Volkan Yalazay 20 yıldan bu yana sokak sokak gezerek İstanbul’un ağaçlarını araştırdı. Geçtiğimiz günlerde bu özel çalışması Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneği tarafından kitaplaştırıldı. Yalazay, İstanbul’un eski ağaçlarını gezerken bir yandan onlarla ilgili fiziksel bilgileri, bir yandan da onlarla ilgili söylenmiş sözleri toparlamış. Ortaya çıkan ise İstanbul’un ağaçlarının her yönüyle inceleyen oldukça kıymetli bir eser olmuş. Yalazay, uzun yıllar İstanbul’un ağaçlarını gezse de artık Çanakkale’nin bir köyünde yaşıyor. İstanbul’un tadını da aldım, derdini tasasını da yaşadım diyen Yalazay’la fıstık çamından erguvana, sakız ağacına uzun ve keyifli bir sohbet yaptık. Kentin en güzel ağaçlarını anlatan Yalazay, “Ağaçlar İstanbul’un en eski sakinleri” diyor.
Kitabın konusu İstanbul’un Anıtsal Ağaçları ama bu ağaçlar kadar İstanbul kültürü de ağırlığını hissettiriyor ve eski İstanbullulara bir atıf da var. Aslında onlar bu şehrin en eski sakinleri, başka bir deyişle eski İstanbul’dan günümüze ulaşan en yaşlı canlılar.
ÇINARLAR, SAKIZLAR VE MEŞELER
Sarıyer’de Bilezikçi Çiftliği’nde Ağıl Çınar ismi verilmiş olan çınar muhtemelen yedi yüzünü devirmiş bir ağaç; aynı zamanda da İstanbul’un en geniş gövdeli ağacı kendisi. Onun üçte biri boyutunda olsa da Florya Atatürk Ormanı’ndaki, Tuzla Sakız Adası’ndaki veya Çiftehavuzlar’daki kimi sakızlar da benzer yaşlara merdiven dayamış ağaçlar. Şile’nin Çengilli köyündeki bir meşe de öyle; boylu poslu ve gayet yaşlı bir ağaç. Daha başka türden ağaçların da örnekleri yok değil ama çınarlar, sakızlar ve meşeler uzun yaşları dolayısıyla daha bir öne çıkıyorlar İstanbul’da.
Önce yalnızca ziyaretlerde bulundum bu ağaçlara; kitap fikri sonradan ortaya çıktı. Elimde rahmetli Çelik Gülersoy’un İstanbul’un Anıtsal Ağaçları kitabı ve Orman Fakültesi hocalarının çıkardığı bazı envanter çalışmalarıyla dolaşmaya başlamıştım ama bir süre sonra bahsettiğim çalışmalarda yer almayan pek çok anıtsal ağaçla da karşılaşınca doğdu kitap fikri; yani fark etmiş olduğum bir ihtiyaçtan ötürü başladım kitaba. Bu fikirden önce yazdıklarım, notlarım ve araştırmalarım da işimi kolaylaştırdı. Veya tam tersi, zorlaştırmış da olabilir çünkü iki bin beş yüz sayfayı bulan bir bavul dolusu yazı ve resim vardı elimde. Onları ayıklamak, sadeleştirmek, kimi ağaçlardan vazgeçebilmek hayli zor oldu ve nihayetinde 480 sayfalık bir kitaba küçüldü tüm çalışmalar; damıtıldı da diyebiliriz.Yazım süreci, ziyaretler, araştırmalar… Tüm bunlar yirmi seneye yayılıyor ama bu yirmi yılın yarısı en yoğun çalıştığım zaman dilimi oldu.
KAYIRDIĞIM AĞAÇ YOK
Kimileriyle daha fazla vakit geçirdiğim doğru. Aralarında bazı ağaçları pek çok kez ziyaret ettim, altlarında vakit geçirdim. Validebağ’daki bir sakız ve meşe böyle ağaçlara iki örnek; Yıldız Korusu’ndaki meşe, Atatürk Arboretumu’ndaki bir kayın da daha başkaları. Aslına bakılırsa onları sık ziyaret etmem biraz da bulundukları mekanla ilişkili; yoksa birbirinden kayırdığım ağaç yok, daha sık gördüğüm ve doğal olarak yakınlaştıklarım var.
