Ülkesinde yaşanan mülteci ve kadın sorunlarına karşı çalışmalar yürüten Bangladeşli aktivist Shireen Hug, geçtiğimiz günlerde Tawakkol Karman Vakfı tarafından düzenlenen bir panel için İstanbul’daydı. Kadın ve erkek eşitsizliğinin keskin bir şekilde yaşandığı ortamda büyüyen Hug, hayatının merkezine de bu sorunu almış. 1983 yılından beri kadınların evlerinden çıkarak sosyal hayata karışmasını sağlayan Hug, son yıllarda da mülteci sorunlarıyla ilgileniyor. Özellikle mülteci kadınların yaşadığı insan ticareti ve fuhuş olaylarının önüne geçmeye çalışana Hug, ülkesine de hayli öfkeli. Bangladeş’in Pakistan’dan ayrıldığı dönemde kendisinin de mülteci olduğunu söyleyen ve toplumun artık empati yapamadığını belirten Hug ile bir araya geldik.
Bangladeşli bir kız olarak kadın ve erkek ayrımının çok keskin yaşandığı bir ortamda büyüdüm. Benim ailem liberaldi. Bu nedenle diğer arkadaşlarıma göre daha şanslı sayılırdım. Erkek ve kadın arasındaki dengeyi sağlamaya çalışan bir ailede büyüdüm ama yine de toplumda yaşanan bu ayrıma kayıtsız kalamadım ve çalışmalara başladım.
1983 yılında 3 günlük bir çalışma yapmakla başladım. 29 farklı bölgeden kadınların geldiği bir çalışma yaptık ve burada kadınların kendilerini nasıl geliştirmesi gerektiğini, kurumlarda nasıl rol üstlenebilecekleriyle ilgili projeler ürettik. Ben o dönemde başka işlerle uğraşmak yerine sadece kadınlarla ilgileniyordum. Bundan sonra birkaç kez daha bu çalışmaları ve seminerleri düzenledik. Bangladeş’te kadınlar evlerinden dışarı çıkmazlardı. Kendi kırsal alanlarındaki bölgede kalır, sosyal hayata karışmazdı. Biz de evlerinden çıkmayan kadınları farklı köylere göndererek sosyal hayattaki yerlerini bulmalarını ve kendilerini tanımalarını hedefledik. Bu noktada onlara 3 soru sorduk: İlk sorumuz şu oldu: Sizi kendinizi geliştirmeye yönelik çalışmalara iten şey neydi? Nereden ilham aldınız? Bir de köylere gittiğinizde köy halkı bir kadın olarak size nasıl bir reaksiyon gösterdi? Erkekler size nasıl davrandı? Bunların cevabını aradık ve yansımalarını değerlendirdik.
83 yılından bu yana epey bir şey değişti. Kadınlar pilot, bürokrat, profesör olabiliyor artık. Yani artık sokakta da daha görünür oldular.
Elbette...Kadınlar kim olduğunu, toplumdaki yerlerinin neresi olduğunu ifade edebilmeyi öğrendiler. Bu farkındalık oldukça önemli.
Olumlu gelişmeler yaşıyoruz ama hala tam olarak dengeyi sağlayabilmiş değiliz. Çünkü toplumun bir kısmı yaptığımız çalışmaların işe yaramadığını düşünüyor. Ama çalışmalarımız hala devam ediyor. Bu konuda pes etmemeye karalıyız. Biz 1998’de Dünya Kadınlar Günü için yaptığımız bir posterde şu ifadeyi kullanmıştık: Ben bir kadınım ve bütün dünya benim savaş alanım! Şimdi de bu sloganı hayatımın merkezine koydum ve yaptığım çalışmalarda da bu motivasyonla hareket ediyorum.
