|

28 Şubat’ta Kur’an mealleri patladı

Prof. Dr. Dilaver Gürer Cumhuriyetten bugüne darbe dönemlerinde Kur’an mealleri üzerine çalışmaların yoğunlaştığını bunun en son örneğinin de 28 Şubat döneminde yaşandığını dile getiriyor. Osmanlı’nın son döneminde ıslahat çalışmalarının bir devamı olarak başlatılan Kur’an tercüme çalışmasına değinen Gürer, bu ekip içinde Müslüman olmayan mütercimlerin de yer aldığını ve meal çalışmasının Cumhuriyet sonrası da devam ettiğini dile getiriyor.

Ayşe Olgun
Ayşe Olgun
04:00 - 4/11/2018 dimanche
Güncelleme: 14:18 - 3/11/2018 samedi
Yeni Şafak
Prof. Dr. Dilaver Gürer
Prof. Dr. Dilaver Gürer

Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi hocalarından Prof. Dr. Dilaver Gürer ve Hayrullah H. Sofuoğlu yedi yıl boyu çalışarak ortak bir Kur’an tercümesine imza attı. “Kur’anı Kerim ve Türkçe Tercümesi” adlı çalışma H Yayınları arasında okurla buluştu. Bu çalışmadan yola çıkarak Gürer ile tefsir ile meal arasındaki farkı masaya yatırdık.Bu farktan yola çıkarak özellikle Cumhuriyetten sonra neden mealin öne çıktığını anlamaya çalıştım.Gürer, Efendimiz döneminden bugüne yapılan Kur’an çalışmaları hakkında bilgi verdi.

Öncelikle şunu sormak istiyorum günümüzde Kur’an mealini Kuran tercümesine tercih etmemizin sebebi nedir?

Cumhuriyetle birlikte Kur’an-ı Kerim’in Türkçeye çevirisi için “tercüme” kavramı yerine “meal” kavramı, yani ayette kastedilen mananın aktarımı özellikle 1930’lardan günümüze kadar daha çok rağbet görmüş, tercümeye bir-iki örneği dışında fazla iltifat edilmemiştir. Bunun sebebi ise 1950’li yıllara kadar süren, 1960’larda ve 28 Şubat sürecinde çok sönük ve çok kısa süreli de olsa tekrar ortaya çıkan birtakım olumsuz konjonktürel şartlar, daha doğrusu “ibadetin Türkçeleştirilmesi” meselesi, ibadetlerde Arapça asıl metin yerine Türkçe tercümenin kullanılması endişesidir.

ENDİŞEDEN DOĞAN AKIM

Malum, Akif, “Kur’an tercümesi” yerine ısrarla “Kur’an meali” ibaresini kullanmasının sebebini ‘yanlıs bir şey yapmaktan çekinme’ olarak açıklamıştır. Bu bakış açısı mı meali tercümenin önüne geçirdi?

Evet işte o yıllarda ve daha sonraki yıllarda, Akif’in taşıdığı bu endişeyi, Kur’an’ın Türkçeye çevirisi ile ilgilenen herkes taşımış ve bu zevat, çevirilerinin ibadette kullanılmasına mahal vermemek için Kur’ân’ın tercümesi yani Arapçadaki anlamının doğrudan Türkçeye aktarılması yerine, “küçük çaplı tefsir” diyebileceğimiz bir üslupla, başka bir ifadeyle, ayetin ne söylediğini değil de, birtakım parantez içi veya paranteze almaya ihtiyaç duymadan doğrudan ilave kelimelerle ve ayetin aslında olmayan kelimeleri ilave etmek suretiyle bir “meal geleneği” oluşturmuşlar ve yaptıkları tercümelere hep “meal” demişlerdir. Zira, “meal” ayetin vermek istediği mesajı ve manayı diğer dile/Türkçeye rahat bir şekilde aktarmak iken, “tercüme” ayetin Arapçasını doğrudan doğruya -farklı tekniklerle de olsa- Türkçeye veya başka bir dile aktarmaktır ve bu noktada meal ile tercüme arasında ciddi bir fark vardır. Başka bir deyişle, tercüme, meal olmadığı gibi, meal de hiçbir zaman tercümenin yerini tutmaz.

MEAL ÇALIŞMASINA FİKİR SOKMAK KOLAY

Daha sonra da bu anlayış devam etmiş öyle mi?

