|

Doğa mutlaka bir kurban istiyor: Ya canın, ya da sadece sağ elin...

Amerikalı dağcı Aron Lee Ralston'un Nisan-2003'de Utah'taki bir kanyonda elini sıkıştırdığı kayadan aynı eli küçük bir çakıyla keserek kurtuluş öyküsünü usta İngiliz yönetmen Danny Boyle'un yorumuyla beyazperdeye aktaran '127 Saat', insanoğlunun hayatî tehlikeler karşısında dayanma sınırlarını ne denli zorlayabileceğini ortaya koyan sarsıcı bir gösteri...

Ali Murat Güven
00:00 - 19/02/2011 Cumartesi
Güncelleme: 22:54 - 18/02/2011 Cuma
Yeni Şafak
Doğa mutlaka bir kurban istiyor: Ya canın, ya da s
Doğa mutlaka bir kurban istiyor: Ya canın, ya da s
alimuratg@yahoo.com

127 SAAT / 127 Hours

Yapım Yılı ve Ülkesi:
2010, ABD-İngiltere ortak yapımı
Türü ve Süresi:
Spor odaklı serüven-gerilim / 94 dakika
Tahmini Yapım Bütçesi:
18.000.000 Amerikan doları
Gösterim Formatı:
35 mm standart sinema filmi
Perdedeki Resim Oranı:
1.85:1
Yönetmen:
Danny Boyle
Senaristler:
(Amerikalı dağcı Aron Lee Ralston'un Nisan-2003'deki gerçek deneyimleri ve kendisinin sonradan yazdığı “Between a Rock and a Hard Place” adlı kitabından uyarlamayla)
Danny Boyle, Simon Beaufoy
Görüntü Yönetmenleri:
Enrique Chediak, Anthony Dod Mantle
Özgün Müzik Bestecisi:
A. Rakha Rahman
Kurgucu:
Jon Harris
Yapım Tasarımcısı:
Suttirat Anne Larlarb
Sanat Yönetmeni:
Christopher R. DeMuri
Set Dekoratörleri:
Les Boothe, Cynthia A. Neibaur
Makyaj Tasarımcıları:
Gina Homan, Stephanie Scott
Makyaj Özel Efektleri Ekibi:
Tony Gardner (Özel Efekt Tasarımcısı), Roland Blancaflor (Özel Efekt Teknisyeni), Ginger Anglin-Cervantes (Özel Efekt Sanatçısı)
Oyuncular:
James Franco (Aron Lee Ralston), Kate Mara (Kristi), Amber Tamblyn (Megan), Sean Bott (Aron'un arkadaşı), Treat Williams (Aron'un babası), Kate Burton (Aron'un annesi), John Lawrence (Brion), Koleman Stinger (5 yaşındaki Aron), Parker Hadley (15 yaşındaki Aron)
İthalatçı Şirket:
Tiglon Film
Dağıtıcı Şirket:
Tiglon Film
İçerik Uyarıları:
Film, bir sporcunun hayatı boyunca yapabileceği en dehşet verici tercihi anlattığı için, özellikle “kurtuluş” sahnesiyle ilkokul çağındaki izleyiciler için son derece rahatsız edici olabilir. O yüzden, bu çağdaki sinemaseverlere tavsiye etmiyoruz.
Ailece izlenebilir mi?
/ ŞARTLI EVET
(Ailenin küçük üyelerinin 15 yaşından daha büyük olması şartıyla)
Resmî İnternet Sitesi ve Fragmanı:
Yeni Şafak-Sinema Puanı:
* * *

