|

Dil Sürçmesi’nde dil oyunları

Arzu Özdemir’in Dil Sürçmesi kitabı Hece Yayınları arasında çıktı. Hayata ve insan ilişkilerine dair çeşitli gözlem, soru ve sorunlara dikkat çeken, bazen ışık tutan, bazen gölge düşüren Arzu Özdemir’in küçürek öykülerinden bazıları, neredeyse bütünüyle dil oyunlarına yaslanıyor.

04:00 - 15/10/2021 Cuma
Güncelleme: 20:20 - 14/10/2021 Perşembe
Yeni Şafak
“Kadın Dayanışması” adlı metnin iki kitapta da karşımıza çıkmasını yazar/yayıncı “sürçmesi” mi sayalım, “kısa devre” mi?
“Kadın Dayanışması” adlı metnin iki kitapta da karşımıza çıkmasını yazar/yayıncı “sürçmesi” mi sayalım, “kısa devre” mi?
İBRAHİM DEMİRCİ

Arzu Özdemir’in küçürek öykülerini Hece dergisinde yayımlandıkça ilgiyle okumuştum. Bunlardan güzel ve etkileyici bulduklarım da olmuştu, küçümen bir espri deyip geçtiklerim de. Şimdi Arzu Özdemir’in küçürek öyküleri iki kitap hâlinde karşımda duruyor. İlkinin adı: Dil Sürçmesi: Arzular, Dayatmalar, İlişkiler, Oyunlar başlıklı dört bölümden oluşan kitap 92 sayfa. (Dil Sürçmesi, 2017 yılında İzdiham tarafından da okura sunulmuş. Bu bilgiyi başka kaynaklardan değil, elimdeki kitaptan öğrenmeyi tercih ederdim.) İkinci kitabın adı: Kısa Devre. 95 sayfalık bu kitaptaki metinler üç bölüme ayrılmış: “Ben ya da kahraman anlatıcı”, “O ya da hâkim anlatıcı” ve “Küçük kız ya da gözlemci”.

Arzu Özdemir, Dil Sürçmesi’ni hocası Ramazan Korkmaz’a ithaf etmiş. Kitabın önsözünde hocası ve küçürek öykü hakkında kayda değer bilgiler veriyor. Mesela metinlerini “sağa yakın yayınlar”ın “cüretkâr”, “sola yakın yayınlar”ın “muhafazakâr” bulduklarından söz ediyor. Bu olgu, ülkemizde sanatın ve edebiyatın dinleri, ideolojileri ve her türlü teoriyi aşan özgür, özerk ve özgün doğasının henüz kavranmamış yahut benimsenmemiş olduğunu gösteren acıklı ve üzücü bir olgu. Maalesef!


Yazar, Kısa Devre’nin başına “Çağın ruhunu yansıtan edebi tür: küçürek öykü” başlıklı bir yazısını koymuş. Türün köklerinin Beydaba (Beydeba?), Ezop ve Mevlânâ’ya dayandığını belirten Özdemir, küçürek öykünün “şok etkisi” yaptığını; “takviye vitamin hapları”na, “köprüden önce son çıkış levhası”na benzediğini söylüyor. Ona göre küçürek öykü, “Değerlerini hız çağına kurban eden insanoğluna hayatın faniliğini ve kısalığını hatırlatarak telkinlerde bulunur. Kapitalist anlayışın getirdiği şatafatlı, çok ama gereksiz eşya ile dolu hayatlarımızı sadelikle değiştirebileceğimiz ölçüde güzelleştirip anlamlandırabileceğimizi haykırır. Bize ‘Dur!’ der. ‘Yavaşla!’ der. ‘Geçip gitme!’ der. ‘Yüklerini bırak, fazlalıklarını at ve arın!’ der.” (s. 11).

KÜÇÜREK ÖYKÜLERİN DİLİ

Burada “haykırır” kelimesine takıldım. Keşke “fısıldar” deseydi; fısıltı, “telkin” ile daha uyumlu olurdu; haykırmak küçürek öyküye yakışmaz. Türün belki de en seçkin örneği olan Hemingway metnini hatırlayalım: “Satılık: Bebek ayakkabısı. Hiç giyilmedi.”

