Yeni hükümetten başlayalım isterseniz. Geçici Hükümet Konseyi'ndeki temsilin devamı getirilemedi. Neden böyle oldu?
Evet, Geçici Hükümet Konseyi'nde Türkmenler bir bakanla, Songül Çabuk ile temsil edildi. Yeni kurulan hükümette de yine bir Türkmen bakanımız var, Reşat Mendan. Ama Reşat Mendan, Türkmen partilerinden seçilen ya da Türkmenlerin gösterdiği bir aday değil. Türkmenler tam demokrasinin hakim kılındığı bir Irak'ta, siyasi ve sosyal haklarını talep etmektedirler. Ama bu yapılmadı, Türkmenlerin tüm hakları çiğnendi. Bunun sebebi "böl-yönet" siyasetidir. Aynı vatan toprakları üzerinde yaşayan farklı milletler sanki aynı vatan topraklarının evladı değilmiş gibi ayrılıkçı bir politikaya tabi tutuldu.
Irak'ın geleceği için bunları aşmak zorundayız. Irak'ın yönetim altyapısı hala silaha dayalı. Demokrasi dediğiniz hemen gelmez, adım adım gelir. Bunun için kurulan her hükümete karşı baltalama çabasına girmemek gerekir. Ama uğradığımız haksızlıkları da tespit edip bunları onlara duyurmamız gerekir.
Başta sorumlular, cumhurbaşkanı, başbakan, bakan ve yönetimde bulunan herkes, önce "Ben bir insanım, sonra da Iraklıyım" diyerek düşünmeli ve buna göre çalışmalı. Araplar, Kürtler, Türkmenler ve Asuriler sadece kendi hakları için çalışırsa, Irak'ta birlik ve beraberliğin sağlanması hiçbir zaman mümkün olmaz. Milletin sesine kulak vermezlerse, millet kendi yolunu bulur.
İki yere söylenecek bir çift sözümüz var. Birincisi, tüm Iraklılar ve demokrasi adına konuşanlara. Diyoruz ki: Yeter, bu haksızlık daha nereye kadar. İkincisi, milletimize. Diyoruz ki: Bugün dem günü, birleşme günü. Sandık üzerinde birleşin. Yarım milyonun üzerindeki oyu istediğimiz tarafa verin. O zaman biz kimsenin ardından koşmadan gider hakkımızı alırız.
Irak Türkmeni olmamız, dünya Türkleriyle bağımızın kopmasını gerektirmez. Arap milleti tek millettir ama 22 ülkesi var. Almanlar da ayrı ülkelerde yaşamaktadırlar. Bizim karşımızda olup güçlenmemizi istemeyenlere bazı konular iletildiğinde ters tepki gösteriyorlar. Bir Arap, bir Kürt bir Asuri kadar Irak'ın havasında, suyunda hakkımız var. Irak'taki güçler hepsi birbirinin gücünden endişe ediyor. Arap Kürdün gücünden, Kürt, Türkmenin ve Arabın gücünden endişeli. Türkmenler çok önemli bir coğrafyadadır. Türkiye komşu ve uygar bir devlettir. Türkmen güçlenirse bunun kendileri için problem teşkil etmesinden endişe ediyorlar.
Türkiye devletinin içindeki kuruluşlardan bu konularla ilgilenen bazı sorumluların yoğun hatası oldu. Böyle görüyoruz.
Bizi anlamadılar, bize tam destek olmadılar. Konulara İstediğimiz gibi yaklaşmadılar. Böyle bir görüşmede tabii her şey konuşulamaz. Bir açık seminer olur, oturulur, bunlar tartışılır. Diğer yandan, bizi anlamadılar, diyoruz, ama kendilerinin haklı oldukları konular olabilir, kendilerini savunmaları gerekebilir. Türkmenler hem Irak'taki sorumluların, hem Amerika'nın hem de kendi soydaşlarının da haksızlığına uğradı.
Bizim insanlarımız aralarında hala çoğunluğu sağlayabilmiş değil. Grupları biraraya getirip çoğunluğu sağlamayı içine sindirebilmiş değil. Bu demokrasinin temel esasıdır. Bunun sindirilebilmesi ve beyinlere yerleşmesi lazım. O zaman ne olur? Bir Arap, Kürt öncelikle kendisini bir Iraklı olarak görür ve ona göre davranırsa o zaman bir Türkmenin sorumluluk mevkiine gelmesinde sorun yaşanmaz. Ama burada herkes kendisi için çalışıyor, biz de mecburen "haklarımız nerede" diye soruyoruz. Irak bu aşamaya ulaşana kadar Türkmen de Türkmeni temsil etme hakkına sahip olmalıdır.
Herkesle görüşüyoruz. ITC başkanı olarak görüştüm. KYB ile önemli konularda uzlaşmaya varan bir anlaşma yaptık, 5 Ocak 2002'de. Ama sanırım donduruldu. Sorunları çözmek için herkesle diyalog kurmak zorundayız. Aklın yolu birdir.
Bu Kerkük'e nereden baktığınıza bağlı. Uluslararası devletlerin bakışı ayrı, bölge devletlerin bakışı ayrıdır, Irak milletinin bakışı ayrıdır. Kerkük önemli bir petrol kaynağıdır. Buranın bir gücün tekelinde olmaması gerekir. Bir Irak kenti olarak yönetilmeli Kerkük. Burada tek bir güç hakim olursa kendi çıkarını ön plana alır. Allah korusun bu bir iç savaşa bile neden olur. Buradaki savaş tüm bölge ülkelerini etkiler. Uluslararası bir krize de neden olur.
Sanan Ahmet Ağa, Irak savaşı öncesi Ankara'da sık görülen Türkmenlerin başında geliyordu. Ankara'daki altılı görüşmelere katılmıştı. Kendisini anlatırken, meşhur Erbil Kalesi'ni de anlatıyor: "Kalenin üç mahallesi var. Devlet olduğu zaman sarayın olduğu yere Saray, kalenin savunması için topun bulunduğu bölgeye Tophane, dervişlerin tekkesinin bulunduğu yere ise Tekiya denilmiş. Ben de Tekiya'da doğdum." Sanan Ahmet Ağa ilginç bilgiler de veriyor: "Biz Üzeyir peygamberin soyundanız. Hazar Türklerindeniz. Hazarlarda, bir hakan vardı. Hakanın altında ise ikisi Müslüman, ikisi Yahudi, ikisi Hıristiyan, bir tanesi de dinsiz ateşperest yöneticiler vardı. Hepsinin de dini mekanları bir mahalledeydi ve bir sorun yaşanmazdı. O nedenle Araplar da, Kürtler de, Hıristiyanlar da bize amca der. 1948'den önce Yahudilerin bir mahallesi vardı: Tecil Yehud. Evlerinde Türkçe konuşurlardı. Hazar Türkmenleriydi." İkinci dönem ITC başkanlığı yapan Sanan Ahmet Ağa'nın eşi doktor ve bir kızı var. Şu sözler kendisine ait: "Uygarlığa fena uyduk. Kadın haklarını çiğnememek için ikinci eş almadık. Başka da çocuğumuz olmadı." (Gülüşmeler)
----------------- imza------------------