|

Amerikan ulusalcılığının stratejik retoriği ve dünya

ABD Başkanı Donald Trump’ın hafta başında açıkladığı ulusal güvenlik stratejisi belgesi, kendi içindeki çelişkilerle dikkat çekiyor. Dahası belgenin uygulama aşamasında, Trump yönetimi (Beyaz Saray) ve Washington bürokrasisi arasındaki ayrışmayı/çatışmayı nasıl aşacağı da soru işaretleri barındırıyor. Belge, küreselleşmeyi güvenlikleştiren ve ulusalcı retoriği merkeze alan yapısıyla da dikkat çekiyor.

Yeni Şafak ve
04:00 - 27/12/2017 Çarşamba
Güncelleme: 06:27 - 26/12/2017 Salı
Yeni Şafak
Gündem
Gündem
Prof. Dr. Mehmet Akif Okur - Yıldız Teknik Üniversitesi

1980’den bu yana ABD Başkanları tarafından aralıklarla yayınlanan ulusal güvenlik stratejisi belgeleri (UGSB), içeriye ve dışarıya dönük muhtelif fonksiyonlar icra ediyor. Belgelerden içerde, güçlü kurumlara ayrılmış bürokratik mimarinin ortak genel hedefler etrafında uyumlaştırılmasının yanı sıra belirlenen stratejilere kamuoyu desteğinin temini için yararlanılıyor. UGSB’ler dışarda ise, müttefiklere sunulacak vaat ve taahütler ile hasımlara yönelik tehditleri ilan ederek uluslararası sistemdeki diğer aktörlerin plan ve davranışlarını etkilemeyi hedefliyor. Amerikan UGSB’lerinin özellikle büyük kriz zamanlarında ve askerî müdahale ihtimallerinin belirginleştiği dönemlerde ciddi bir küresel ilgiye mazhar olduğu bilinir. 11 Eylül sonrasında yayınlanan belge üzerindeki tartışmalar, bu durumun hafızalarda halen canlı kalan en önemli örneğini teşkil ediyor.

Trump’lı Beyaz Saray’ın ulusal güvenlik belgesi analiz edilirken bu hususlara ilave olarak şu iki önemli noktanın daha göz önünde bulundurulması lazım. Bunlardan ilki, ABD Başkanı’nın dış politika söylemleriyle eylemleri arasında gözlenen tutarsızlıklar. Diğeri de, Trump’ın kampanya döneminden bu yana destekçi kitlesini gözeterek diri tutmaya çalıştığı retorik ile yakın çalışma çevresinden başlayıp bürokrasiye uzanan kadroların vizyon ve yaklaşımları arasındaki farklılıklar. Dolayısıyla, her satırın bir politikaya dönüşeceği beklentisine girilmemesi, belgenin ABD’deki aktüel iç siyasi konjonktür ve dengeler ile dış politikadaki somut göstergeler ışığında yorumlanması gerekiyor.

GÜÇLÜ, ULUSALCI VURGU

Bu kayıtlar hatırda tutularak önümüzdeki metne baktığımızda, dikkatimizi ilk olarak Amerikan ulusalcılığının baskın rengi çekiyor. “Önce Amerika” sloganı, George W. Bush’unkiler dahil, küreselleşme rüzgarlarının sert estiği dönemlerde şahit olmadığımız güçlü bir ulusalcı vurguyu stratejik retoriğin merkezine yerleştiriyor. Şu örneklere göz atmak, kıyaslamayı kolaylaştırabilir. “Egemenlik” kavramına, Obama ve Bush’un belgelerinde sadece bir kaç defa başka ülkelerle ilgili meseleler kastedilirken yer verilmiş. Trump’ın belgesinde ise egemenlik, yarısından çoğu Amerika’nın “tehdit altındaki” egemenliğini vurgulamak için olmak üzere on defa kullanılmış. Obama’nın son UGSB’sinde çok taraflılığa atıf yapan “uluslararası toplum” dokuz defa karşımıza çıkarken yeni belgede kavramın izinden eser yok. Obama, 32 sayfada 96 kez global ve 90 defa Amerika demiş. Trump ise 68 sayfada 21 kez global ve 258 defa Amerika diyor.

Amerikan “vatandaşlarının çıkarlarını ve bir millet olarak egemen haklarını önceleyen” bu vizyon, küreselleşme döneminin kozmopolitan vurgularla dolu söyleminden uzaklaşma anlamına geliyor. UGSB’de propagandası yapılan dünya vizyonu formülasyonuna da küresel renkler değil, “tarih, kültür, inançlar ve ilkeler” üzerinden tarif edilen millet ve egemenlik vurgusu hakim: “Her biri kendi kültür ve rüyalarıyla refah, özgürlük ve barış içinde yan yana gelişen, güçlü, egemen ve bağımsız milletlerden oluşan bir dünya.”

