|

Derman Anadolu’da

Anadolu kültür ve müziğini bağlama icraları üzerinden temsil eden Bengi Bağlama Üçlüsü, otuzuncu yaşını kutluyor. Okan Murat Öztürk, Özay Önal ve Erdem Şimşek’ten oluşan grup, 2 Kasım’da Cemal Reşit Rey’de konser verecek. Türkülerin küreselleşme muzdaribi olduğunu söyleyen Öztürk, “Derman, Anadolu’nun kültürel hafızasında ve insani hasletlerindedir” diyor.

Harun Karaburç
04:00 - 28/10/2018 Pazar
Güncelleme: 12:52 - 27/10/2018 Cumartesi
Yeni Şafak
Anadolu kültür ve müziğini bağlama icraları üzerinden temsil eden Bengi Bağlama Üçlüsü, otuzuncu yaşını kutluyor.
Anadolu kültür ve müziğini bağlama icraları üzerinden temsil eden Bengi Bağlama Üçlüsü, otuzuncu yaşını kutluyor.

Okan Murat Öztürk, Özay Önal ve Erdem Şimşek’ten oluşan Bengi Bağlama Üçlüsü, Anadolu kültür ve müziğini, bağlama icraları üzerinden temsil etme misyonu otuz yıldır sürdürüyor. Geleneksel müzik alanında kendisine saygın ve seçkin bir yer edinen üçlü, 30. yıllarını 2 Kasım’da Cemal Reşit Rey Konser Salonu’ndaki konserleriyle kutlayacak. Prof. Dr. Erol Parlak ve Serdar Kılıç da bu özel konserin konukları olacak. Konser öncesi sorularımızı yanıtlayan Bengi Bağlama Üçlüsü, türkülerin küreselleşme sıfatının muzdaribi olduğunu söylüyor. Okan Murat Öztürk, çareyi “Türkiye’nin bu kaosa bu kadar umursamazca kapılmaması, kendini daha iyi muhafaza edebilecek reflekslerini, daha cesur bir şekilde ortaya koyabilmesi lazım. Eğer bir ‘kutup’ arayacaksak dönüp Anadolu’ya ve kültürel hafızamıza bakmak zorundayız. Derman, Anadolu’nun kültürel hafızasında ve insani hasletlerindedir” sözleriyle sunuyor.

Bengi Bağlama Üçlüsü 30. yılında. 30 yılın kilometre taşları neler oldu?

Okan Murat Öztürk: Biz hep güzel sesler ve tınılar çıkarmaya, asil bir üslupla icralar gerçekleştirmeye, biraz da idealist bir tutumla, daima gayret ettik ve özen gösterdik… Birer anahtar kelime olarak, bu otuz yılın önemli kilometre taşlarını şöyle sıralayabileceğimizi düşünüyorum: ODTÜ, Ankara Müzik Festivali, TRT, Houston International Festival, CRR, Kalan Müzik, “Güneş Bahçesinden Ezgiler”, “Sel Gider Kum Kalır”, “Yeni Gelenek”, Folkroots, Songlines, The Rough Guide, Frankfurt Sendesaal, Consertgebouw, Rasa ve daha niceleri…


Kurulduğunuz günden itibaren amacınız geleneği bozmadan halk müziğinde yeni ufuklar açmaktı. Bunda başarılı olduğunuzu düşünüyor musunuz?

Özay Önal: Kendi terazimize göre evet. “Nefes verebilmek” için “nefes alabilmek” gerekir. Olmayan nefes verilmez. Çok açıktır ki, geleneksel müziklerin icrasında “innovasyon hevesi” dinleyicide bir karşılık bulmamaktadır. Bengi, bir innovasyon değildi ve sadece ciğerlerindeki havayı dinleyiciye özgün bir biçimde üfledi, ama ciğerlerinde de herkesin bildiği “havalardan” başka bir şey yoktu.


KÜRESELLEŞME HASTALIKTIR
Küresel kültür karşısında türküler nasıl bir ‘savaş’ veriyor? Siz bu ortamda kendinizi nasıl konumlandırıyorsunuz?

