|

Depremzedenin suskunluğu

“Depremzede tanıdıklarımla yüz yüze veya telefonla yaptığımız görüşmeler ağlamaklı tonda ilerliyor. Aslında bu insanların anlatacakları çok şey var. Fakat anlatacak dilleri yok henüz. Kafalarını toparlayamıyorlar ki, iki üç cümleyi bir araya getirip düşüncelerini ifade etsinler. Herkes ‘Ne yapalım, öyle oldu’ havası ve söylemi içinde. Çünkü uğranılan felaket, dilin sınırlarını aşıyor. Dille ifade edilemiyor.”

Ömer Yalçınova
04:00 - 15/03/2023 Çarşamba
Güncelleme: 00:13 - 15/03/2023 Çarşamba
Yeni Şafak
Kahramanmaraş.
Kahramanmaraş.

Bu yazıyı depremi yaşadığım evde yazıyorum. Depremin üzerinden bir ay iki gün geçmiş. Bir aydır Aksaray’daydım. Maraş’a dün geldim. Gelir gelmez, yani dakka bir gol bir cinsinden, ev sahibimin beni evden çıkarmaya çalışmasıyla karşılaştım. Ev sahibimden telefon geldiğinde henüz Göksun’a ulaşmamıştım. Göksun’da, o da soluk sokak lambaları altında gördüğüm yıkık evlerle ev sahibimin telefonu arasında ister istemez bağlantı kurdum. Yıkılanlar sadece evler değildi. Ya da şöyle söylemek gerekiyor belki de: Durduk yere Maraş’ta deprem olmadı. Çünkü biz kendimizden önce başkalarını düşünme hasletini yitireli belli ki çok olmuş. Ev sahibim diyor ki: “Önce can, sonra canan.” Bu sözü böyle mi anlamak gerekiyordu? Kendi canını kurtarmış, şimdi evi yıkılan ebeveynlerinin, yani cananlarının derdine düşmüş. Sorumluluğunu duyduğumuz insanların oluşturduğu halka bu kadar mı dardı? Müslümanlar için “canan” sadece ebeveynlerinden mi oluşuyordu? Tüm Müslüman alemi, bizim “canan”ımız değil miydi?

ÇİLEMİZ YENİ BAŞLIYOR

Gün boyu Maraş caddelerinde, çarşılarında dolaştım durdum. Yıkılan ev, apartman ve dükkanların haddi hesabı yok. Bu ağır enkazın altından Türkiye değil on yılda belki de yüz yılda kalkamaz. Çalışma yerim olan Dedeoğlu Konağı’na, Maraş Ulu Camii’nin üst tarafından ulaşmaya çalıştım. Ama mümkün olmadı. Yıkılan ve yıkılmak üzere olan evler korkutucu ve tehlikeliydi. Ulu Camii’nin minaresini hiç söylemiyorum, çünkü o yıkılan minare Maraş’ın ta kendisiydi. Zaten bütün evler, güneş çekilip akşam karanlığı çöktüğünde, Necip Fazıl’ın ifadeleriyle “gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi” oluyor. İnsanlar az hasarlı evlerine girmekten bile korkuyorlar. Korkmalarının sebebi, 6 Şubat Maraş Depremi’ni bu evlerde yaşamış olmaları. Diğer neden ise, Maraş’ta ikinci bir büyük depremin beklenmesidir. Bence üçüncü bir neden daha var: Depremin yol açtığı tahribatın acımasızlığını daha yeni yeni anlamaya başlıyoruz. Çilemiz yeni başlıyor yani. Onun üzerimizdeki ezici ağırlığını zamanla fark ediyoruz. İlk gün belki can havliyle çok bir şey fark etmemiştik.

Kim ne kadar konuşacak bu büyük depremi bilmiyorum. Gündem hızla değişiyor. Devlet dört koldan çalışıyor. Maraş’ta diğer şehir ve ülkelerden gelen kişilerle karşılaştım. Bazı çadırların üzerinde Azerbeycan, Çin veya diğer dillerden ülke isimlerini görürken, bazı çadır ve konteynırların üzerinde Trabzon, Kayseri veya Çanakkale gibi şehir isimleri okudum. Çarşıda birçok derneğin ücretsiz yemek ve çay dağıttığını gördüm. Enkazların üzerinde insanlar özel eşyalarını arıyordu. Girilmemesi gereken bu yerlerde insanların bir hatıra, bir iz aradıkları barizdi. Bazı enkazların üzerinde ise, belli ki o dükkanın sahibi artık ne kurtarırsam kâr düşüncesiyle çabalıyordu. Fakat Maraş’ta hummalı bir çalışma var, orası kesin. Bu çalışmalar bu yoğunlukta ne zamana kadar devam eder, onu da bilemiyorum. Malum önümüzdeki seçimler, insanların dikkatlerini ister istemez farklı noktalara kaydıracak. Fakat seçimlerin, depremden ağır hasar almış şehirlerdeki çalışmaları yavaşlamamasını umuyorum. Temennim bu yönde.