UGSB’de küreselleşme döneminin ABD aleyhine ilerleyen bir süreç olarak yorumlandığını, ekonominin de kendi mantığı ve dinamikleriyle işleyen müstakil bir alan sayılmadığını, ulusal güvenliğin parçası kabul edilerek değerlendirildiğini görüyoruz. Rusya ve Çin’in küresel ekonomi ve kurumlara eklemlenmesini teşvik eden küreselleşme politikaları, vadettikleri gibi rakiplerden “dürüst ortaklar” üretemedikleri için eleştiriliyor. UGSB’ye göre bu ülkeler, ABD’nin inşasına yardım ettiği uluslararası kurumları istismar etmişler, sanayilerini ABD mallarına karşı desteklemişler, ülkelerine gelen yatırımcıları teknoloji transferine zorlamışlar ve piyasaları bozmuşlardır. UGSB’de ayrıca, küreselleşme sayesinde yayılan teknolojinin zayıf devletleri güçlendirdiği söylenirken, ABD’ye bilim, teknoloji, mühendislik ve matematik dallarında eğitime gelen öğrenciler üzerinden yeni bir çeşit casusluk yapıldığı da ileri sürülüyor. Metinde, göçmenlerin temsil ettiği “dışarıya” karşı korunma ihtiyacı, sınır güvenliğinin altı çizilerek diğer alanları da kuşatacak şekilde genişliyor. Malların, hizmetlerin ve insanların serbest dolaşımına dayanan küreselleşmeci ekonomik mantık, teorik bakımdan bütünüyle lanetlenmese de kötü yönetim ve istismar gibi gerekçelerle güvenlikleştiriliyor, küçükten büyüğe ABD’yi uğraştıran güvenlik sorunlarının kaynağı olarak gösteriliyor. İnşasına liderlik edilen küresel sistemden şikayetleri, ulusal çıkarları doğrudan ve açıkça merkeze alan büyük güç siyasetine dönüş yönündeki irade beyanı takip ediyor. Özellikle Avrupalı müttefiklerin ellerini ceplerine atması isteniyor.

BEYAZ SARAY BÜROKRASİ AYRIŞMASI

Bu yeni vizyonun nasıl pratiğe döküleceği hususunda ise ciddi belirsizlikler var. Tüm şikayetler alt alta dizildiğinde, ilk önce Amerikan tarihinde örneklerine rastladığımız izolasyoncu bir dış politika stratejisinin silüeti gözler önünde beliriyor. Ancak aksine UGSB, hem ABD’nin uluslararası taahhütlerine bağlılığının altını çiziyor, hem de büyük güç rekabetinden açık düşman ilan edilen “serseri devletlere” ve ulus aşırı teröre kadar bir dizi tehdide karşı müdahaleci stratejiler öngörüyor. Bu manzaranın şekillenişinde, giriş kısmında dikkat çektiğimiz, yeni Beyaz Saray’la yerleşik bürokratik vizyon arasındaki açının tesiri olabilir. UGSB, seçmenine söylemi üzerinden farklılığını anlatma arzusundaki yöneticiyle, somut politikaların başarısından sorumlu bürokrasinin ihtiyaçlarını dengeliyor.

Örneğin UGSB, NATO’yu kuran Washington Anlaşması’nın ünlü 5. maddesine bağlı kalınacağını ifade ediyor. ABD’nin çok taraflı kurumlardan çekilmeyeceğini, ancak ulusal çıkarlarını ön planda tutan yeni bir müzakere tarzı izleyeceğini söylüyor. Önceki yönetimlerin, ABD’yi değil uluslararası muhataplarını düşündükleri iddiası, seçimlerden bu yana dinmeyen kara mizah sahneleriyle dolu iç siyasi tartışmaların uzantısı olarak metindeki yerini almış gözüküyor.

Çin ve Rusya’nın tehdit kategorisindeki rakipler olarak ilanıyla ABD Başkanı’nın Putin ve Xi Jinping zirveleri esnasında verdiği mesajlar arasında da uyumsuzluklar var. Nitekim, Trump’ın UGSB’sini ilan ettiği konuşmada Rusya’dan çok kısa bahsetmesi dikkatlerden kaçmadı. Yazılı metinle Başkanın vurguları arasındaki farklılıklar, “müttefiklerle” ilişkiler dahil başka pek çok alanda daha karşımıza çıkıyor. Trump’ın açıklamasında, belgede yer alan NATO’nun 5. maddesi’yle ilgili taahhüde değinilmemesi gibi.

