|

20. yüzyıla ‘kısa’ bir bakış

John Lukacs, Yirminci Yüzyılın Kısa Tarihi’nde Güney Amerika’dan Uzak Doğu’ya tüm dünyayı kapsayan bir bakış açısıyla ele alıyor. Lukacs, 20. yüzyılın tarihine ekonomik, kültürel ve siyasi güçler üzerinden değil de tartışmalı ve tarihe yön vermiş isimler üzerinden okura sunuyor.

04:00 - 15/11/2022 Salı
Güncelleme: 00:13 - 15/11/2022 Salı
Yeni Şafak
​20. yüzyıla ‘kısa’ bir bakış.
​20. yüzyıla ‘kısa’ bir bakış.

20. yüzyılı insan ve toplum görüntüleri üzerinden betimleyen anlaşılabilir olduğu kadar hissedilebilir bir tarih metni…

John Lucaks’ın 2013’te İngilizce yayımlanan “Yirminci Yüzyılın Kısa Tarihi” kitabı, Zeynep Tür tarafından dilimize çevrilerek Ketebe Yayınlarından neşredildi. Kısa bir 20. yüzyıl tarihçesi sunma iddiası taşıyan yapıt, rakamsal başlangıç-bitiş tarihinden bağımsız, söz konusu asrı yalnızca karakteristiğini kazandıran olgular temelinde ele alıyor. Nitekim 1. Dünya Savaşı’nın başlangıcından Soğuk Savaşı’n son bulmasına dek uzanan 75 senenin özet tarihi aktarılıyor.

Yazar 17 bölümden müteşekkil yapıtını, gerçeği algılayış ve işleyiş biçimine dair kısa izahla başlatıyor. Bu aslında Lucaks’ın bilimsel çalışmalarında kullandığı yaklaşımın felsefi dayanağını betimlediği, epistemoloji temelli bir açıklama. Kitabın amaç, desen ve kısıtlarına değindikten sonra ilk savını yine bu bölümde ileri sürüyor.

20. yüzyılda Avrupa Çağı’nın son bulduğu yönündeki bu iddia, kitabın akışı boyunca yer yer tartışılıyor. Hülasa ABD’nin ilk cihan savaşına sonradan dahil olarak ibrenin İtilaf Devletleri’nden yana dönmesini sağlamasının ve harbin diğer katılımcılarına nazaran çok daha az zayiat vermesinin, birçok sosyo-ekonomik göstergedeki üstünlüğünü pekiştirmesine, esas önemlisi de barış sürecinin kurumsallaşmasında dominant rol oynamasına yol açtığı söylenerek sav doğrulanıyor.

MİLLİYETÇİLİK KAVRAMI ÜZERİNE

Bir diğer iddia ise 20. yüzyıl boyunca “milliyetçilik” mefhumunun en yaygın ideoloji ve duygu olduğudur. Bu noktada asıl dikkati çeken tartışma, milliyetçilik kavramının sadece bir öğreti değil, hissiyat olarak da farklı toplumlarda tezahür ettiği hususundadır. 20. asra girilirken yeryüzünün hemen hemen her noktasında aristokratik idarelerin demokratlara kaybetmiş olması, toplumlardan bağımsız olarak hâkim retoriğin ve kabine kararlarının şekillendirilemeyeceği bir siyasi düzeni meydana getirmiştir. Nitekim 2. Dünya Savaşı’nın dinamosu Nasyonal Sosyalist hareketin söylemi de içerisinde bulunduğu sosyal yapıdan bağımsız gelişmemiştir. Eserde söz konusu iddia, sadece Üçüncü Reich özelinde değerlendirilecek olursa, Holokost’un topyekûn biçimde çağırıldığı varsayımı ile desteklenmektedir.

