|

Avrupa Birliği yolun sonunda

Avrupa eğer geleceğini olumlu yönde şekillendirmek istiyorsa, bu konuda ciddi bir özeleştiri yapabilmeli. Çünkü Avrupalıların bölüştükleri ekonomik pasta sonsuza dek büyük kalmayabilir. İlk ciddi ekonomik sıkıntıda yeniden birbirlerinin veya birilerinin boğazına sarılacaklarsa, AB’nin kısa tarihi pembe yalanlar üzerine kurulmuş demektir.

04:00 - 9/11/2019 Cumartesi
Güncelleme: 02:08 - 9/11/2019 Cumartesi
Yeni Şafak
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
DR. OĞUZHAN YANARIŞIK
POLİS AKADEMİSİ ÖĞRETIM ÜYESI

Fransız Sarı Yelekliler protestocuları, toplumdaki ekonomik eşitsizliğin arttığını ve Emmanuel Macron’un zenginlerin başkanı olduğunu iddia ederek Kasım 2018’den itibaren sokaklara döküldü. Artan yakıt fiyatları, yüksek yaşam maliyeti, vergi yükünün özellikle kırsal bölgelerdeki ve şehirlerin varoşlarındaki alt ve orta sınıfın omuzuna çökmesi, göstericilerin temel gerekçeleri oldu. Protestocuların ve polisin başvurduğu şiddetin boyutları olayları alevlendirdi. Hatta daha sonra Polis Sendikaları bile gösteri yaptı. Yaklaşık 27.000 polis memuru, kötü çalışma koşulları, kamuoyunun kendilerine saygı duymaması ve polislerde artış gösteren intihar dalgası sebebiyle Paris’te yürüyüş düzenledi.

Aylardır devam etmekte olan gösterilerde en az 11 kişi hayatını kaybetti, binlerce kişi yaralandı ve binlercesi tutuklandı. Belçika, Bulgaristan, Almanya, Hırvatistan, İtalya, Litvanya, Hollanda, Polonya ve Portekiz gibi ülkelerde de çeşitli sebeplerle sarı yelekli göstericiler meydanlara çıktı. Ama aslında “Sarı Yelek” protestoları uzun zamandır Avrupa Birliği gemisinin üzerine doğru dümen kırdığı buz dağının yalnızca görünen kısmıydı.

KIRILGAN AVRUPA

Avro bölgesinin yaşadığı sorunun çözümü için hararetli tartışmaların yaşandığı günlerde, dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, Avrupalılara şöyle sesleniyordu: “Avrupa’nın infilak etme ihtimali, hiçbir zaman şu anki kadar büyük olmamıştı. Avrupa çok tehlikeli bir durumla karşı karşıya… Halkları koruması gereken Avrupa, bütün ülkeler için endişe kaynağı oluşturuyor.”

Daha yakın zamana kadar pek çok kişi tarafından ekonomik bir dev olarak görülen AB’nin tek sorununun siyasi anlamda bütünlük sağlayamaması olduğuna inanılıyordu. Fakat Birliğin en büyük somut başarısı olan Avro’ya üye olan devletlerin içine düştükleri ekonomik kriz, AB’nin ekonomik anlamda da ne kadar kırılgan bir yapıya sahip olduğunu gözler önüne seriverdi. Ortaya çıkan tablo, birçok kişi ve kurumun şapkasını önüne koyup düşünme zamanının geldiğini gösterdi. AB’nin geleceğinden endişe edenlerin ve yaşanan ekonomik sıkıntının yepyeni sosyal patlamalara gebe olduğunu düşünenlerin sayısı gün geçtikçe çoğaldı. Krizin ilk döneminde ve sonrasında yaşananlar da bu yönde tehlike sinyalleri verdi. Avrupa Irkçılıkla Mücadele Merkezi’nin de dikkat çektiği üzere, ekonomideki kötü gidiş, karamsarlığa kapılan Avrupa’da ırkçılık eğilimlerini arttırdı.

PARLAK GÜNLER GERİDE KALDI

Bu durum, tarih boyunca Avrupa’yı kan gölüne çeviren ırkçılık akımlarını ve ulus-devlet merkezli sistemi bastırarak, devletler-üstü bir yapı oluşturma çabalarının başarısına gölge düşürdü. Bütüncül bir Avrupa ailesi meydana getirme gayretleri, bu süreçte üye devletlerin birbirinden kopuk ve millî çıkar algılamalarını ön planda tutan tavırlarıyla, ağır yara aldı. Irkçılık, yabancı düşmanlığı ve İslam karşıtlığı gibi insanlık dışı uygulamalara zemin hazırlayan yaklaşımların nüveleri, dondurulmuş bir şekilde Avrupa toplumlarının kültürel hafızalarında uykuya dalmıştı. Son dönemde uygun sosyal ve siyasi ortamı bulunca, yeniden filizlendi.

