Evet belki hayatıma mal oldu ama o duruşu sergilemeseydim ben Nevin olmayacaktım. Sağlığım bozuldu, nezarethanede kaldım, eylemler sırasında coplandım. Bunların hepsi bir yana o dönem Fetoş’un açıklamalarından sonra ona inananlar bizim eylemlerimize gelmemeye başladı. Eylemlerdeki ilk kırılmayı onların yüzünden yaşadık. Bunu da hayatım boyunca unutmayacağım” ifadelerini kullandı.


NUR SERTER’Lİ İKNA ODASI

İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı son sınıf öğrencisi Kadriye Alev: “

1998-1999 öğretim yılının güz döneminde başlayan başörtü yasakları kendini ilk olarak kayıt döneminde gösterdi. Bizler okullarımıza henüz başlamışken İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu’nun kararıyla önce kayıt sürecinde başını açmayanlara yeni dönem öğrenci kimliği verilmemesi uygulaması yapıldı. O döneme kadar kayıt yenilemeler fakülte içinde öğrenci işlerinde yapılıyordu. Fakat 1998 başında kayıt için fakülte dışında özel yeni bir yer belirlenmişti. Bu alanda kayıt için gereken resmi işlemlerin adım adım yapıldığı bölümler vardı. Kayda giden arkadaşlarımızdan başını açmayanlara kimlik verilmediğini duymuştum. Ben de birkaç arkadaşımla üzüntü ve tedirginlik içinde kayda gittim. Kimliğimi almazsam okul kapısından da alınmayacaktım çünkü. Kayıtta uzun bir sıra vardı. İşlemlerimizi yaptırdık. Sonuna kadar hiçbir sorun yoktu. Fakat kimlik için son bir onay gerekiyordu. O onay işlemi için bir oda ayrılmıştı. Fakat o odaya sadece başörtülü öğrenciler yönlendiriliyordu. Bana da o odaya girmemi söylediler. Odadan ağlayarak çıkanlar, odadakilerle yüksek sesle tartışanlar, başını açıp kimliğini alanlar vardı. Sıra beklerken şahit olmuştum. İşte sıra bana gelmişti. Odaya girdim. Orada birkaç kişi olduğunu hatırlıyorum. Aralarında Nur Serter de vardı.

Takındığı son derece güler yüzünün altındaki aşağılayıcı tavrı, gözlerindeki kini görmüştüm o anda. Bana çok güzel bir kız olduğumu, başımı kapatarak güzelliğimi örttüğümü söyledi. Hayatımdaki belki de en kararlı duruşumu sergilemiştim o anda. Kendisine başımı açtırmak için çabalamaması gerektiğini, kararımdan dönmeyeceğimi söyledim. “Ama kimlik alamayacaksın” dedi bana. Eğitimimin daha önemli olduğu gibi birkaç laf etti. Üzüntüm, öfkem birbirine karışmıştı. Bazı sözleri duymadım. Ve nihayetinde kimliğime onay kaşesi atılmadan odadan çıktım. Herkes bana bakıyordu. Hızlıca alanı terk ettim. Yapılan bu haksızlığı, ikinci sınıf muameleyi hazmedemiyordum. Ne yapmıştım ben onlara. Bin bir hayalle öğretmen olmak için kazandığım ve sonuna kadar geldiğim eğitim hakkım sırf inancım yüzünden nasıl elimden alınabilirdi.

Akabindeki günlerde kimliksiz bir şekilde bir müddet daha okula gidebildik. Fakat yeni kimliğimiz olmadığı için bu durum artık sıkıntı olmaya başlamıştı ki zaten kısa bir süre sonra başörtülü bir şekilde okula alınmadık. Sonra arkasından eylemler, eylemler… Bir gün, iki gün, aylar… Değişen hiçbir şey yoktu. Herkesin gözü kapalı, kulağı tıkalıydı sanki. Kendi aramızda da kırılmalar olmaya başlamıştı. Çeşitli zorunluluklardan dolayı başını açan arkadaşlarımız peruk gibi kendilerince yöntemler bulmuşlardı. Bir taraftan başörtüsüne furuat olarak bakan içimizdeki hainler de kendilerini göstermiş, bu mücadelede taraflarını belli etmişlerdi. Bu süreçte bazı arkadaşlarımız eylemlerde tutuklandı, okullarında disiplin cezası aldı. O süreci, aldığım kararla yaşamıma devam etmem de hiç kolay olmadı. Çevremde beni bu duruşumdan dolayı kutlayanların yanında “Açıverseydin de son seneni bitirseydin, peruk taksaydın bitirseydin” gibi psikolojik baskılarla yıllarca uğraştım. Okuldan atıldığımızı ilan eden evrakın posta yoluyla eve geldiği anı ve annemin gözyaşlarını hala unutamam” şeklinde konuştu.

KPSS ZULMÜ BİTSİN

28 Şubat döneminin memuriyet ve eğitim gibi bir çok hakkı elinden aldığını kaydeden Alev, Bizler çıktığımız seferde inancımızdan, kimliğimizden vazgeçmedik.

28 Şubat’ta mağdur olanlarla ilgili verilen iyileştirme kararlarında o sıralarda öğrenci olup okullarından atılanlara af getirildi ilerleyen yıllarda. Hepimiz çok uzaklaştığımız eğitim hayatımıza, bizlerden 10 yaş küçük gençlerle devam etmek zorunda kaldık. Bir şekilde okullarımızı bitirdik. Ama şu da acı bir gerçek ki o ben mezun olacağım yılda arkadaşlarım KPSS gibi bir sınava tabi tutulmadan görev yerlerine atandı. Çünkü o yıllarda KPSS yoktu. Fakat yıllar sonra mezun olan ben, görev alabilmek için KPSS sınavına girmek zorundaydım. Maalesef işin bu kısmıyla ilgili bir hak iadesi yapılmadı. Dernekler aracılığıyla sesimiz duyurulmaya çalışıldıysa da bu ses nereye kadar nasıl ulaştı, orası muamma benim için.

Şimdi 44 yaşındayım. Aradan 22 yıl geçmiş. Herkes bir şekilde hayatına yön verdi. Fakat 28 Şubat gerçekten idrak ediliyor mu, gerçekten biz Müslümanlar olarak bunu bir dava bilinciyle taşıyor muyuz, yeni nesil yaşananlardan ne kadar haberdar? Buraları sorgulamak her Müslümanın boynunun borcu” değerlendirmesinde bulundu.


Hayatını karartırız

1997-1998 eğitim-öğretim yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni kazanan Arzu Tatlı, başörtülü olduğu için üniversitenin ikinci döneminde kayıt yaptıramadı. İkna odalarına alınıp başörtüsünü açması için baskı uygulanan Tatlı, Almanya'ya giderek tıp fakültesi okudu. Türkiye'ye doktor olarak dönen Tatlı, o dönem ikna odalarında yaşadıklarını unutamadığını söyledi: İlk başta güzel konuşuyor, “Canım kızım, güzel kızım, çok akıllısın, çok güzel bir bölüm kazandın, gerekirse sana burs veririz. Seni kurtaracağız bu eziyetten, başörtünü aç, üniversiteye kaydını yapalım” diyorlardı. Başörtülü devam etmek istediğimde çok değiştiler. “Seni değil bu üniversitede, bu ülkede barındırmayacağız. Sana bu hayatı dar edeceğiz, bundan sonrası senin için karanlık” diye azarladılar.

#28 Şubat
#Nur Serter
#İstanbul Üniversitesi
3 yıl önce