SOKAKLARA ADLARI VERİLİYORDU
Fıstıklardan konuyu açtınız ki, eski İstanbullular fıstık çamına fıstık ağacı veya kısadan fıstık derlermiş; bu ağacın isim vermiş olduğu pek çok semt ve sokak ismi var. Paşabahçe’de Fıstıkaltı ismi 90’larda kurumuş olan devasa bir fıstık çamının hatırası olarak bugün yaşıyor. İster mahalle, semt, isterse sokak isimleri olsun günümüzde çoğunun içi artık boş; rastgele ve hızla verilmiş, ara sıra ise biraz tatlandırmak için türlü çiçek veya ağaç isimleri eklenmiş. İşte bu yüzden günümüzde sayıları günden güne artan onlarca “çınar”lı veya “manolya”lı sokak var İstanbul’da ancak çok azı gerçekten de bu ağaçlardan dolayı bu ismi almış.
Oysa eski İstanbul sokaklarının hali başka. Sokağın adı muhakkak o sokağın en güzel ifadesidir, özüdür. Bu sokaklardan birinde “çınar” sözcüğü varsa, gerçekten de o sokağa gölge ve yeşillik veren bir çınar vardır veya zamanında orada yaşamıştır. Ağaçların o yerde yaşayarak isim vermiş olduğu semt veya sokaklar için en güvenilir yerlerden biri 1934 basımlı İstanbul Şehri Rehberi. Bu rehberde yer alan ağaçlı isimlere güvenebiliriz.
Kitapta bu yerlerle ilgili epey bir örnek var.
Erguvan şenliğinin mendili İstanbul’da
Erguvanlar Akdeniz ikliminin tipik ağaçlarından biri. İstanbul’un da yerli ağaçlarından ama rengi ve mitolojideki yeri ile çok eski zamanlardan bu yana doğal yayılışı haricinde de sevilerek dikilmiş ve İstanbul’un, daha doğrusu bilhassa Boğaziçi’nin bir simgesi olmuş. Bursa için de öyle. O yörede de doğal olarak bulunan ve hatta birkaç asır öncesine kadar şenlikleri yapılan bir ağaç. Şimdi bu şenliklerin mendili İstanbul’da.
Hem yaşadım hem kaçtım
İstanbul’un tadını da aldım, derdini tasasını da yaşadım. Doğadan ve ağaçlardan bu kadar bahseden birinin İstanbul’da uzun süreli kalması mümkün değil. Kişisel bir tercih tabii ki. Beş yıldır kırsaldayız; yediklerimizden kullandığımız elektriğe kadar ihtiyaçlarımızın hemen hepsini kendimiz üretiyoruz. Tüm hareketliliğine ve coşkusuna rağmen sessiz ve sakin bir hayat daha uygun oldu; hem benim, hem de ailem için. Üstelik İstanbul’da artık ne çocukluk anılarımı ne de diğerlerini yaşatan herhangi bir yer kalmadı. Bilgisayardan bir dosya silmek gibi bir şey değil bu. Doğaldır ki her şey değişir ama zamanla olur bu; böyle birden ve çok kısa zamanda değişen bir şehrin yüzünde travmaların izleri var. Kimileri bu sıkıntıyla yaşar, kimileri de kaçar. Kendi adıma, hem yaşadım ve hem de kaçtım.
İstanbul’un ‘Devletlü Kaba Ağac’ı
İstanbul şehrini Bizans’tan başlayarak incelediğimizde kimi ağaçların her devirde bu şehrin karakterine nüfus ettiğini görüyoruz. İstanbul’u ziyaret etmiş olan her seyyahın da bahsettiği ağaçlar onlar. Serviler, fıstık çamları ve erguvanlar böyle ağaçlardan.… Çınarlar da öyle ama onların öne çıkması Osmanlı kültürüyle oluyor, Türklerin “Devletlü Kaba Ağaç” imgesiyle örtüştüğünden imparatorluğun bir simgesi olarak başkentlere mührünü vuran bir ağaç.
Umut verici çabalar var
Son yıllarda artan ilgi ve yetkili mercilerin çalışmalarıyla pek çoğunun tescili ve bakımları, tedavileri yapıldı. Bir başlangıç olarak değerlendirirsek umut verici. Ama İstanbul’dan bahsediyoruz; rantların her şeyden daha değerli olduğu bir zaman ve mekanda tam teşekküllü bir koruma mümkün mü emin değilim. Bu çalışmayı yaptığım süre içerisinde pek çok ihtiyar ağaç inşaatlara kurban gitti. Daha geniş bir çerçeveden bakarsak doğa da öyle.