Sorunları çözmek yerine halının altına süpüren ve esecek küçük bir yelin bunların hepsini yeniden ortaya döküvereceğini hesap edemeyen, kısa görüşlü politikaların yıkıcı tesirlerini tam olarak tespit etmek zaman aldı. Avrupa Birliği’nin en büyük başarısı olarak görülen Avro’nun çökebilme ihtimali, en yetkili ağızlarca dillendirildi. Almanya Şansölyesi Merkel, “Avro biterse AB biter, AB biterse Avrupa’da neler olur kimse bilemez” diye uyarıyordu. Hem yurt içindeki seçmenlerden hem de yurt dışındaki kredi verenlerin baskısından bunalarak istifa eden Yorgo Papandreu, katıldığı televizyon programında şöyle yakınıyordu: “Biz bir aileyiz, fakat Avrupa’da birbirimize ne kadar derin bir şekilde bağlı olduğumuzu tam anlamıyla kavramış değiliz. Popülizmden, önyargılardan ve aşırılıklardan kurtulmamız gerekiyor. Bütün Avrupa’da bize karşı önyargılı ve hatta ırkçı bir tutum görüyoruz.”

Pek çok gözlemciye göre de artık AB’nin parlak günleri geride kaldı. Bir krizle karşılaşıldığında, AB’nin araçlarının yetersiz kaldığı, kurumların ve üye ülkelerin birbirlerini suçladığı görüldü. Avrupa’nın güneyindeki ekonomik krizin neden olduğu belirsizlik, Avrupa çapında popülist ve aşırı sağ siyasi partilerin artan başarısı, İngiltere’nin AB’den ayrılma kararı, Avro bölgesi ekonomilerinin durgunluğu ve üstüne bir de dış politika alanında AB’nin tamamen etkisiz hale gelmesi işleri kötüleştirdi. Önceleri AB’nin tartışmasız başarı hikâyeleri olan Avro ve Schengen vize sistemi bile sorgulanır hale geldi.

DÜNYA EKONOMİSİNDEKİ PAYI AZALIYOR

Bu durumun oluşmasında, eriyen ve yaşlanan nüfus yanında, Avrupa’nın dünya ekonomisindeki payının sürekli azalması gibi yapısal sorunların da payı büyük. Artık AB’nin doğusu ve batısı arasında çok ciddi ekonomik farklılıklar var. Batı’daki genç kuşak bir önceki nesilden daha iyi şartlarda yaşayıp yaşayamayacağını kestiremiyor. Doğuda devlet kurumları düzgün çalışmıyor. Ana akım liderler popülistlerle yüzleşmekten ve bağnazlığı körükleyen sorunları çözmekten kaçıyor. Bunun yerine, seçmenleri geri kazanabilmek için sıklıkla popülist argümanları kopyalıyor. Avrupalılar savaş hatıralarını ve AB kurumlarını oluşturma nedenlerini unutmuş gözüküyor.

Bütün bunlara bir de AB’nin hantal bürokratik yapısı, Birlik ülkelerinin kendi aralarındaki çekişmeler ve uzak görüşlü siyasi lider eksikliği gibi faktörler de eklendiğinde, ortaya Avrupa’nın geleceği bakımından pek de parlak bir tablo çıkmıyor.

Bu sebeple, mesela, şimdiye kadar Avrupa’nın en yakın müttefiki ve yardımcısı olan ABD’nin ilgisini Asya’ya kaydırması hiç şaşırtıcı görünmüyor. Washington yönetimi, tek potansiyel rakip olarak gördüğü Çin’e karşı, Asya’daki çeşitli ülkelerle işbirliğini kuvvetlendirme yoluna gidiyor. Bu konuda Avrupa ülkelerinin kayda değer bir katkısı olabileceği söylenemez. Hele kısa görüşlü siyasilerin kontrolünde kaldıkları müddetçe, hiç düşünülemez. Elbette bu, yaşlı kıtanın ille de mahvolacağı anlamına da gelmiyor. Yalnızca sahip olduğu eski stratejik önemi kaybetmesinin hayli muhtemel olduğunu gösteriyor.

Ekonomik refahın üst düzeyde olduğu dönemlerde azınlıkların haklarını gözetmek ve farklılıklara saygılı olmak gibi konularda ahkâm kesenlerin, ekonomik göstergeler kötüleşmeye başladığı ve refah paylaşımı meselesi rekabetçi hal aldığı anda, tahammülsüzlüğe kapılarak yabancı ve göçmen düşmanına dönüşmesi sorunu, Avrupalıların kafa yorması gereken konuların başında geliyor. Avrupa eğer geleceğini olumlu yönde şekillendirmek istiyorsa, bu konuda ciddi bir özeleştiri yapabilmeli. Çünkü Avrupalıların bölüştükleri ekonomik pasta sonsuza dek büyük kalmayabilir. İlk ciddi ekonomik sıkıntıda yeniden birbirlerinin veya birilerinin boğazına sarılacaklarsa, AB’nin kısa tarihi pembe yalanlar üzerine kurulmuş demektir.

#Avrupa
#AB
#Ekonomi
#Fransa
4 yıl önce