|

Batı'nın oryantalist algısı tarihe karışıyor

Türk Osmanlı Tarihine duyduğu özel ilgi nedeniyle, bu yıl Tüyap İstanbul Kitap Fuarı'nda özel konuk olarak davet edilen Henk Boom kırk yılı aşkın bir süredir Hollanda ve İspanya'da yayınlanan çeşitli gazetelerde muhabir olarak çalışıyor.

Halil Solak
00:00 - 28/11/2012 Çarşamba
Güncelleme: 14:22 - 28/11/2012 Çarşamba
Yeni Şafak
Batı'nın oryantalist algısı tarihe karışıyor
Batı'nın oryantalist algısı tarihe karışıyor

Henk Boom, Büyük Türk Muhteşem Süleyman'ın İzinden kitabıyla birbirinden farklı dillerde yayınlanan kaynakları inceleyerek Kanuni Sultan Süleyman'ın Avrupa'da bıraktığı izleri ortaya koydu. Boom, yaptığı araştırmalar neticesinde ortaya nasıl bir Osmanlı çıktığını bizimle paylaştı.

n Bir gazeteci olarak Osmanlı tarihine olan ilginiz ne zaman ve nasıl başladı?

Ben, adı 1506 olan bir kitabı 2005'te bitirdim ve o kitap Machiavelli, Erasmus, Michelangelo, Leonardo da Vinci ve Juana la Loca (Deli) gibi ünlü kişilere ayrılmış 16 bölümden oluşuyordu. Bu bölümlerden birinin konusu Habsburg İmparatoru Avusturyalı Maximilian'dı. Avrupa 1506'da Sultan II. Bayezid'in ordusunun bir tehdidiyle karşı karşıyaydı. Bundan 500 yıl sonra da Türkiye, Brüksel'de Avrupa Birliği'nin kapısını çaldı. Ama bazı Avrupalı politikacılar, Brüksel'de Komisyon üyesi olan Hollandalı Frits Bolkestein gibi, Türkiye konusunda Avrupa Birliği'ne uyarıda bulundular. Sanki birdenbire Erasmus'un ve Luther'in "kâfir" Türklere karşı uyarıda bulunduğu yılları yeniden yaşıyorduk. İşte o anda bir sonraki kitabımın Osmanlı tarihi konusunda olması gerektiğine karar verdim.

n Peki, 36 Osmanlı padişahı arasında sizi Kanuni Sultan Süleyman üzerine çalışmaya iten şey neydi?

Elbette birtakım sebepleri var. Sonuç olarak Osmanlı İmparatorluğu onun saltanatı döneminde "altın çağı"na erişmişti. Kanunî'ın Avrupa'daki başlıca düşmanı Şarlken'di; Şarlken hakkında okulda pek çok şey öğrenmemiz gerekmişti. Süleyman hakkında ise o zamanlar hiçbir şey öğrenmemiştik. Ayrıca bu sultana ilişkin öyküyü bir başka bakış açısı ile anlatmak istiyordum. Mexico City'de yaşadığım ve yabancı muhabir olarak çalıştığım yıllarda tarihin iki yönü olduğunu öğrendim. Mesela, İspanyolların Amerika'yı fethinin öyküsü, Aztek kaynaklarına baktığınızda epeyce değişiktir. Çok geçmeden genel olarak Osmanlı tarihi ve özel olarak da Kanunî üzerine yapılmış yayınların çoğunun Avrupa propagandası ve önyargılarının zehrini taşıdığını gördüm. Neyse ki, ben tarihçi değil de gazeteciyim ve dolayısıyla gazetecilerin yaptığını yapabilirdim: Olayın geçtiği yerlere gitmek, görüşmeler yapmak, propaganda ile gerçek tarih arasındaki farklılıkları bulmaya çalışmak ve bunları yazmak. Ben de bunu yaptım.

Uçan Hollandalı'yla yolculuk

Kanuni'nin hayatını yazarken onun izinden gitmek, onun geçtiği yerlerden geçerek bir yol haritası çıkartmak nereden aklınıza geldi?

