|

Adım Müslüman diyen şair

Maraş'ta dünyaya geldi (1939). Çocukluğu, babasının zabıt kâtibi olarak görev yaptığı Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesinde geçti. Yöre, çocuk şair Erdem’in kafasında çılgın bir doğa sevgisinin yeşermesinin ortamını hazırladı. Çobanların söylediği türkülerden, halk ozanlarının deyişlerinden etkilendi. Çocukluğundan kalan izlenimle Bingöl Çobanları şiirini sevecektir. Çoban Çeşmesi şiiri, onun şiir muhayyilesinde, başka kimsede olmadığı kadar yüklü ve zengin çağrışımlar uyandıracaktır. Doğa meftunluğu onun hançeresinde Köroğlu’nun, Dadaloğlu’nun ahenginde yankı yapacaktır.

Yeni Şafak ve
11:00 - 11/07/2018 Çarşamba
Güncelleme: 11:02 - 11/07/2018 Çarşamba
Yeni Şafak
Akif İnan, Rasim Özdenören, Nuri Pakdil ve  Erdem Bayazıt 
Edebiyat Dergisi’ni inceliyor- 1969
Akif İnan, Rasim Özdenören, Nuri Pakdil ve Erdem Bayazıt Edebiyat Dergisi’ni inceliyor- 1969

Liseye başladığı 1955 yılında kafası şiirle ve daha çok da şiir aşkıyla dopdoludur. Maraş Lisesi’nin o dönemi, edebiyata meraklı parlak öğrencilerle doludur. Cahit Zarifoğlu, onun ağabeyi Sait Zarifoğlu, çizgi meraklısı Hasan Seyithanoğlu, bu satırların yazarı, Erdem Bayazıt’la aynı sınıftadırlar. Bir alt sınıfta Alaeddin Özdenören ve daha başkaları… Hepsinin yüreği canlı bir edebiyat sevgisiyle doludur. Çoğu kez bizim evde olmak üzere, arkadaş evlerinde bir araya gelirler. Birbirlerine şiirler okurlar. Kitaplar tavsiye ederler. Lisenin yayın organı olan ve bir dönem önce Nuri Pakdil tarafından çıkarılmış olan Hamle dergisini yeniden birkaç sayı çıkarmayı başarırlar. Erdem’le Alaeddin okudukları şiirleri çabucak ezberlerler. İkisi de şiire uygun ses tonlarıyla Maraş’ın gece sokaklarını şiir okumalarıyla şenlendirirler. Erdem liseyi bitirip (1959), Maraş'tan İstanbul’a geldiğinde, benim de devam etmekte olduğum Hukuk Fakültesi’ne kaydını yaptırdı. Bir süre öğrenci yurtlarında kaldı. Bir ara, Eyüp’te, bizim, dededen kalma evimizin bitişiğinde, İstanbul’un o eski ahşap evlerinin birinin bir odasında (Bayıldım Çıkmaz, no: 7) kiracı olarak yaşadı. Bursu yoktu. Bir gün: “Rasimciğim, artık dayımlara gitmek istemiyorum, çünkü ne zaman gitsem cebime harçlık koyuyor. Bundan artık sıkılmaya ve mahcup olmaya başladım.” dedi. Ancak sonradan anlaşıldı ki, o para, gerçekte babası tarafından gönderilmekteymiş. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi üçüncü sınıfa geçtiği yıl Ankara Hukuk Fakültesi’ne yatay geçiş yapma niyetiyle Ankara’ya gittiyse de, orada DTCF’nin Edebiyat bölümüne kaydını yaptırdı ve oradan mezun oldu.

YİĞİTÇE KAHIRLANMALAR İŞİTİRİZ

Modern dünyanın bir şairi olarak ve modern dünyada yaşayan bir şair olarak onun şiirine hangi perspektiften bakmalıyız? Acaba Yunus Emre’nin veya Mevlana’nın veya Fuzuli’nin ve benzeri klasik dönem şairlerimizin şiirleri ile Erdem Bayazıt’ın şiiri arasında nasıl bir ilgileşim kurulabilir? Açıktır ki, klasik dönem şairlerimiz içinde yaşadıkları İslâmî ortamın Müslümanca havasını teneffüs ve terennüm ediyordu. Günümüzün şairiyse klasik dönem şairlerimizin soluduğu kültür ortamında yaşamıyor.

