|

500 yıllık ödeşme Amerika kıtasının intikamı

21. Yüzyıl’ın Hernan Cortes’i Donald Trump’ın Avrupa seferi, 500 yıl önce zenginliği Avrupalı işgalciler tarafından çalınarak transfer edilen Amerika’nın adeta intikam töreniydi. Beyaz Saray’da başkanlık koltuğuna oturduğu ilk günden itibaren, ülkesinin Avrupa’nın güvenliği için harcadığı paranın büyüklüğünden ama buna karşılık muhatap oldukları nankörlükten dem vuran Trump, 11 Haziran’da Brüksel’e gelerek, bir mafya babası edasıyla NATO müttefiklerine raconu kesti.

Yeni Şafak ve
04:00 - 16/07/2018 Pazartesi
Güncelleme: 03:47 - 16/07/2018 Pazartesi
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
Mehmet A. Kancı - Gazeteci

Kimileri tarafından bir kaşif olarak görülse de, Orta Amerika’daki Aztek medeniyetinin yağmalanmasında başrolü oynayan İspanyol denizci ve komutan Hernan Cortes bugünkü Avrupa «medeniyeti”nin ( tek dişi kalmış türden ) mimarları arasında önde gelir. Onun Meksika topraklarından yağmaladığı altınlar ve Avrupa’nın 16. yüzyıla kadar tanımadığı patates başta olmak üzere getirdiği bitki ve meyveler önce İspanya’nın akabinde kıta ülkelerinin kaderini değiştirdi. Cortes Aztek halkının kökünü kazıdığı Meksika seferini tam 500 yıl önce, 1518 yılında gerçekleştirmişti. Ne tesadüf ki tam 5 yüz yıl sonra bu kez Amerika topraklarından bir “yağmacı” bu defa Avrupa kapılarına dayandı. Ve şimdi Avrupa halklarının kendi refahları için köşeye ayırdıkları zenginlikleri Amerika Birleşik Devletleri hazinesine akıtmalarını istiyor.

RACONU KESTİ

Beyaz Saray’da başkanlık koltuğuna oturduğu ilk günden itibaren, ülkesinin Avrupa’nın güvenliği için harcadığı paranın büyüklüğünden ama buna karşılık muhattap oldukları nankörlükten dem vuran Trump, 11 Haziran’da Brüksel’e gelerek, bir mafya babası edasıyla NATO müttefiklerine raconu kesti. İttifakın üyeleri daha önce 2024 yılı olarak belirlenen hedef yerine 2018 yılı sonuna kadar NATO bütçesine yapacakları katkıda hedefi tutturmak mecburiyetindeler. Peki bu hedef ne? 28 ülkenin tamamı, ki bu sayı bugüne kadar yalnızca 5’ti, Gayri Safi Yurtiçi Hasılalarının yüzde 2’sine denk gelen parayı NATO bütçesine teslim edecek. Yani NATO üyesi bir ülkede yaşayan her bir birey kişi başına düşen milli gelirinden daha fazla fedakarlık edecek. Ülkeler, sosyal politikaları ya da Almanya gibi enerji politikaları için ayırdıkları parayı ABD’nin bu talebini karşılamak için kullanacak. Almanya demişken, Trump’ın son Brüksel seferini ele alırken bu ülkenin durumuna ayrı bir yer açmakta fayda var. Çünkü Donald Trump, NATO, Rusya ya da Avrupa Birliği ile ilgili yapacağı her eleştiriye, Almanya’nın adını anarak başlıyor. Nitekim 11 Haziran sabahı Brüksel’de de bu gelenek değişmedi. Henüz NATO zirvesi başlamadan, Genel Sekreter Jens Stoltenberg ile kahvaltıda biraraya gelen Trump, günün ilk öğününü Almanya’yı kameralar önünde çiğ çiğ yiyerek yaptı.