* * *

FİLMİN KONUSU:
Tarih,
Nisan-2003
… Yer,
ABD
'nin
Utah
eyaletindeki
Bluejohn Kanyonu
… O günlerde
28
yaşında olan Amerikalı dağcı
Aron Lee Ralston
, çevresindeki hiç kimseye gezi planından söz etmeden, yanına cep telefonu da almaksızın, doğanın sporculara son derece ciddi engeller çıkardığı bu kuş uçmaz kervan geçmez bölgede zorlu bir tırmanış yapmaktadır. Tırmanış sürerken yukarılardan
Ralston
'un üzerine yuvarlanan bir kaya kanyonun iki duvarı arasında sıkışıp kalır, tam durduğu noktada da sporcunun sağ kolunu duvara sıkıştırır.
Beş gün boyunca kolunu sıkıştığı yerden kurtarmanın mücadelesini veren genç adam, bunun mümkün olamayacağını ve orada ölüp gideceğini anlayınca, hayatını kanyona fedâ etmek yerine ona yalnızca elini kurban vermenin çok daha mantıklı olacağını anlar. Ardından da hiç bir anestezi malzemesi kullanmaksızın, üzerinde taşıdığı küçük bir dağcı bıçağıyla sağ elini bileğinden aşama aşama keser ve kapana kısıldığı o aralıktan çıkmayı başarır. Olanca bitkinliği ve kan kaybına rağmen dağlardan başarıyla inen, üstüne bir de yakıcı güneşin altında
6
saat boyunca yürüyen
Ralston
, aracına bir kaç kilometre kala o bölgede tatil yapmakta olan Hollandalı bir karı-koca tarafından rastlantıyla görülerek derhal hastaneye kaldırılacaktır.

* * *

Bundan
8
yıl önce
Utah
'ın kızıl renkli kanyonlarının arasında yaşadığı ürkütücü tecrübeyle, modern zamanların en sıra dışı cesaret simgelerinden birine dönüşen Amerikalı dağcı
Aron Lee Ralston
(Doğumu: 1975), günümüzde, belki eskisi kadar süratli olmamakla birlikte, sağ koluna takılı mekanik bir elin yardımıyla hâlâ büyük bir inatla dağlara tırmanmayı sürdürüyor. Son olarak da
2009
yılında
Tanzanya
'nın dünyaca ünlü dağı
Klimanjaro
'nın zirvesine çıkmıştı bu azimli sporcu…
Adamımız, yaşadığı dehşetengiz kazanın ardından kurtarma görevlilerinin kayalar arasında bulup kendisine getirdiği kesik elini de krematoryumda yaktı ve küllerini olaydan
6
ay kadar geçtikten sonra aynı yerde dağlara doğru savurdu. Bunu neden yaptığını soranlara ise
“O el artık bana değil, kanyona ait. Hayatta kalmamın bedeli olan bu emaneti tez zamanda kendisine teslim etmek istedim”
cevabını verecekti.
Ralston
'un dağcılık tarihine geçen bu müthiş direnç ve cesaret gösterisinden, yeryüzünde yaşayan her insanın alması gereken çok önemli dersler var hiç kuşkusuz…
“Tren Gözleyenler”
(Trainspotting, 1996),
“28 Gün Sonra”
(28 Days Later, 2002),
“Milyonlar”
(Millions, 2004),
“Günışığı”
(Sunshine, 2007),
“Hintli Milyoner”
(Slumdog Millionaire, 2008) gibi yapıtlarıyla tanıdığımız
Oscar ödüllü
İngiliz yönetmen
Danny Boyle
da aynen böyle düşünmüş olmalı ki,
2008
'den beri üzerinde çalıştığı bu dar mekânlı öyküyü, kendisinin önceki çalışmalarına göre nispeten düşük sayılabilecek bir bütçeyle, önümüzdeki günlerde dağıtılacak olan
Oscar
'ların en önde gelen favorilerinden birine dönüştürmeyi başardı.
“127 Saat”
, spoiler (finale ilişkin ipuçları) duymayı ve okumayı hiç sevmeyen bir izleyici kuşağının müşteri koltuklarını kapladığı çağdaş sinemacılıkta, şimdiye kadar düzinelerce belgesel, kitap ve gazete-dergi haberi üzerinden popüler kültüre ziyadesiyle mâlolmuş bir olayı anlatıyor olmaktan dolayı ilk anda ağır bir kan kaybına uğramış gibi gözükebilir. Oysa, altını çizerek belirtelim ki perdeye yansıyan sonuç hiç de bu denli yavan değil. Filmde anlatılan olayların gerçekleştiği
Utah
çölleri ve kanyonlarının da göz alıcı güzelliği eşliğinde, yaşanacak serüvenin finalini bile bile,
Ralston
'u başarıyla canlandıran
James Franco
'nun peşine takılıyor ve kahramanımızın -tahammülü gerçekten zor- kurtuluş operasyonuna kadar hiç eksilmeyen bir merak eşliğinde ilerliyoruz. Esaslı bir tempo ustası olan
Boyle
, sonu baştan bilinen bu öykünün belli bir noktadan sonra baymaması için süreyi de
94 dakika
gibi oldukça mâkûl bir düzeyde tutmuş. Film, giriş-gelişme-sonuç bölümleri ardı ardına su gibi akıp giderken, içerdiği yüksek dinamizmle izleyicisini an be an diken üstünde tutan gerilimli bir gösteriye dönüşüyor.