Okan Murat Öztürk: Küresel sıfatının aldatıcılığından muzdaripiz. Tıpkı “popüler” sıfatı gibi… Küreselleşme, “vahşi kapitalizm” adına, açıkça bir “istila”dır. Küreselleşme, insanlığın tüm dünya ölçeğindeki medeni birikimini tahrip eden bir süreçtir. Kültürel planda insanlığın “kültürlü, terbiyeli, görgü-görenek sahibi” vasıflarını hedef almakta; kendi yaymak istedikleri dışında kalan, kendi işine yarar bulmadığı her şeyi hedef haline getirmektedir. Hangi kisve altında görünürse görünsün, küreselleşme, mutlak surette dizginlenmesi ve kontrol altına alınması gereken bir tür “hastalık” ve “illet”tir. Türkülerin bu illetle mücadele etmesi, “kendi kaderine terk edilmek” suretiyle olamaz. Türkiye’nin bu kaosa bu kadar umursamazca kapılmaması, kendini daha iyi muhafaza edebilecek reflekslerini, daha cesur bir şekilde ortaya koyabilmesi lazım. Eğer bir “kutup” arayacaksak dönüp Anadolu’ya ve kültürel hafızamıza bakmak zorundayız. Derman, Anadolu’nun kültürel hafızasında ve insani hasletlerindedir.

Bundan sonrası için planlarınız neler?

Okan Murat Öztürk: Öylesine belirsizliklerle dolu ve “çamurlaşmış” bir kültür ve sanat ortamı var ki iğrenç popülist “patlak-kültür” formatlarına tabi olmadan nasıl bir varlık gösterebileceğimizi, Türkiye’de, “nitelik” kaygısı taşıyan az sayıda insan ve müzisyen gibi bizler de bilemiyoruz. İnşallah değişir ve düzelir diye ümit etmek istiyoruz. Ama bu gidişatla, “görünen köy”le, ümitlerimizin pek de güçlü olduğunu söyleyemeyiz… Muhtemelen Bengi Bağlama Üçlüsü, gök kubbede yankılanan hoş sadalar arasında, bizlere göre haklı ve gururlu yerini çoktan almıştır. Somut talep ve öneriler gelmediği sürece, ortaya koyduğumuz “marifet”e talepkar bir “iltifat” gerçekleşmediği sürece, yaptıklarımızın yankılanmaya devam etmesini tercih etmek zorunda kalacağız.

60’LARDA PİYASA ÜSLUBU ÇIKTI
30 yıl içinde Türkiye’de bağlama icrası ne şekilde değişti?

Erdem Şimşek: Aslında benim için kısaca anlatması oldukça zor bir soru bu... Ama özetlemeye çalışırsak, Türkiye’de geleneksel bağlama icrası 1940’lı yıllardan itibaren bir değişme sürecine girmiştir. Dolayısıyla zaman içinde perde ayarlarına, bağlama boylarına, kullanılan icra tekniklerine, eğitime ve repertuvara yönelik bir uzlaşma süreci ortaya çıkmıştır. Bunun yanı sıra Türkiye’de kentleşmenin hız kazandığı, “Batı”da gelişen popüler müzik akımlarının plaklar aracılığıyla Türkiye’de yaygınlaştığı 1960’lı yıllarda “piyasa üslubu” olarak kümeleyebileceğimiz bir icra anlayışı gelişmeye başlamıştır. 1980’li yıllardan sonra ise özellikle Alevi Müziği’nin popülerleşmesi ile birlikte bağlama düzeninin ve kısa sap bağlamanın ön planına çıktığını görüyoruz. Son 30 yıl için genel olarak şunlar söylenebilir, müzisyenler hem geleneksel tekniklerden esinlenerek, hem de farklı çalgılardan uyarlamalar yaparak yeni icra teknikleri geliştirdiler. Özellikle şelpe teknikleri olarak adlandırılan parmak vurma ve elle çalma teknikleri oldukça geliştirildi.


Halk müziğinin bugünkü temsili hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Erdem Şimşek: Alabildiğine bireyselleşen günümüz dünyasında, zamanın ruhu bambaşka zihinlere sahip müzisyenler ortaya çıkarmıştır. Bir yanda gelenekseli koruduğunu iddia edenler, diğer yanda onu geliştirdiğini söyleyenler ve en nihayetinde onu pek de umursamadan kullananlar... Bunların her birini doğal karşılayabiliriz belki ama hepsinde Anadolu’yu anlamaya dönük emek ve samimiyeti sorgulamak da bizim hakkımız sanırım...

ALTIN YERE DÜŞMEYİNEN PUL OLMAZ
Bağlama ve Türk halk müziğinde ‘Yeni Gelenek’in temsilcilerisiniz. Bu geleneğin nüansları neler?