“Tumturaklı ifadelerden kaç”tığını, “sadeliği ve işlevselliği yücelt”tiğini belirten Arzu Özdemir, bu tutumunu şöyle gerekçelendirmiş: “Çünkü zaman eskisinden daha hızlı akıp giderek bizleri ölüme yaklaştırıyor. Hayatın içinde bize sıradan gelen ancak hayret ve fark edersek anlam kazanacak sayısız durumu, hissi, olguyu okuyucuya projektör tutarak sunmayı bu çağın ruhuna daha uygun buluyorum. Resim yapmıyorum, fotoğraf çekiyorum. Betimleme yapmıyorum, gösteriyorum. Öykünün başını ve sonunu belirsiz bırakıp öykünün okuyucunun zihninde dolaşmasına izin veriyorum. Bir nevi okuyucuyu da öykümü tamamlayan bir unsura dönüştürmek istiyorum.” (s. 12)

Yazar, sözünü ettiği bu hedeflere büyük ölçüde ulaşmış diyebiliriz. Rasgele bir örnek sunayım: Kısa Devre’nin 59. sayfasında yer alan “Vuslat” adlı öykücük şöyle: “Uykusunda kalp krizi geçirdi, dediler. / Rüyasında ne gördüğünü bilmediklerinden...” Özlü, uyarıcı, kışkırtıcı, çeşitli çağrışımlara açık bir metin.

Hayata ve insan ilişkilerine dair çeşitli gözlem, soru ve sorunlara dikkat çeken, bazen ışık tutan, bazen gölge düşüren Arzu Özdemir’in küçürek öykülerinden bazıları, neredeyse bütünüyle dil oyunlarına yaslanıyor. Dil Süçmesi’ndeki “Çözümleme” şöyle: “Ben ‘komple’yim diyorsun. Bunu söylerken bile iki harfi eksik söylüyorsun.” (s. 18). Yazar, okuyucusuna güveniyor, onun kolayca “kompleks”e varmasını bekliyor.

“Dayatma” adlı metinde konuşan özne bir bitki. Şöyle diyor: “Ben güneşe âşıktım. Onlar bana ‘ayçiçeği’ dediler.” (s. 52).

Bu metin bana şunları düşündürdü: Benim çocukluğumda o bitkinin adı Konya’da “günâşık” idi, “günaşşık” diyenler de olurdu. Bir de şu var tabii: İngilizcede bitkinin adı “sunflower”, gün çiçeği; Fransızcada “tournesol”, güneşe dönen; Arapçada “devvâru’ş-şems”, güne dönen, güneşi turlayan.

DİL OYUNLARI ÜZERİNE

Dil oyununa yaslanan bir örnek daha:

Aşkıyorlardı.

Hocam, fiil çekim eklerini isimlere getiremez miyiz?

Hayır, fiil çekim ekleri isimlerden sonra gelmez.

Adı konulup da yaşanamamış sevdalar gibi mi? (s. 73)

Hayat hikâyesini de bir bakıma küçürek öyküye dönüştürüp “1979’da Elazığ’da doğdu. Henüz ölmedi.” demekle yetinen Arzu Özdemir’in ölüme ve ötesine ilişkin dertleri olduğu besbelli. Aydınlık ve doyurucu dermanlara ermesini dilerim.

Kısa Devre’de “Palavra” başlıklı metinde küçük kız, annesinin kendisini öven sözlerine karşılık, “Eminim çocuğun başka biri olsaydı ona da aynı şeyleri söylerdin.” (s. 88) der. Yazının başlığı, annenin sözlerinin “palavra” olarak algılandığını ima ediyor. Oysa ben çocuğun sözlerinin “palavra” olduğu kanısındayım. Böylece şunu demek istiyorum: Arzu Özdemir’in küçürek öyküleri tartmaya, tartılmaya, tartışmaya açık metinler.

“Kadın Dayanışması” adlı metnin iki kitapta da karşımıza çıkmasını yazar/yayıncı “sürçmesi” mi sayalım, “kısa devre” mi?

#Arzu Özdemir
#Dil Sürçmesi
#Kısa Devre
3 yıl önce