İşte Erdem Bayazıt’ın denemek istediği şiir, bir Müslüman şairin içinde yaşadığı teknolojik çalkantıya karşı bir protesto sesi olmaya yönelmişti. Behçet Necatigil Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü adlı kitabında onun şiirini, bize çok yakın duran bir değerlendirmede bulunarak: “Barbar güçlerin, teknolojinin yıktığı, Tanrıdan kopardığı insanın manevî kurtuluşunu arayan …” bir şiir olarak tespit eder. Bu şiir, elbette, klasik dönem şairlerimizde bulunmayan bir eleştirel tutumu da bünyesinde barındırır. Onun şiirinde, bir yandan Köroğlu’nun, Dadaloğlu’nun celadetli haykırışına denk ünlemlere tanık olurken, bir yandan da protestosuna makes olan yiğitçe kahırlanmalar işitiriz. Uzaklardan Dede Korkut’un hikemi tavrına hoşâmedî yapıldığını görürüz.

Ancak bu şiirin dibinde yatan ve o şiirin usaresi mesabesinde duran lirizmi ihmal etmememiz gerekiyor. Kaşgar dergisinde yayınlanan (2004) ve elimizdeki Şiirler –Sebeb Ey, Risaleler, Gelecek Zaman Risalesi- toplamında yer alan “Kız Kulesi” şiiri, söz konusu lirizmin doruk noktasında yer alıyor. Bu şiir, tadına aşina olduğumuz Erdem Bayazıt şiirlerinden farklı bir söylem getiriyor. Erdem Bayazıt’ın alışık olduğumuz şiir tarzı, benim eski tanı’mı yineleyerek söylersem, ünlemli bir şiirdir. Onda, biraz Köroğlu, biraz Dadaloğlu çeşnisinde, fakat evcilleşmiş bir hamaset tadı vardır. Kız Kulesi ise daha önce onda neredeyse hiç görmediğimiz veya böylesine som ve katıksız ve rafine halde görmediğimiz bir munislik ve lirizm taşıyor. Şiirin, kendi içinde taşıdığı dramanın ve tonlamasındaki facia atmosferinin; bunun yanında süregelen içli ve dokunaklı söylemin sözünü etmiyorum. Bütün bunlar, belli başlı bir metin tahlilini gerektirir. Burada ancak şunu söylemekle yetinelim: Erdem Bayazıt’ın bu şiiri, eksiksiz ve fazlasız duruşuyla şairin kâmil bir ürünüdür. O, şiirindeki ünlemli tonlamayla lirizmi buluşturan en olgun söylemi bu şiiriyle gerçekleştirmiştir. Hazırlayacağını söylediği ve fakat ömrünün müsaade etmediği Üsküdar Risalesi şiir toplamının ilk ve tek ürünü olarak elimizdedir bu şiir. Bu şiir toplamını tamamlamak için giriştiği ön hazırlıklar, Üsküdar gezmeleri ve Üsküdar üzerine okumaları maalesef akim kalmıştır. Vah esef... Erdem, Dostoyevski’yi de sever, ancak onun retoriği daha çok Tolstoy’a denk düşer. Onun şiirinde insanı yüceltmek isteyen bir söylemin ön aldığı bellidir. Favori şairlerinden birinin Yahya Kemal olması şaşırtıcı değildir.

BİRAZDAN GÜN DOĞACAK

Şiirler toplamında yer alan ürünlerinin ilki Birazdan Gün Doğacak şiiriyle başlar. Kitabın bu şiirle başlaması bence anlamlıdır. Bu şiir, Erdem Bayazıt’ın fikriyatındaki istikrarın (fakat katılaşmanın ve kireçleşmenin değil) şiirine yansıdığı bir dönemeci işaret eder. O, uygarlık konusunda, din konusunda, Müslümanın insana, eşyaya, olaya, evrene bakışı konusunda kararını vermiş, bakışını muhkemleştirmiş ve bunun şiirini oluşturmaya azimli bir duruşla yola koyulmuştur. Onun, başlangıçta hitabete eğilimli şiiri gide gide lirik bir söyleyişe dönüşmüştür. Ölüm Risalesi ile başlayıp Gelecek Zaman Risalesini oluşturan Burç Şiirleri (Ekonomi Burcundan, Şiir Burcundan, Derviş Burcundan, Düş Burcundan, Hicret Burcundan, Çocuk Burcundan, Aşk Burcundan, Sevgililer Burcundan, Hayat Burcundan, Şehir ve Doğa Burcundan) boyunca lirizmin yoğunlaştığı gözlenebilir.

Şiirlerinin belli başlı şu üç ana başlık altında değerlendirilebileceğini düşünüyorum: 1. Eleştirel yaklaşımı, / 2. Günceli tespitlemekten kaçınmaması, 3. Müslümanca duruşu vurgulama çabası. Onun mevcut şartlara, dünyanın hâlihazır gidişatına karşı “Müslümanca tavrı” açıkça bellidir. Şiirini İslâm’a hizmet yolunda tasarruf etme isteğinin en açık belirtisi Sürüp Gelen Çağlardan başlıklı şiirinde kimliğini “Adım: Müslüman” diye haykırışında tecessüm eder. Evet, ünleme dayalı, yiğitlemeye yatkın bir sese sahipti. Dede Korkut’un nefesinden, Köroğlu’nun ve Dadaloğlu’nun çığlığından töz taşıyan şiiri, çağdaş Türkçenin imkânlarıyla da beslenmiştir. Onun ünlemli şiiri hamasetten çok lirizme yakın durur.