Okan Murat Öztürk: İlk ve en başta geleni, samimiyet ve farkındalıktır. Sorun şu ki bizim somut olarak ortaya koyabildiğimiz bu temsil anlayışı, Türkiye’de hâkim kılınmış durumdaki politik söylemlerin birçoğunu ya geçersizleştiriyor, ya da tam aksinin doğru olduğunu gösteriyor. Bağlama sadece bir Alevi sazı değildir. Türkiye’de halk müziği sözü, Alevi, Kürt ve son dönemlerde de Laz kimlikleriyle örtüştürülmeye çalışılıyor. Bunlar doğru değildir. Anadolu’yu sadece Türkiye sınırları olarak düşünmemek gerekir. Burada yaşamış ve yaşamakta olan hemen tüm kültürlerin, bu medeniyete çok önemli katkıları olmuştur. Bu müzik, herhangi bir şekilde “geri kalmış” veya “terakki”den yoksuz bir müzik değildir. Halk müziği sanat müziğinin düşmanı veya zıttı değildir. Türk müziği, Anadolu kaynaklı müzikler, “düş seviyeli temsil” politikalarıyla, değerini kaybetmez. Tıpkı türküde dediği gibi: “Altın yere düşmeyinen pul olmaz” Bizler, böylesi bir konumlanış içinde olduğumuzdan, gerçekleştirdiğimiz icralardaki incelikleri de her şeyden önce bu anlayış tarzı meydana getirmiştir.

Erdem Şimşek: Burada Okan Hocamın görüşüne bir ekleme yapmam gerek. Türkiye’deki hakim politikanın neredeyse 1990’lı yıllara kadar Alevi Müziği, Kürt Müziği yada Laz Müziği’ni kendi kimlikleri ile tam anlamıyla ortaya çıkaracak bir atmosfer oluşturamadığı da bir gerçek olarak ortada duruyor. Hatta mesela daha 2005 yılında benim de bulunduğum bir TRT programında Lazca söylemek isteyen Birol Topaloğlu’na izin verilmemiştir. Benzer şekilde değerli üstad Musa Eroğlu, 1976 yılında bir radyo otoritesinin kendisine bağlama düzeni ile Alevi deyişleri çalmayı yasakladığını bana bizzat aktarmıştır. Yine ana dili Kürtçe olan birçok ozan hiç bir zaman resmi medya aracılığıyla kendi dillerinde deyiş seslendiremeden vefat etmiştir. Bengi Bağlama Üçlüsü’nün temsil ettiği yeni gelenek anlayışını ise bütün bunları görerek Anadolu’nun tüm kültürel çeşitliliğini anlamaya çalışan ve bu geleneksel mirası duyarlı bir biçimde yeniden yorumlamaya çabalayan bir yaklaşım olarak görüyorum.

İnatla yeni
filizleri
yeşertmeye çalışmalıyız
Geleneksel Anadolu müziği sizce ne kadar tahrip edildi? Bu tahribattan kimleri sorumlu tutabiliriz?

Erdem Şimşek: Sanatın sosyal, siyasal ve ekonomik gerçeklerden, ideolojik planlardan bağımsız olmadığını söylemeye bile gerek yok sanırım... Bu anlamda araştırılması ve tartışılması gereken birçok detay var elbette. Ancak bu noktada öncelikle iğneyi Anadolu insanının kendisine batırması gerektiğini düşünüyorum. Muhafazakarlık kılıfının altına gizlenip giderek sahip olduğu değerlerden uzaklaşan ve Batı’nın gözünden kendisini görmeye alışmış olan Anadolu insanının kendisidir. Hani bir türkü var ya “uyansın dedikçe uykuya daldın, yanar Anadolum sana yanarım”... İşte tam da böyle bir halde Türkiye toplumunun geneli... Ama ben bir de iyimser pencere açmak istiyorum tam burada... Bu çoğunluğa rağmen halk müziğini anlamaya çalışan, bağlamayı seven, araştıran, güzel saz çalan bir nesil de yetişiyor. Bu heyecanı da görmek lazım... Bu yüzden tahrip edenleri konuşmaktansa, inatla yeni filizleri yeşertmeye çalışmalıyız belki de... Sanırım bu yüzden üçümüz de zamanımızın büyük bir bölümünü eğitimcilikle geçiriyoruz...

#Anadolu
5 yıl önce