Bu kitap geleneksel anlamıyla bir biyografi değil. Tarih, gezi notları ve araştırmacı gazeteciliğin bir karışımı… Bu aşağı yukarı benim uzmanlığım haline geldi. Beni bir bakıma sürekli gezen ve bir şeyler keşfeden "uçan Hollandalı" gibi düşünebilirsiniz. Önce, Kanunî Sultan Süleyman'ın gittiği bütün noktalara gitmek istedim. Pratik nedenlerle Bağdat, Kahire ve Malta gibi noktalardan vazgeçtim ve Avrupa üzerinde yoğunlaşmaya karar verdim. Dolayısıyla Rodos'a, Macaristan'a, Viyana'ya, Bosna-Hersek'e ve tabii Türkiye'ye, özellikle de İstanbul'a ve Süleyman'ın 1554/1555 kışını geçirdiği Amasya'ya gittim.

Bu gezileriniz sırasında nelerle karşılaştınız?

Bütün bu yerlerde tarihçilerle görüşmeler yaptım, onların görüşlerini dinledim ve Süleyman'ın bulunduğu yıllarda buralarda ne olduğunu, o yıllardan geriye nelerin kaldığını ve Süleyman'ın orada bulunmasının nasıl bir önem taşıdığını bulmaya çalıştım. Hatırlanması gereken önemli bir nokta var. Osmanlı tarihini incelemek için insanın dilsel bir kırkayak olması gerekir; çünkü Osmanlı Türkçesi, çağdaş Türkçe, Arapça, Farsça, Macarca, Rumence, Sırpça, Yunanca, Almanya, Latince ve daha birçok dili anlamak zorundadır. Hiç kimse dil konusunda bu kadar iyi donanımlı değildir. Ben işimi çevirmenlerle hallettim.

n Sizce Kanuni'nin Avrupa'ya yaptığı seferlerin Avrupa üzerinde nasıl "travmatik" bir etkisi olmuştur?

Bir ülkenin bir diğeri üzerine fethe çıkması her zaman ardında travmatik bir etki bırakır. Bu Avrupa tarihinde de böyledir. Ve tabii Süleyman'ın ordusu Macaristan'ı ve bazı Habsburg topraklarının üzerinde sefer çıktığında da yine böyle oldu. Ama travma etkisi, sultanın düzenli ordusu tarafından doğrudan yaratılmış değildi. Pek çok rapora göre Osmanlı ordusu çok disiplinliydi. Avrupa kaynakları daha çok akıncıların Osmanlı ordusu gelmeden ortalığı kasıp kavurduğunu yazarlar. Akıncılar Türk değildi. Çoğunlukla Balkan ülkelerinden gelirlerdi. Avrupa tarih yazımında akıncılar ile Osmanlı sultanının ordusu arasında neredeyse hiçbir ayrım yapılmaz. Avrupalı yazarlara, özellikle de Luther ve Erasmus'un yaşadığı yıllarda propagandadan sorumlu olanlara göre bütün yıkım ve tehditler Türk damgasını taşıyordu. Ve kuşkusuz, bu Osmanlı istilasının çok güçlü bir dinsel niteliği vardı; dolayısıyla da Protestanlar (Luther) ve Katolikler (Papa) açısından daha da büyük bir tehlike oluşturuyordu. Tarihin bu bölümü – Türk tehlikesi – Avrupa tarih kitaplarının ana çizgisi haline geldi maalesef.

Avrupa'daki imaj hala kötü

Avrupa'da Türk korkusunun oluşmasında bu travmanın rolü nedir?

Süleyman'ın ölümü üzerinden 400 yıldan fazla zaman geçtikten sonra Türklerin Avrupa'da hâlâ kötü bir imajı var. Her şeyden önce, bu dilde fark ediliyor. Hollanda, Alman, Fransız ve hatta İspanyol dillerinde Türklerle ilgi bazı ifadeler ve deyimler var; hepsi de olumsuz. Hollanda'da üçüncü el otomobile "Türk otomobili" deniyor. İspanya'da "cabeza de turco" (günah keçisi) kötü bir olayın suçu yüklenen kişi, anlamına geliyor. Siyasette pek çok kişi Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne tam üyeliği olasılığına korkuyla bakıyor. Türkiye 16. yüzyılda olduğu gibi bugün de Avrupa'nın Hıristiyan kültürüne bir tehdit olarak görülüyor.