İnsan, kendi hayatını kurtarmak için kişisel direnç sınırlarını ne kadar zorlayabilir?

Elindeki basit bıçakla önce derisini, sonra tendon ve kaslarını, en sonunda da bilek kemiklerini (sürekli bu manzaraya bakarak, hiç bir anestezi maddesi kullanmaksızın) soğukkanlılıkla kesip o eli sıkıştığı aralıkta bırakan, böylesine berbat bir durumdayken bile sarp kayalardan aşağıya sağ salim inen, kesik bileğini uyduruk bez parçalarıyla sarıp sarmalayarak çöl güneşinin altında aracına doğru kilometrelerce yürüyen, dahası olayın üzerinden kısa bir süre geçtikten sonra da
“Böyle olması gerekiyordu ve böyle oldu. Mevcut durumum, hayatımı büsbütün kaybetmemden çok daha iyidir”
diyerek yaşadıklarını saygı uyandırıcı bir tevekkülle göğüsleyen bu gencecik adam yukarıdaki kritik soruya son derece anlamlı bir cevap oluşturmakta…
Boyle'un
6
dalda
Oscar
'a aday gösterilen bu son numarası, sınırlı bir mekânı ve oyuncu kadrosunu başarıyla kullanan sinematografisine, yanı sıra Hintli müzisyen
Rakha Rahman
'ın bestelediği büyüleyici melodilerine karşın, öyle aman aman, sinema tarihine altın harflerle geçecek boyutlarda bir başyapıt falan değil… Hele de aynı günlerde gösterimi süren benzer bir dağcılık/mağaracılık serüveni,
James Cameron
'un yapımcılığında çekilen
“Kapan/Sanctum”
un görsel ihtişamı karşısında kimi anlarda sönük bile kaldığı söylenebilir. Fakat, bu filmi farklı kılan, gerek
Oscar
oylamasında gerekse gösterime girdiği bütün ülkelerde insanların onu hürmetle karşılamasına yol açan en temel kozu, bir kurmaca değil, doğrudan doğruya gerçeğin aktarımı olduğunun peşinen bilinmesi… Belli bir süre sonra pek çokları tarafından unutulup gidecek olsa da tıpkı
Frank Marshall
'ın
1993
'de çektiği (Uruguaylı bir grup rugby oyuncusunun uçağının And Dağları'na düşmesini anlatan)
“Canlı Kalmak”
(Alive) filmi gibi bu hayata tutunma mücadelesinin de sinemanın kalıcılığına emanet edilmesi son derece doğru bir yatırım olmuş.
Böylelikle, duygusal açıdan biraz yıpratıcı bir deneyime dönüşse de hayatı bin bir nazla sırtlarında taşıyan, karşılarına çıkan irili ufaklı her zorlukta
“armudun sapı-üzümün çöpü”
türünden gerekçeler üreten genç kuşaklara uzun yıllar boyunca
“kılavuz film”
olarak izletilebilecek bir öykü daha kazanmış oldu beyazperdenin arşivleri…
Gün gelip beyin damarlarına takılan topluiğne başı büyüklüğündeki bir kan pıhtısıyla ölebilen insanoğlu, yazgısında yaşamak varsa, böylesine zor ve karmaşık durumlardan da pekâlâ sağ çıkmayı başarabiliyor. Bunun için, kişinin heybesinde dört temel erzakın her daim hazır olması gerekli:
Bilgi
,
cesaret
,
imân
ve
azim
“127 Saat”
i ilköğretim çağındaki okurlarımız için uygun bulmamakla birlikte, ailenizin yaşça daha büyük üyeleriyle birlikte izleyebileceğiniz, dahası izlemenizde büyük yarar gördüğüm ibretlik bir gösteri olarak heyecanla öneriyorum.


13 yıl önce