AĞLAMAKLI GÖRÜŞMELER

İnsanlara gelince… Depremzede tanıdıklarımla yüz yüze veya telefonla yaptığımız görüşmeler ağlamaklı tonda ilerliyor. Aslında bu insanların anlatacakları çok şey var. Fakat anlatacak dilleri yok henüz. Kafalarını toparlayamıyorlar ki, iki üç cümleyi bir araya getirip düşüncelerini ifade etsinler. Herkes “Ne yapalım, öyle oldu” havası ve söylemi içinde. Çünkü uğranılan felaket, dilin sınırlarını aşıyor. Dille ifade edilemiyor. İnsanın eli, dili, aklı, azmi veya iradesiyle güç yetirebileceği her şeyin üstünde bir felakettir 6 Şubat Maraş Depremi. Bu depremin büyüklüğü, tahrip gücü bence akla hayale sığmaz. Sırf bu yüzden sadece Allah’a sığınıyor depremzedeler. Böyle bir güce Allah’tan başka hiç kimse sahip olamaz. Bu yüzden depremzedelerin umurunda bile değil aslında yok zemin şöyleymiş, binalar böyleymiş, AFAD veya Kızılay öyleymiş tartışmaları. Sanırım Maraş’ta karşılaştığım bütün dostum ve tanıdığım depremzedelerin aklında tek soru var: Allah’ım neden? Allah’ım ne olacak? Bunun anlamı nedir? Bu soruya kendince cevap bulamadığı müddetçe de şaşkınlıktan, “Ne yapalım, öyle oldu” hazır tepkisinden kurtulamayacak. Şunu demek istiyorum: Depremzedeler susuyor, çünkü onların kalpleri Allah’la meşgul. Yalnız O’nunla konuşmak istiyor.

10 YILLIK ARŞİVİM ÇALINDI

Bir de tabii kendisi ve yakınları için istediği rahatlığı, diğer insanlara layık görmeyen ev sahipleri; daha depremin birinci günü yıkılan ev ve işyerlerine girip buldukları bütün değerli eşyaları çalanlar var. Benim iş yerindeki bilgisayar, yazıcı, tarayıcı, ısıtıcı, iki adet harici Hard Disk çalınmış. O hard disklerde on üç yıllık çalışma arşivim vardı. Şimdi sıfır elde var sıfır. Sanki depremde her şey meydana dökülmüş; kalbi, hissi, vicdanı olanlar bu kargaşalıkta sadece Allah’ı, dostlarını, akrabalarını, sevdiklerini düşünüyor; vicdansızlar, ahlaksızlar, hissizler, kalpsizler ise bu işi nasıl maddi kâra çeviririm diye çabalıyor.

GİDEN DOSTLARIN ARDINDAN

Ben şimdi bu yazdıklarımı kiminle konuşacağım? Depremde kaybettiğimiz büyük alim Yaşar Alparslan’ın yanına giderdim çoğu kez böyle kalbimde çözülmez bir yumruk, ruhumu acıttıkça acıttığı zamanlar. Ya da sanatçı kardeşim Ferhat Ağca’yla sohbet ederdim. “Abi seni özledim” diye açardı telefonu. Biraz üstten konuşup efelenmek gerektiğindeyse, kalbi Maraş’tan da büyük Fazlı Bayram’ı arayıp bulurdum. Ya da Recep Şükrü Güngör’le hemhal olurduk. Sahi onlar gittiler. Hepsine rahmet olsun. Şimdi kiminle yükümü paylaşacağım; Maraş’ı ve Maraşlıları konuşacağım bilmiyorum.

#Deprem
#Depremzedenin suskunluğu
#Ferhat Ağca
#Kahramanmaraş
#Fazlı Bayram
1 yıl önce