FATURAYI YÜKSELTTİ

Almanya’yı Rusya’nın esiri haline gelmekle suçlayan Trump özetle, “Biz Almanya’nın savunması için para harcıyoruz, Almanya ise Rusya ile ortak enerji politikaları yürüterek, Moskova’nın politikalarını ve silahlanma programını finanse ediyor” diyerek Brüksel’deki zirvenin gündemini belirledi. Almanya ve Rusya’nın ortaklaşa yürüttüğü Kuzey Akım-2 boru hattı projesine karşı bugüne kadar verilmiş en sert mesajdı bu. Merkel-Trump görüşmesinin ardından verilen sıcak mesajlar ve Merkel’in ülkesinin bağımsızlığına vurgu yapan açıklamaları, bu ilk kasırganın etkisini dindirmeye yetmedi. Günün devamında Brüksel zirvenin açılışı şerefine organize edilen görsel yönü kuvvetli şovlara tanıklık ederken, Trump Avrupa’ya kestiği faturanın bedelini yükseltmekle meşguldü. Amerikan Başkanı, müttefiklerin NATO’ya katkısını acilen artırmalarını talep ederken, bir yandan da yüzde 2›lik Gayri Safi Yurtiçi Hasıla oranının yüzde 4’e yükseltilmesi isteğini dillendiriyordu. Trump’ın giderek el yükselttiği bu süreç ertesi gün Avrupalı liderlerin acilen yüzde 2 oranındaki paylarını yükseltmeye razı olmasıyla noktalandı. Peki nereye kadar? Bir sonraki NATO zirvesinde Trump’ın bu defa katkı payını yüzde 4’e yükseltmek için baskı yapmayacağının ve bu gerçekleşmezse ABD’nin NATO’dan ayrılacağı tehdidini savurmayacağının garantisi yok. Peki ABD bu riski göze alabilir mi? Dünya, Trump’ın ABD başkanlık koltuğuna oturmasıyla beraber, rasyonel olanın değil, irrasyonel olanın hakimiyetine giderek alışıyor. Bu yalnızca Trump dönemi ile sınırlı değil. Şöyle bir geçmişe dönersek 11 Eylül 2001 gününden bu yana uluslararası ilişkilerde «Artık bu kadarı da olmaz!» dediğimiz o kadar çok şey gerçek oldu ki. ABD silahlı kuvvetlerinin deniz gücüne baktığımızda bugün 11 nükleer uçak gemisine sahip. Dünyada bunun yanına yaklaşabilen bir ülke yok. Yani ABD’nin kendisini savunma konusunda bir problemi olmadığı gibi Avrupa’dan ticari anlamda beklediği faydayı sağlayamazsa, eski kıtayı savunmak için para harcamak gibi bir konuyu artık dert etmeyeceği de anlaşılıyor. Bilakis, Orta Avrupa ve Baltık ülkeleri başta olmak üzere Avrupalı müttefiklerini bir Rus istilası ile korkutarak onlardan para sızdırmak ya da Amerikan silahlarını almalarını sağlamak Washington yönetiminin daha da işine geliyor.

AVRUPA’YI DİZAYN ETME HEDEFİ

ABD, kendi çıkarları için müttefiklerini korkutmakla kalmıyor, eş zamanlı olarak onların iç siyasetlerini dizayn etme konusunda önü alınamaz bir ihtiras içerisinde. Trump, Brüksel temaslarını tamamladıktan sonra gittiği Londra’da İngiltere’nin Brexit politikasına destek verirken, bu yolda yeterli kararlılığı göstermemesi durumunda, İngilizlerin, ABD ile yapacakları serbest ticaret anlaşmasında büyük fırsatlar kaçıracağını vurguladı. Washington yönetiminin, Avrupa Birliği’ni parçalamaya yönelik çabası İngiltere ile sınırlı değil. Trump’ın, Fransa Cumhurbaşkanı Macron’u Washington’da ağırladığı ziyaret sırasında, konuk cumhurbaşkanına “Neden Avrupa Birliği’nden ayrılmıyorsunuz ki?” sorusunu yönelttiği kimliği açıklanmayan iki bürokrat tarafından basına sızdırıldı. Düşmanları yerine müttefiklerini bölüp yönetmeye heveslenen Trump’ın Almanya’yı yalnızlaştırma yönündeki bu çabalarının nerelere varacağını, Trump’ın bu uğurda neleri göze alabileceğini öngörmek zor. Ancak Mayıs ayında Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeier’e güven mektubunu sunan ABD’nin yeni Berlin Büyükelçisi Richard Grenell’i yakın takibe almak bize yolun sonuna dair bazı ipuçları veriyor. Grenell aslında son yıllarda Türkiye’nin aşina olduğu “türden” bir ABD Büyükelçisi. Ülkesinin temsilcisi olarak gittiği başkentlerde “misafir” olduğunu unutarak, ev sahibi ülkenin ulusal politikalarına saldırı düzeyde müdahalede bulunmayı hak sayan “ABD Büyükelçileri familyasından”. Grenell bu alandaki yeteneğini yeni görev yeri Berlin’de sergilemek için vakit kaybetmedi. Almanya Cumhurbaşkanı Steinmeir’e güven mektubunu sunduğu günün ilerleyen saatlerinde, patronu Trump gibi twitter’dan attığı bir mesajla, gittiği ülkede halk tarafından sevilmeyen ABD Büyükelçileri sıralamasında süre rekoru kırdı. İran’a yönelik ABD ambargolarının yeniden gündeme gelmesi üzerine, Grenell güven mektubunu sunduktan hemen sonra, Alman şirketlerini İran ile iş yapmamaları konusunda uyardı. ABD Büyükelçisi bununla da yetinmedi. Ülkesinin Avrupa’daki sağ siyaseti yeniden dizayn etmek gibi bir misyonu olduğunu da açıkça ifade etti. Avrupa’da bugün önlenemez şekilde yükselen aşırı sağın, Müslüman ve göçmenleri hedef alan saldırıların bu yeniden dizayn çabasının bir ürünü olup olmadığını bilemiyoruz. Ancak Almanya’da Hristiyan Birlik Partileri arasında daha önce rastlanmamış düzeydeki çatlağın bu çabanın sonucu olduğundan şüphe duymak için haklı sebepler var.

