|

BAE bölgeyi zehirliyor

2013 yazında Kahire’de gerçekleşen askeri darbe aslında Arap Baharı’nda karşı devrimcilerin “otoriter istikrar” sloganı altında kendilerini tekrar ileri sürdükleri bir dönüm noktasıydı. Tunus istisnası bir kenara, tüm devrimler ya menfur iç savaşlara sıkışıp kaldı ya da eski rejimlerden sağ kalanların gücü ele geçirdiğini gördü. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve “Küçük Sparta”nın arkasındaki üst akıl, bölgede iddialı bir askeri güç olarak yükseliyor.

Haber Merkezi
04:00 - 27/04/2019 Saturday
Güncelleme: 02:54 - 27/04/2019 Saturday
Yeni Şafak
Muhammed bin Zayed (Soldan 2) - Abdülfettah es-Sisi (Soldan 3)
Muhammed bin Zayed (Soldan 2) - Abdülfettah es-Sisi (Soldan 3)
ANDREAS KRİEG – KİNG’S COLLEGE

Cezayir Cumhurbaşkanı Abdülaziz Buteflika’nın 20 yıl sonra görevinden istifa etmesi, Libya’da General Halife Hafter’in başkent Trablus’a operasyon başlatması ve Sudan Cumhurbaşkanı Ömer el-Beşir’in 30 yıl hüküm sürdükten sonra istifaya zorlanmasıyla Arap dünyasında dramatik birkaç hafta yaşandı.

Libya, devrimci iç savaş sonrası ikinci yarıya giriyor gibiyken, Cezayir ve Sudan’da insanlar, aylardır sürdürdükleri “Arap Baharı 2.0” olarak adlandırılan protestolar sonrası -şimdiye kadar- taleplerini gerçekleştirmede başarılı olmuş gözüküyor.

Cezayir ve Hartum’daki gelişmeler, umut etmek için nedenler sunsa da, Libya’daki Hafter meselesi, Kaddafi rejiminin devrilmesine yönelik ilk coşkunun, vaktinden önce yaşandığını gösteriyor.

Üç meselede de, sokaktaki eylemcilerin kazanımları ve mirası, askeri kuruluşlar veya doğrudan ya da dolaylı olarak, askeri yönetim hırsları ülkeyi bir diktatörlükten bir sonraki diktatörlüğe sürükleyebilecek diktatörler tarafından tehdit ediliyor.

2011 devrimleri dünya çapında televizyonda yayınlanırken, sosyal adaletsizliğe ve siyasi baskıya karşı çıkmak için sokaklara dökülen protestocuların görüntüleri, Batı’da liberal bir coşkuyu ateşledi.

Arap Baharı’nın ilk günlerinin naif idealizmi, bazı ülkeler iç savaşın içine doğru çekilir ve Mısır gibi diğer ülkeler ise Müslüman Kardeşler yönetiminde bir yıllık kısa bir sivil yönetimin ardından askeri diktatörlüğe geçerken, geniş kitlelere yayılan bir şüpheciliğe dönüştü.

OTORİTER İSTİKRAR

2013 yazında Kahire’de gerçekleşen askeri darbe aslında Arap Baharı’nda karşı devrimcilerin “otoriter istikrar” sloganı altında kendilerini tekrar ileri sürdükleri bir dönüm noktasıydı. Tunus istisnası bir kenara, tüm devrimler ya menfur iç savaşlara sıkışıp kaldı ya da eski rejimlerden sağ kalanların gücü ele geçirdiğini gördü. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve “Küçük Sparta”nın arkasındaki üst akıl, bölgede iddialı bir askeri güç olarak yükseliyor.

Rejimin güvensizlik paranoyası başına bela olan Muhammed bin Zayed, Arap dünyasındaki özgür sivil halka, ulusal güvenliğe karşı en önemli tehditmiş gözüyle bakıyor – bölgede çoğulcu, sivil yönetimin kazandığı herhangi bir zafer, BAE tarzı askeri yönetim için bir yenilgi olur. Abu Dabi’nin “otoriter istikrar” üzerine stratejik söylemi, sivil yönetim altında sosyo-politik çoğulculuğun kaosa sürükleyeceği öncülü üzerine inşa edilmiştir. Bu hikaye, Batı’da, BAE’nin 2014’ten beri ilişki kurduğu neo-muhafazakar İslamofobların rakibi olan siyasal İslam’ı destekleyecebileceği ortaya çıkan yeni sosyo-politik statüko ile ilgili var olan muhafazakar korkulara nüfuz etti.

MISIR: VAKA İNCELEMESİ

Abu Dabi’nin sürekli sunduğu vaka incelemesi, Cumhurbaşkanı Abdülfettah es Sisi’nin 2013’teki darbesinin peşi sıra baskıcı rejimin sivil halk üzerinde kurduğu otoritenin “düzen ve istikrara” dönüş ve “terörle” mücadele ile meşrulaştırıldığı Mısır’dı.

Bu inceleme, ordunun kendi çıkarları için kullanabileceği bahaneler üreterek, sivil Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi hükümetinin altının oyulmasında BAE’nin stratejik bir role sahip olduğu gerçeğinden hiç bahsetmiyor.

Aynı hikaye, 2014’ten beri Libya’da Hafter’in yükselişinin reklamını yaparken, BAE tarafından kullanılıyor.