Kanuni'nin seferlerinden yola çıkarsak, sizce "kızıl elma" neresiydi? Bu konuyu ayrıntılı işliyorsunuz çünkü kitabınızda…

Bu birçok tarihte vardır. Bilimsel kökenleri izleyen bir tarihçi açısından her şey delillerle kanıtlanmalıdır. Ama kızıl elma öyküsü için herhangi bir kanıt yoktur. Bu, efsanelerin, mitlerin ve öykülerin ürünüdür. Bu durumda "sözlü tarih"ten, babadan oğula, oğuldan toruna ve sonraki kuşaklara aktarılan öykülerden söz etmekteyiz. Karl Teply'nin yazdığı bir kitabı Viyana'da bulmam, kitabımda "kızıl elma" konulu bir bölüme yer vermemi sağladı. Efsanelerde kızıl elma gizemli Batı, "Hıristiyan topraklarında" bir yerde inanılmaz bir cennet olarak geçiyordu. Osmanlı ordusu seferden sonra İstanbul'a her dönüşünde, sultan "Kızıl Elma'da görüşmek üzere" sözleriyle askerlerine veda ederdi. Böylece kızıl elma, hâlâ fethedilmeyi bekleyen Hıristiyan kentleri, önce Viyana, sonra kim bilir belki Roma için bir eğretileme haline geldi.

n Sultan Süleyman'ın asıl hedefi Viyana'yı almak değildi, diyorsunuz…

Sultanın 1529'da gerçekten Viyana'yı fethetmek istediğini sanmıyorum. Macaristan'da yaşadığı deneyimlerden ve karşılaştığı lojistik sorunlardan sonra Viyana fazla uzak bir emeldi. Gerçekte Süleyman, Mayıs 1529'da Budapeşte'yi yeniden fethetme düşüncesiyle İstanbul'dan yola çıktı. Bu fetih umduğundan çok daha çabuk gerçekleşti. Bu nedenle ordusuyla Viyana'ya kadar devam etti; kenti fethetmek için değil, İmparator Şarlken'in kardeşi olan Avusturya kralı Ferdinand'a meydan okumak için. Ama Ferdinand o yıl Viyana'da değildi. Linz'de kalıyordu. Hatta Viyana 1529'da o kadar önemli değildi; sonradan önem kazandı. Üstelik sefer mevsimi de zaten geçmişti. Katı takvim kuralları uyarınca, ordunun eylül sonunda İstanbul'a dönmesi gerekiyordu. Ferdinand'ın Viyana'da olmadığını öğrenince ve hava koşullarının da hızla değişmesi nedeniyle Süleyman çekilme emri verdi. Ama Avrupa tarihinde tarihçiler hep Süleyman'ın 1529'da Viyana'yı fethetmek istediğini yazarlar; ben buna inanmıyorum.

Muhteşem Yüzyıl pembe dizi

Türkiye'de yayınlanan, geniş kitleler tarafından izlenen ve tartışılan "Muhteşem Yüzyıl" dizisi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Evet, İstanbul'da bulunduğum sırada bir bölümünü gördüm. Anlayamıyordum ama ister istemez güldüm; çünkü gördüğüm şey, konuya tarihsel bir yaklaşımdan çok bir pembe diziydi. Bunun dışında bütün eleştirilerden de haberdar oldum ve bu TV dizisi konusunda olumsuz düşünen tek kişinin ben olmadığımı fark ettim.

Türkiye ve dünya siyaset sahnesinde çok tartışılan Ahmet Davutoğlu ve "Yeni Osmanlı" politikası hakkında ne düşünüyorsunuz?