1950’lerde devlet ibadetin Türkçeleştirilmesi projesinden vazgeçtiği halde, yani Hasan Basri Çantay’ların, Ömer Nasuhi Bilmen’lerin Kur’an mealleri açısından içinde bulundukları olumsuz konjonktürel şartlar ortadan kalktıktan on yıllarca sonra bile, hatta günümüzde dahi Kur’an’ın mealen çevirisine devam edilmektedir. Bunun bir başka sebebi de, meal yapan kişinin, kendi dini fikirlerini ve anlayışını veya ilahi kelamın mealini okuyan kişinin ilahi kelamın tercümesinden doğabilecek birtakım yanlış ve eksik anlamalara düşmesine sebebiyet vermemek için -kendine göre -birtakım doğru ve açıklayıcı ifadeleri, yapacağı çeviri metne dâhil etme imkânı sunmasıdır. Aslında, ayetin tercümesini yapmak oldukça zor, sıkıntılı ve iddialı bir iş iken, buna karşılık mealini yapmak çok daha rahat, kolay ve mütesâhil yani biraz ucu açık tercümedir.

Peki daha sonra neden bu artış devam etti?

İbadetin Türkçeleşmesi ve Arapça bilenlerin azalması diyebiliriz. Zira Osmanlı’da ulemanın ve aydınların çoğu Arapça biliyor ve Kur’an’ın manasını Arapçasından anlıyordu. Okuma yazma oranı da düşük olduğu için Arapça bilenler camide, tekkede, okulda vs. yerlerde ayetin Türkçesini Arapça bilmeyenlere aktarıyorlardı. Cumhuriyetle birlikte bu ortam ortadan kalktı. Kur’an’ın Türkçe anlamına hem okumuşlar arasında hem de halk nezdinde ihtiyaç duyuldu. Bu sebeple Türkçeye çeviriler başladı ve bu iş aslında bizzat devletin kendisi istedi. Meclis tarafından bir adet Kur’an tercümesi (Mehmet Akif Ersoy), bir adet tefsir (Elmalılı Hamdi Yazır) ve bir adet de hadis kitabı (Muhtasar Tecrid-i Sarih: Babanzade Ahmed Naim-Kamil Miras) tercümesi siparişi verildi.

1950’lerden sonra dinî alanda baskının kalkması ve nispeten bir rahatlama ile birlikte imam-hatip okulları ve yüksek İslâmî eğitim veren okullar açıldı. 1980’lerden sonra ise insanlar arasında Kur’an’ın anlamını öğrenme ihtiyacı bir hayli arttı. Bu sebeple bu ihtiyacı karşılamak için en başta Diyanet İşleri Başkanlığı meal işine ağırlık verdi. Ne var ki, gerek Diyanet’in yaptırdığı meal gerekse mevcut mealleri yeterli bulmayan kişi veya gruplar kendi meallerini yaptılar. Bu sebeple meal sayısı son on yıllarda bir hayli artış gösterdi. Özellikle de 28 Şubat sürecinden sonra meal sayısı hızlı bir trend ile yükseldi. Dediğim gibi, bu çalışmaların hepsi de bir özveri ve yoğun bir emeğin ürünüdür. Bu sebeple hepsini de değerli kabul etmek gerekir. Bir ilahiyatçı ve onlarca çalışması olan birisi olarak şunu söyleyebilirim ki, Kelâmullah, Vahy-i İlâhî ile, Kelâm-ı Kadîm ile uğraşmak ve onu anlamaya çalışmak kadar bana zevk veren başka bir uğraş yoktur. Eminim ki bu işi yapan herkes aynı duyguyu yaşamıştır. Tabii ki yaptığımız işteki hatalarımızın vebalinin de ne kadar büyük olduğunun farkındayız.

28 Şubat döneminde Türkçe mealin artış gösterdiğini söylüyorsunuz. Meal çalışmalarında siyasi ve toplumsal yapıdaki değişimler ne kadar etkili?

Enteresandır, Osmanlı’nın son döneminde son kırk elli yılında diyebiliriz Kur’an’ı Türkçeye çevirme faaliyetleri var. Hatta bunlar arasında Müslüman olmayan mütercimler de yer almaktadır. Burada şunu hemen ilave edeyim ki, şahsen ben bu faaliyetleri aslında Osmanlı’nın son döneminde gerçekleştirilmeye çalışılan, fakat akim kalan, sonuçsuz kalan her alandaki ıslah çalışmalarının dinî alandaki bir devamı olarak düşünüyorum. Meclis’in Mehmet Akif Ersoy’a Kur’an tercümesi siparişi vermesinde bu dönemdeki tercümelerin yetersizliği ve Müslüman olmayan birilerinin Kur’an’ı Türkçeye tercüme etmesi ile ilgili şikâyetlerin önemli bir etken olduğu söylenir.