Büyük güçlere karşı izlenecek stratejinin, hiç bir bölgenin tek bir gücün hakimiyetine bırakılmamasını hedefleyişi, tüm yeryüzünü çok cepheli devasa bir mücadele alanı şeklinde okumak anlamına geliyor. Ancak, aynı zamanda “ABD, güçlü bir konumdan rakiplerle işbirliği alanları arayacak” denilerek bu pozisyon yumuşatılıyor.

İSRAİL’İ MERKEZ ALIYOR

UGSB, Kuzey Kore ve İran’ı, öncelikli tehditler sayıyor. Vurgular, Pyongyang’ın “nükleersizleştirmeyi” hedefleyen doğrudan bir Amerikan müdahalesine daha yakın olduğu izlenimini uyandırıyor. Ortadoğu’ya ise İsrail’i merkeze alan bir perspektiften bakılıyor. Baş düşmanlar olarak İran ve “radikal İslamcı terör” gösteriliyor. Dışarısı kadar içerdeki tribünleri de hedeflediği anlaşılan satırlarda, DAEŞ, el-Kaide ve türevi örgütlere atıf yapılarak İslam’la terörü ısrarla yan yana getiren geniş kitleleri rencide edici bir retorik kullanılıyor. Bölgedeki diğer ülkeler, büyük ölçüde bu tehditlere karşı yeni Amerikan vizyonu doğrultusunda oynayabilecekleri roller ekseninde konumlandırılıyor. Türkiye ve İslam İşbirliği Teşkilatı gibi geniş temsil gücüne sahip örgütlenmelerden söz edilmezken, Körfez İşbirliği Teşkilatı’na merkezi bir konum atfediliyor. Suudi Arabistan ve Mısır ise desteklenmesi gereken ülkeler sıfatıyla zikrediliyor.

Ancak, metnin Riyad için vaatkar görüntüsü, dikkatli gözlerin fark edeceği bazı boşluklar da içeriyor. ABD, Ortadoğu’da saydığı tehditler hususunda doğrudan üstleneceği rollere ilişkin somut taahhütlerini sınırlı tutarken, bunların genişleyebileceği intibâını sembolik çağrışımlara yaslanarak inşa ediyor. Örneğin, “serseri devletler” terminolojisi George W. Bush’un Irak’ın işgaline giden süreçte yayınladığı UGSB’yi andırıyor. Haley’in BM’de füze parçalarını İran’a karşı kanıt olarak gösterişi de aynı çağrışımı uyandırmayı hedefliyordu. Nitekim, Haley’i izleyenler, Colin Powel’ın BM’de Saddam aleyhine sunduğu “kanıtları” hatırladılar. Söz konusu imaj ve imalar, ABD’nin İran’a karşı askeri bir stratejinin mızrak ucu olarak sahaya inmesi ihtimalini canlı tutuyor ve Riyad’ı bazı peşin ödemelere teşvik ediyor. Bunlar, muhtemelen yalnızca yüklü silah satışları ve “ılımlı İslam” söyleminin benimsenmesinden ibaret değil. İsrail’in, başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin Devleti’ni kabulü karşılığında Arap ülkeleri tarafından tanınmasını öngören Arap Barış Planı’nın tek yönlü işletilmesi de talepler listesinde yer alabilir. Bu noktada, İİT Zirvesi sırasında Veliaht Prens Salman’ın İsrail’e davet edilişini not etmek gerekiyor.

ABD’nin “Büyük Ortadoğu Cehennemi”nin ikinci perdesine hazırlandığı, İran nüfuzunu sınırlamak ve nükleer programını durdurmak için çatışma senaryolarının kapağını kaldırdığı çok açık. Ancak henüz, vekalet savaşlarından karşı denge oluşturacak istihbarat paylaşımları, siyasi-askeri mahiyetteki örtülü operasyonlar, yeni yaptırımlar ve silah satışlarına kadar uzanan bir dizi seçenek arasında doğrudan İran’ı hedef alan bir Amerikan müdahalesi ihtimalinden söz edebilecek noktada değiliz. Zira Trump’ın UGSB’sinin George W. Bush’unkinden temel farkı, arkasında Amerikan halkını Ortadoğu’da geniş çaplı savaşlara kolayca ikna edebilecek yeni bir 11 Eylül’ün bulunmaması…

#ABD
#Ulusalcı
6 yıl önce