Ahmet Davutoğlu ve Recep Tayyip Erdoğan hükümeti, Türkiye'yi bölgenin merkezine yerleştirmekle doğru bir iş yapıyor. Avrupa ile Asya, Hıristiyan dünyası ile İslam dünyası arasında NATO'nun tam üyesi olarak yer alan, canlı bir ekonomiye sahip, Almanya, Hollanda ve Belçika gibi Avrupa ülkelerinde bunca göçmeni yaşayan, Kafkasya ve Ortadoğu gibi birbirinden çok farklı bölgelere komşu olan Türkiye, bence dünyanın bu bölümünde uluslararası siyasette belirleyici bir rol oynayacaktır. Tarih, "çıkarlar bölgesi" adı verilen bu toprakların eskiden Osmanlı İmparatorluğu'nun epeyce büyük bir parçasını oluşturduğunu göz ardı etmemize olanak vermez. Burada "yeni Osmanlı" politikasının yanlış bir yanı yok. Aynı şeyi İngilizler, Uluslar Topluluğu'nda, İspanyollar da İberya-Latin Amerika Topluluğu'nda yapıyorlar. Bu önemli rolü oynamak için bence Türkiye'nin Avrupa'ya ihtiyacı olduğu gibi Avrupa'nın da Türkiye'ye ihtiyacı var. Ve işte o nedenle ben bu yeni Osmanlı politikasının (Erdoğan'ın geçenlerde Almanya'da söylediği gibi) Türkiye'nin 2023'te Avrupa Birliği'ne tam üye olmasına yardım edeceğini umuyorum.

Üçüncü bir yol araştırdım

n Avrupa-merkezli bir tarih anlayışının sonucu olan "biz - öteki" ikilemi ve Oryantalizm'in inşa ettiği "hayali Doğu" imajı Türkiye'nin bugün dünya sahnesinde algılanmasını ne kertede, nasıl etkiliyor?

Edward W. Said'in Oryantaliz adlı kitabında yazdığı hâlâ gerçektir: Biz (Avrupalılar) ve onlar (Müslümanlar). Erasmus ve Luther gibi nüfuzlu düşünürlerin önderlik ettiği 16. yüzyıl propagandası, bugün hâlâ Avrupalı düşünce tarzının önyargılarında, özellikle de tartışmalar Türkiye üzerinde yoğunlaştığı zaman görülmektedir. Ne yapılmalıdır? Doğrusunu isterseniz benim naçizane umudum, Büyük Türk adlı kitabımın Hollandalı ve Alman okurları Türkiye tarihine karşı bu olumsuz tarihsel tutumlarını yeniden gözden geçirmeye yöneltmek için küçücük bir katkı oluşturması. Bu arada bazı Hollandalı ve Alman eleştirmenlerin kitabım üzerine yazdıklarını okudum; Türk propagandası tarafından yanıltıldığımı söylüyorlar. Tarihin bunca yanlış yoruma yol açan önemli bir bölümü üzerine kitap yazarken sırf üçüncü bir yol bulmaya çalıştığım için eleştirildim. Buna karşılık bazı eleştirmenler çok daha olumlu görüşteydiler. O nedenle kitap Hollanda'da en iyi gazetecilik kitabı ödülüne ve saygın AKO Edebiyat Ödülü'ne, Avusturya'da da yılın en iyi tarihsel kitabına aday gösterildi.

Bundan sonraki projeleriniz neler?

Daha iyi anlamak için gereken uzun bir yol var. Bu kitabı yazdıktan sonra eşimle birlikte önemli bir serginin hazırlıklarına başladım; 2014'te Hollanda'da açılacak serginin konusu Anadolu ve Türk tarihinden 10 önemli kadın. Böyle bir serginin de Hollanda'da ve Almanya'da Türk göçmenler ile yerli halkın birbirlerini daha iyi anlamalarına katkıda bulunacağını düşünüyorum. Ve hepimizin bildiği gibi umudun olmadığı, yanılsamaların olmadığı yerde gelecek de yoktur. İşte o nedenle geleceğimizi iyileştirmek için tarihimizden ders almak zorundayız.

Büyük Türk

Henk Boom

Kitap Yayınevi

2012

333 sayfa

11 yıl önce