HELSİNKİ’DE KURULACAK MASA

Trump, işte Avrupa Birliği ve NATO’yu birbirine kattığı bu tayfunun ortasında İngiltere ve İskoçya topraklarına yaptığı ziyaretin ardından bugün Finlandiya’nın başkenti Helsinki’ye adım atacak. Putin-Trump Zirvesi’nin bu şartlar altında uluslararası topluma bir faydası olacağını söylemek mümkün değil. Görünen ve kılavuz istemeyen köy, ABD ve Rusya’nın tamamen kendi çıkarlarına odaklanacakları bir pazarlık masasının kurulacağı yönünde. Peki bu masada neler olacak? Fırat’ın doğusu ile beraber Suriye, İran’a yönelik ambargo planları, Ukrayna’nın doğusundaki çatışmalar ve Avrupa’daki silah ile enerji pazarlarının bölüşümü... Rusya ve ABD başkanlarının uzun süredir verdiği mesajlar, tarafların aslında Soğuk Savaş dönemini andıran bir hegemonya alanları bölüşümü aradığı izlenimini veriyor. Mevcut krizlerin temelinde de Rusya’nın bu yöndeki taleplerinin ABD’nin aç gözlü karar vericileri tarafından ciddiye alınmaması yatıyor. Helsinki zirvesi belki de iki süper gücün kendi aralarında 1945’teki Yalta Konferansı benzeri bir anlaşmaya varmasını sağlayacak. Ancak Avrupa ülkelerinin unutmaması gereken hassas bir nokta var. Yalta’daki paylaşım masasına İngiltere Başbakanı Churchill de katılmış ve Demirperde’nin inşa edileceği hattın belirleyicisi olmuştu. Bugün pazarlık masasına oturabilecek kudrette ne bir Avrupa ülkesi ne de lideri var.

BRÜKSEL’E AĞIR DARBE OLUR

Rusya ve ABD’nin Helsinki’de sağlayacakları bir uzlaşma başta Avrupa olmak üzere küresel jeopolitiğe bedeli ağır faturalar olarak yansıyabilir. Trump’ın ülke yönetme ve uluslararası ilişkileri çekip çevirme tarzına bakarsak Avrupalı liderlerle bir araya geleceği bir sonraki zirvede “Marshall Planı” sürecinde yapılan yardımları tahsil etme girişiminde bulunması şaşırtıcı olmaz. 1948-1951 yılları arasında yürürlüğe konan ve Türkiye›nin kapıdan kovulup neredeyse bacadan girerek dahil olduğu bu plan sürecinde 2. Dünya Savaşı’ndan zarar görmüş ülkelerin yeniden ayağa kalkması için 13 milyar doların üzerinde yardım sağlanmıştı. 2016 yılında yapılan bir hesaplama, bu meblağın günümüzde 110 milyar doların üzerinde bir miktara denk geldiğine işaret ediyor. Birileri Trump’a bu hesaplamadan bahsedecek olursa NATO üyelerinin gelecek zirvede ABD Başkanını karşılarında adlarına düzenlenmiş faturalarla bulması gibi bir manzarayla karşılaşabiliriz.

#Amerika
#Avrupa
6 yıl önce