SİYASİ VE SOSYOLOJİK TESPİTLER

20. yüzyılın küresel tarihçesinin sunulması amacına karşı ‘Avrupa merkezci’ bir anlatım göze çarpmaktadır. Öyle ki kitabın büyük kısmı Avrupa’ya ayrılmış, hatta kıtadaki siyasi gelişmelerin yanı sıra bazı milletlere ilişkin sosyolojik çözümlemelere dahi yer verilmiştir. Bu asimetrinin farkında olarak Lucaks, söz konusu görüntünün iki dünya savaşının da bu coğrafyada patlak vermesinden ileri geldiğini, akış içerisinde çarpıklığın iyileştirileceğini yazmaktadır. Fakat Soğuk Savaş kısmı betimlenmeye başlandığında da -her ne kadar Kore ve Küba gibi karizmatik örnekler verilse de- Avrupa merkezci anlatım devam etmiştir.

Ta ki Demir Perde’nin Doğu Avrupa’dan tasfiye edilmesine kadar...

Yazar SSCB’nin dünya arenasından çekilmesinin ardındaki gidişata, aktörlere ve diğer ülkelere dönük etkilerine değindikten sonra kalemini “Üçüncü Dünya”ya taşıyor. Bu betimlemelerde Muhammed Musaddık, Mahatma Ghandi, Nelson Mandela, Fidel Castro gibi karizmatik liderlerin yahut Samuel Doe, Charles Taylor gibi tiranların öne çıkarıldığı, figüre odaklı bir perspektifin kullanılması göze çarpıyor. Yine de Panama’dan Mısır’a, Kongo’dan Vietnam’a değin birçok Üçüncü Dünya ülkesinde vuku bulan siyasi gelişmelerin anti-kolonyalizm ve milliyetçilik temelinde meydana geldiği vurgulanıyor.

Lucaks, bilgiyi öz prizmasından geçirmek hususunda cüretkâr bir bilim insanı. Bilgi, asla var olduğu biçimle kısıtlı değildir onun kaleminde; sürekli irtibatlandırılır, yorumlanır ve bir kez daha kurulur. Yani her bilginin içerisinde gömülü vaziyette bir potansiyel yığını bulunur.

Kendi deyişi ile, “… İnsanla ilgili her olayın öncesi, sonrası ve esnasında gerçeklik farklı bir ihtimalin rengiyle boyanır.”

Bu yaklaşımı metinlerini salt bulgu derlemesi olmaktan ziyade özgün tartışmalara ve çarpıcı çıkarımlara gebe kılıyor. 20. yüzyıl insanının, diğer bir ifade ile modern insanın, atasından farklılaşması hususuna değinildiği esnada mevzubahis tartışmalardan biri başlatılmış oluyor. Bu farklılaşmanın temelinde aristokrasiden demokrasiye geçişten ötürü modern insanın düşünsel ve eylemsel pratiklerinde meydana gelen değişimler bulunuyor. Artık insanın yaşadığı çağa duyarlı hale geldiği ve tarihin akışına yön verme imkân ve kabiliyetini elinde tuttuğu öne sürülüyor.

Tüm bu bahsedilenlerin yanında etimolojik irdelemelere, hatta kusurlu gördüğü terimlere ilişkin önermelere, Hitler ve Stalin başta olmak üzere birçok devlet liderine dair psikanalitik çözümlemelere, siyaset bilimine mevzu birtakım nosyon üzerinde felsefi değerlendirmelere yer verilmesi yapıtı yavan bir bilgisel aktarımın ötesine taşıyor. Ayrıca bilimsel üslubun yanında zaman zaman öyküleyici bir anlatımdan da faydalanılması, okuyucunun duyularının göz ardı edilmediği manasına geliyor.

Son olarak denilebilir ki, “Yirminci Yüzyılın Kısa Tarihi” John Lucaks’ın özgün tarih anlatıcılığının seçkin bir ürünü ve okuyucuya akademik metinden çok daha fazlasını vadediyor.

#John Lukacs
#20. Yüzyıl
#Milliyetçilik
1 yıl önce