DARBE DÖNEMLERİNDE GÜNDEME GELMİŞ

Yine ilginçtir, her darbe döneminde mutlaka Türkçe ibadet konusunun gündeme geldiğini görüyoruz. Herhalde darbecilerin Kur’an’ın Türkçeye çevrilmesi ibadetin Türkçeleştirilmesi hususundaki çabalarına halk tepki gösteriyor ve bu tepkinin bir sonucu olarak da bu işten anlayanlar veya bu tepkiye dâhil olan çeşitli gruplar kendi çevirilerini ortaya koyarak, kendilerine dayatılmaya çalışılan meal veya tercümeyi bir anlamda tesirsiz kılmaya çalışmışlardır. Başka bir deyişle sizin de ifade ettiğiniz gibi siyasî ve toplumsal değişiklikler Kur’an’ın çeviri faaliyetlerinde önemli rol oynamışlardır. Öbür taraftan bu alanda sayının bu kadar fazla olmasının en önemli sebebi, işin tabiatında yani ilahî kelamın mucizliğinde, yani ayet-i kerîmenin bütün özellikleriyle bir başka dile çevrilmesinin imkânsızlığını görmek gerektiği kanaatindeyim. Çünkü ilahî vahiy diğer beşerî kelamlar gibi statik yani sabit bir mana taşımamaktadır. Ayet, bütün diğer özelliklerinin yanında mana olarak da müthiş bir dinamiklik özelliği taşımaktadır. Ayeti her okuyup anlamaya çalışan kişi her defasında onun bu özelliğinin farkına varmakta, ayete yepyeni manalar verebilmektedir. Bu, ayetin Allah kelamı olmasından kaynaklanmaktadır. “Kur’an Arapça değil Rabçadır veya Kur’ancadır” sözü bu sebeple söylenir.



Peygamber Efendimiz tefsir çalışmasını başlatmış

Kur’an tercümeleri, tefsir ve mealler üzerine yapılan çalışmaların tarihi hangi yıllara uzanıyor? Bunların birbirinden ayrılması ne zaman söz konusu?

Bu işi Hz. Peygamber dönemine kadar götürmek mümkündür. Çünkü en başta Hz. Peygamber pek çok ayetin tefsirini yapmış, ayetlerle ilgili birtakım açıklamalarda bulunmuştur. Öyle ki, hadis kitaplarında bu konuya ilişkin bölümler yer almaktadır. Öbür taraftan Hz. Peygamber’den sonra pek çok sahabînin bazı ayetlerle ilgili açıklamalarına, tefsirlerine rastlıyoruz. Bu sebeple İslâmî ilimler içerisinde Tefsir’in ilk ilim dalı olarak ortaya çıktığını rahatlıkla ifade edebiliriz. Kur’an’ın diğer dillere aktarılması ise daha sonraki dönemlerde, Arap olmayan milletlerin İslâm’ı kabullenmesi dönemlerine rastlar. Merhum Muhammed Hamidullah ilk tercümenin miladi sekizinci yüzyılın ilk yarısının sonlarında Berberîceye yapıldığını söyler. Elimize ulaşan en eski tercüme ise miladi onuncu yüzyılda Samaniler zamanında Farsçaya yapılmıştır. Araştırmacılar bundan bir asır sonra da bu Farsça tercüme esas alınarak Türkçeye ilk tercümenin yapıldığını belirtmektedirler.

Fakat burada şu husus da önemlidir: Habeşistan kralı Necaşi’nin huzurunda Kur’an-ı Kerim okunduğu bilinmektedir. Muhtemeldir ki, Necaşi Arapça bilmemektedir ve okunan ayetler kralın diline tercüme edilmiştir. Buna binaen Kur’an’ın en azından bazı ayetlerin ilk tercümesini Sahabe dönemine, hatta Hz. Peygamber’in sağlığı zamanına kadar götürmek mümkündür. Tercüme, meal ve tefsirler üzerindeki çalışmalara gelince, bu tür çalışmaları miladi dokuzuncu onuncu asırlara kadar götürmek mümkündür, fakat son yüzyılda bu tür araştırmalar büyük bir yoğunluk kazanmış ve daha akademik bir boyut kazanmıştır. Kur’an, orta çağlardan itibaren Batı dillerine de tercüme edilmiştir. Ancak Batılıların bu ilk tercümeleri daha çok İslam’ı ve Kur’an’ın Allah kelamı olduğunu reddetme amacına yöneliktir.

Meallerde Türkçe dil sorunlu

Tercüme yaparken öncelikle mealler üzerine de bir inceleme yapmışsınız. Bu incelemeyi yaparken dikkatinizi çeken ortak sorun ne oldu?

Gördüğümüz meallerde bize göre en önemli sıkıntı Türkçe idi. Büyük oranda, okuyucu elindeki meali kutsal bir metin ve Allah kelamının birebir anlamı olarak kabul ettiği için metindeki Türkçe ifade bozuklukları fazla dikkatini çekmemektedir. Oysa mealler hem ayetlere verdikleri anlamlar yönüyle hem de takip ettikleri üslup yönüyle genellikle birbirinden farklıdırlar. Biz, kültürel birikim açısından hangi seviyede olursa olsun tercümemizi okuyan bir Müslümanın, aynı düzlemden bir Arap ayeti okuduğunda neyi anlıyorsa -veya neyi anlayamıyorsa- aynı duygu ve düşünceyi hissetsin istedik. Elbette bütün ayetler için böyle bir durum imkânsızdır, fakat çoğunlukla bunu hedefledik.