Ne ki, yazmaya titizlendiği için yazdıklarının toplamı müktesebatını tümüyle yansıtabilir mi, emin olamıyorum. Erdem de, Akif ve Alaeddin Özdenören gibi yazmaya titizlenirdi. Onlar, kendilerine özgü sesi yakalamadıkça şiir yazmaya oturmazlardı. Cahit'in tarzı farklıydı. O, şiir heykel gibi mermerin içinde saklı duruyor, şaire düşen heykeltıraş gibi mermeri yontup içindeki heykeli çıkartmaktan ibarettir, diye düşünürdü. Eline, kelimelerden ibaret olan çekicini alarak şiirini yontmaya başlardı. Erdem, Alaeddin ve Akif'se şiirlerinin oluşmasını sağlayacak olan ilhamı sabırla beklerlerdi. Cahit hep çocuksuydu. Akif'se doğuştan erişkin olarak dünyaya gelmişti. Alaeddin kelimenin bütün yükleri ve yüklemiyle garipti: Efendimiz (sav)'in garip kelimesine yaptığı vurgu bağlamında garipti. Dünyaya müstağni idi. Erdem'se gerçek anlamında prensti. Şahsiyetiyle, yaşantısıyla, şiiriyle, nesriyle asildi…

BEN AYRINTI, O DA ŞİİR AVCISI

O, benim için ayrıntı avcısı demişti, ben de onun için şiir avcısı diyorum. İyi şiiri bir bakışta teşhis ederdi. Gençliğimizin heyheyli günlerinde Maraş caddelerini şiir okuyarak arşınlarken çoğu şiiri ilk kez onun yorumuyla dinlemişizdir. Yumuşak davudî sesiyle şiir okumanın hakkını verirdi. Benim 53 yıllık dostumdu. Bu kelimeyi özellikle telaffuz etmek istiyorum. Bunca yıl, onunla hem edebiyat yolunda, hem hayatın günlük, gündelik dağdağası arasında birlikte yürüdük. Kısa sürelerle birbirimizden ayrı kalmışlığımız olmuşsa da bu kısa kesintiler hiçbir zaman bir arada bulunuşumuza halel getirmemiştir. Ömrü boyunca şiirden kopmadı. Şiiri romandan, romanı biyografiden, biyografiyi tarihten, tarihi destandan, destanı hayattan ayrı görmeyen bir okuma etkinliğini ömür boyu sürdürdü.

Bu halkada kümelenen dostlar bunca yıl zarfında birbiriyle asla yüksek sesle konuşmadı. Birbirini hiç incitmedi. Bazı arızi zorunluluklar dışında mekânsal yakınlıkları da ömür boyu sürdü. Biz Eyüp’te otururken Erdem olsun, Cahit olsun bizim eve yakın bir odada oturdular. Bir süre orada komşuluk ettik. Daha sonra Ankara'da birlikte olduk. Bir ara Ankara’da Erdem’le aynı evi paylaştık. Erdem’le Cahit aynı apartmanın komşu dairelerinde yaşadı. Keza Akif’le de mekânsal yakınlığımız ömür boyu sürdü. Bu yakınlığın bu dünya planında olsun, onun görünmeyen arka düzleminde olsun bir anlamı bulunduğunu düşünüyorum. Muhteşem bir dayanışma örneği gösterdiler. Aralarında asla bir kıskançlık oluşmasına müsaade etmediler. Tam tersine, birinin ötekileri aşan bir başarısına tanık olunduğunda o başarıyı birlikte kutladılar. Bu arkadaş topluluğu nerdeyse olgunlaşmış olarak doğan çocuklardan meydana geliyordu. Erdem Bayazıt doğuştan bir bey oğlu idi. Hayata, daima, doğuştan getirdiği bir asalet düzleminden yaklaştı. Şair gururu ve doğuştan getirdiği asaleti, onu, bulunduğu her ortamda bir saygı halesiyle çevirdi.

“Onun şiirinde, bir yandan Köroğlu’nun, Dadaloğlu’nun celadetli haykırışına denk ünlemlere tanık olurken, bir yandan da protestosuna makes olan yiğitçe kahırlanmalar işitiriz. Uzaklardan Dede Korkut’un hikemi tavrına hoşâmedî yapıldığını görürüz.”

#Erdem Bayazıt
6 yıl önce