Eski hilekar CIA ajanı, devrim sonrası birleşme döneminin ortasında seçilen parlamentoyu görevden atmak ve ülkeyi “terörizm”den - askeri yönetimi sağlamlaştırmaya yönelik hırsına karşı olan herhangi bir siyasi muhalefete karşı ayrım gözetmeksizin kullanılan bir terim- temizlemek için Libya’ya döndü.

Abu Dabi ve Kahire, - özellikle de Hafter, Emirlikler ve Mısır’ın birleşik askeri gücüne bel bağlayabileceği için- Hafter’in “Onur Operasyonu”na, serbest milis ordusunu muhaliflerine karşı operasyonel olarak üstün hale getirecek finansal, operasyonel ve teçhizat yardımı sağlayacaktı.

ANTİ-STATÜKO YÖNETİMİNE HAYIR

Orduyu genellikle devlet gibi gören Cezayir’de devam eden kitlesel protestolar ve Buteflika’nın gidişi, sivil yönetime barışçıl bir geçiş için bir fırsat penceresi yarattı. Ancak bazıları, ordunun kurumsal ve ticari çıkarlarını garanti altına alma isteğiyle herhangi bir anti-statüko yönetime karşı çıkan -BAE’nin memnuniyetle karşıladığı bir biçimde- diktatör Genelkurmay Başkanı Abdel Gaid Salah’ı potansiyel bir engel olarak görüyor.

Gaid Salah, eylemler başladığından bu yana BAE’ye pek çok ziyaret gerçekleştirdi ve zaten son yıllarda Abu Dabi yönetimiyle yakın ilişkiler kuruyordu: iki taraf da güçlü orduyu, istikrarın garantörü olarak savunuyor ve İslamcılığı stratejik bir tehdit olarak görüyor.

Sudan’da ise, ordu, aylar süren şiddetli protestolardan sonra Cumhurbaşkanı Ömer Beşir’i devirip, yalnızca iki yıllık bir geçiş süreci sonrası sivil yönetime geçileceği sözünü vererek kontrolü ele aldı.

Sudanlı protestocular, şu anda Beşir’in tutuklanmasını kutlarken, ordu, derin devletinin uzun dönem hayatta kalmasını garanti edebilmeyi umuyor. Savunma Bakanı Ahmed Awad bin Avf darbe rejiminin ilk 24 saatini atlatamadıktan sonra yerine gelen yeni geçiş dönemi başkanı General Abdül Fettah Abdülrahman Burhan, tam da Abu Dabi’nin aradığı askeri diktatör gibi görünüyor.

Burhan, Yemen’de BAE için güvenilir bir ortaktı ve eski İslamcı muhafızlarla bağlantısı olmayan az sayıdaki Sudanlı ordu liderinden birisi.

Dolayısıyla, BAE’nin “otoriter istikrar” konusundaki söylemiyle ilgili sorun, sosyo-politik çoğulculuğu baltalayan ve Arap Baharı’nın kazanımlarını tersine çevirme çabasıyla sivil toplum üzerinde otorite kuran askeri temelli otoriterliği savunmasında yatmaktadır.

SÖYLEMLER UĞRUNA SAVAŞ

Bu söylemdeki tehlike, BAE dezenformasyon ağlarının, İslamofobların ve şarkiyatçıların ekmeğine yağ süren daha basit bir dünya görüşünü benimsemeleri için gazetecilerin, düşünce kuruluşlarının ve siyasetçilerin aklını ve kalbini çekmeye çalışması vasıtasıyla Batı’da normalleşmesinde yatmaktadır.

Abu Dabi’nin istihbarat dünyasındaki söylemlere karşı savaşı, Fransa’nın, canlı yayınlanan Avrupa’nın kapısındaki DEAŞ infazlarıyla karşılaştırdığı “otoriter istikrar” söylemini benimsemiş olduğu Libya bağlamında çoktan meyveye durdu.

O zamandan beri Paris, Hafter’in devletsiz bir ordunun yüzü olmasının sonuçlarını riske ederek Abu Dabi’nin bölgesel askeri diktatörlüğünü siyasi ve askeri olarak desteklemeye gönüllü.

Trump’ın Beyaz Saray’ındaki yeni muhafazakarlar da, aynı söyleme eşit derecede rağbet ediyor.

BAE’nin Mısır’daki diktatörü Sisi, geçtiğimiz günlerdeki Washington’a ziyareti sırasında, yönetim tarafından istikrarın garantörü olarak atandı. Bir kez daha söylemek gerekir ki, “otoriter istikrar” söylemi, uzun dönem sonuçları için herhangi bir stratejik değerlendirme yapılmadan sahipleniliyor.

Sisi rejimi, ülkedeki azınlığa hizmet eden devleti olan bir ordunun parlak bir örneği. Dolayısıyla, haklarından mahrum edilmiş ancak şebekelenmiş kitleleri bir devrim için hazırlayıyor.

BAE’nin elinden gelenin en iyisini yapsa da, halk devriminin ruhu serbest bırakıldı ve askeri otoritelerin hiçbirinin, üniformalı ataerkil diktatörler tarafından yabancılaştırıldığını hisseden ve hakları elinden alınan bireylerin toplu gücüne karşı bağışıklık kazanmadığını ortaya koydu.

* Bu yazı ilk olarak 17 Nisan 2019’da Middle East Eye haber sitesinde yayınlanmıştır.

* Tercüme: Fatma Nur Aktaş

#Mısır
#Kahire
#BAE
#Arap Baharı
5 years ago