YEDİ YIL KUR’AN ÜZERİNDE ÇALIŞTIK

Kur’an tercümesi çalışmanızı da dinleyelim...

Bu çalışmamız yaklaşık yedi yıl sürdü ve bu süreçte Kur’an’ı baştan sona Hayrullah Sofuoğlu’yla üç defa her ayeti birlikte tercüme ettik.

Piyasadaki diğer tercümelerden meallerden de faydalandınız mı?

Tercümemizde elbette ki piyasada bulunan diğer meallerden, tercümelerden ve tefsirlerden istifade ettik. Ayetin tercümesini önce kendimiz yaptık. Sonra elimizin altında bulunan 25 civarındaki mealden karşılaştırdık. Gerekiyorsa düzeltmeler ve değişiklikler yaptık. Tercüme açısından zor ve sıkıntılı kelime, ibare ve ayetlerde en az beş-altı tefsire müracaat ettik. Zaman zaman fakültedeki Arapça hocalarının ve Arapçası iyi olan hocaların görüşlerini aldık. Hadis kitaplarından ilgili ayet hakkında rivayet edilmiş hadislere bakmayı da ihmal etmedik.

Başka ne tür tercümeler yapmıştınız? O çalışmaların faydasını bu çalışmanızda gördünüz mü?

Kur’an tercümemizden önce, Arapça tasavvufî eserlerden gerek şiir gerekse nesir pek çok tercümem olmuştu. Kur’an tercümesine başlamadan hemen önce altı ciltlik bir ekiple Geylani Tefsiri’nin tercümesini yapmıştık. Bunun yanında, bu işe başladıktan sonra -mübalağasız söylüyorum- Kur’an’ın tercümesi veya meali ile ilgili Türkçe ne kadar metin varsa okudum, notlar aldım ve gerekli yerlerde hepsinden istifade ettim. Burada şunu rahatlıkla ifade edebilirim: Biz Kur’an çevirileri için adeta ortak yani herkesin kolay kolay itiraz etmeyeceği bir metot oluşturmaya çalıştık ve adeta bu konuda her yaklaşımı birleştiren, anonim bir tercüme ortaya koymaya gayret ettik. Bu konuda çalışacak kimseler ile her türlü işbirliği ve yardımlaşmaya da açığız.

Diyanet işleri ortak prensip belirlemeli

Diyanet İşleri Başkanlığı günümüzde Kur’an mealleri için bir çalışma başlatacağını duyurmuştu. Bu tür çalışmalar hakkında ne
düşünüyorsunuz?

Bazı kimselerin aksine ben bu çalışmaları faydalı ve gerekli buluyorum. Dolayısıyla Türkiye’de devletini resmi kurumu olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın böylesi bir çalışma başlatması da fevkalade yerinde olur. Ortak prensipler belirlenir; herkesin kabul ve riayet edeceği hassasiyetler ortaya konur.

Osmanlı’da bu mesele tartışılmış

Osmanlı döneminde Kur’an meali
üzerine yapılan çalışmalar nelerdir?
Bu çalışmalar halktan ilgi görmüş mü?

Araştırmalar, Osmanlı dönemindeki ilk tercüme faaliyetlerinin miladi on dördüncü yüzyılın sonlarında başladığını göstermektedir. İlk tercümenin ise Muhammed b. Hamza’ya yani meşhur ismiyle Molla Fenari’ye ait olduğu kaydedilmektedir. Buradaki Muhammed b. Hamza’nın Akşemseddin olduğunu söyleyenler de vardır. Satır arası olan bu tercüme Ahmet Topaloğlu tarafından hazırlanarak Molla Fenari adına 1976yılında basılmıştır. Molla Fanari’nin Aynü’l-A’yân isimli işârî/tasavvufî bir Fatiha tefsiri de meşhurdur. İlginçtir, Kur’an’ın tercümesi konusunda Osmanlı uleması ikiye ayrılmıştır. Bir kısmı tercümenin zaruretine inanıp Kur’an’ın tercüme ve tefsirini yaparken, diğer bir kısmı bu faaliyete karşı çıkmıştır. Hatta Osmanlı âlimleri arasındaki bu tartışmanın diğer İslam ülkelerine sıçradığı belirtilir.

#Prof. Dr. Dilaver Gürer
#Kur'an
#Kur'an-ı Kerim
#Tefsir
#Meal
il y a 5 ans
default-profile-img