Bu devam ediyor ne yazık ki. Genel olarak göçmenlerin içindeki fuhuş endüstrisi hakkında çalışmalar yaptık ama Bangladeş’in de kendine ait bir sıkıntısı var. Bu işi profesyonel bir meslek olarak görenler bulunuyor. Büyük bir kesim de kardeşinin okul masrafı, ailesinin ilaç masrafı gibi sebeplerle bu işe bulaşmış. Bu Bangladeş’in büyük bir sorunu. Sürekli polis ve diğer kuvvetlerin şiddetine maruz kalıyorlar. 1990’larda fuhuşu meslek olarak gören kadınlar bir gösteri yaptı ve bu gösteri medyada büyük bir yankı buldu. Burada kendilerinin düşük varlıklar olmadıklarını ve her şeyden önce kadın olduklarını söylediler ve biz de bundan etkilendik. Sonra dedik ki hepimiz bu ülkenin insanıyız. Sonrasında bu konuyla daha yakından ilgilendik. Ama asıl odak noktamız göçmenler içindeki insan ticareti ve fuhuş endüstrisi oldu.
Aslında Türkiye’de, ABD’ de sebep ne ise bizdeki sebep de aynı diyebiliriz. Erkekler kadınlara karşı saygı duymakta zorlanıyorlar. Kadınların bağımsız olabilecekleri fikrini bir türlü kabullenemiyorlar. Dünyanın hemen hemen her yerinde erkeklerin sorunu aynıdır: Otoritenin kaybı korkusu ve kadına saygısızlık!
Bangladeş, mülteci kabulünde imzası olmayan bir ülke. Eğer onları mülteci statüsünde kabul ederse onlara birtakım da haklar vermek zorunda kalacak. Bunlardan ilki herhangi bir Bangladeşli erkek, Mynmar’dan ya da başka bir ülkeden gelen bir kadınla evlenebilir ya da bir mülteci kadın Bangladeşliyle evlenip dolaşım hakkına sahip olabilir. Ama Bangladeş hükümeti onları geçici olarak görüyor ve kendi toplumundan soyutluyor.
Her 3 günde 400 kişi Bangladeş’e giriş yapıyor. Göç olayları ilk başladığında günde 10 bin kişi ülkeye giriş yapıyordu. Şu anda ülkemizin sınırları içinde yer alan kamplarda birçok sorun yaşanıyor. Gıda, hijyen yetersizliği var. Bu bağlamda Türkiye hükümetine teşekkür etmek istiyorum. Kampta ihtiyaç duyulan insani yardımları sağladılar. Birçok varlıklı ülke böyle bir yardımda bulunmadı. Uluslararası toplum, Arakan’da yaşanan drama sessiz kaldı. Ülkemizde de başlangıçta yerel halk mültecileri içtenlikle karşıladı. Hatta Kurban bayramlarında 10 gün boyunca kurbanın etini yalnız yemeyen Bangladeşliler, etleri mültecilerle paylaştı. Ama daha sonra göçmenler büyük gruplar halinde geldikleri için ekili tarlalara zarar verdiler. Mülteciler ellerindeki malları çok ucuza sattı. İç piyasa dengeleri bozuldu. Zamanla yerel halk bundan rahatsız oldu. Hatta bazı şehirler mültecilere karşı organizasyonlar düzenledi. Hatta o kadar ironik bir durum ki bizler de 1971 yılında Pakistan’dan ayrıldığımız zaman mülteciydik. Bugün galiba o günleri unuttuk. Empati yapmayı unuttuk.
Nobel’in Kadın İnsiyatifi programında ben de bulundum. Orada hem Karman hem de daha pek çok kişiyle tanıştım. İkimiz de aynı amaç için çalışıyoruz.
- ACILARI TECRÜBE ETTİM
- * Tüm bu çalışmalar hayata olan bakışınızı da değiştirmiştir...
- Tabii... Büyük karamsar tablolarla karşı karşıya kaldım. Rohingyalı göçmen kadınları kamplarda ziyarete gittiğim zaman şunu fark ettim: Bu acıyı herkes tecrübe etmeli. O zaman bazı şeylerin farkına varıyorsunuz. Çok fazla hikayeye tanık oldum. Ama yine de sosyal hayatta, siyasette güzel şeyler oluyor. Bunlar bize umut veriyor. Ama yapılacak çok şey var. Yolun çok başındayız.