|

Doğu ve Batı arasında 'bir'likte buluşan yollar

Adonis'in Sufizm ve Sürrealizm adlı kitabı İnsan Yayınları arasında okuyucuyla buluştu. Adonis, batı kaynaklı sürrealizm doktrini ile doğu kaynaklı bir inanç olan sufizm anlayışından beslenen sanatçıların bu iki zıtlıktan zaman zaman karşılıklı olarak beslendiğinin altını çiziyor. Yazar örnek olarak da Rimbaud ve Nifferi'nin eserlerini veriyor.

Akif Kuruçay
00:00 - 25/07/2012 Çarşamba
Güncelleme: 21:44 - 24/07/2012 Salı
Yeni Şafak
Doğu ve Batı arasında 'bir'likte buluşan yollar
Doğu ve Batı arasında 'bir'likte buluşan yollar

Son günlerde siyasi karışıklıklarla politik gündemimizin odağı hâline gelen, Orta Doğu'nun kadim merkezlerinden Suriye'nin yetiştirdiği yaşayan en önemli düşünce ve sanat adamlarından Adonis'in Dr. Nurullah Koltaş'ın tercümesiyle Türkçeye kazandırılan ve Sufizm ve Sürrealizm adını taşıyan son eseri, İnsan Yayınları'nın Alternatif Düşünce serisi içerinde neşredilerek okuyucuyla buluştu. Daha önceden Güneşin Ayetlerine Uyarak Düş Görüyorum, Kör Kâhin, Ayna ve Düş, Doğu ve Batı, Güllerin Aydınlığından, Şamlı Mihyar'ın Şarkıları, Tarih Kadının Bedeninde Parçalanır, New York'a Mezar, Sen Oku Ey Aşkın Sarhoşluğu, Arap Poetikası gibi çeşitli kitapları Türkçeye çevrilen ve asıl adı Ali Ahmed Said Eşber olan Adonis, edebiyat kamuoyunda, muhafazakâr şiir geleneğini modern bir kavrayışla dönüştürerek Arap şiirine özgün açılımlar sağlayan son asrın en büyük isimlerinden kabul ediliyor.

Rimbaud ve sufizm

Kitap; giriş, iki bölüm (Sufizm ve Sürrealizm – Görünür Olan Görünmez) ve genel düşüncelerle sürrealist yazın seçkisinin yer aldığı ekten oluşuyor. Birinci bölümde; bilgi, hayal, aşk, yazın, estetik gibi kavramları, biri diğerinden oldukça farklı, çatışmalı ve uyuşmaz görünen bu iki alanın birbirlerine temas ettikleri kritik noktalar olarak belirleyen ve tartışmaya açan yazar, çok değişik meşrepleri olmakla birlikte İslam tasavvufunu kitap boyunca Sufizm kavramına sabitlemeyi kolay algılanabilirlik açısından tercih etmiş ve onun sürrealizmle -yazarın daha çok örtüştürmeyi amaçladığı- ekseriyetle buluştuğu, zaman zaman da ayrıştığı havzalar olarak belirlemiş görünüyor. İkinci bölüm ise "zahir - batın", "göz - kalp gözü", "rüya - suret", "yaratıcılık - biçim" gibi ne kendisi gibi olan ne de kendisinden bağımsız düşünülebilen birtakım ikilikler etrafında, sufizmin doğu kökenli bir inanç, sürrealizmin batılı bir doktrin olup aslında birbirlerini tarif ve tasvir etmeleri gibi enteresan bir dualiteyle işlendiği; büyük şeyh İbn Arabi dâhil pek çok mutasavvıfı derinden etkileyen İslam tasavvufunun karizmatik ve bir o kadar da gizli kalmış ismi an-Nifferi'nin ve bir kısım eleştirmenlerce Sürrealist bir şair olarak nitelendirilen, Adonis'e göre ise tam manasıyla doğulu bir mistik, bir sufi şair olan Arthur Rimbaud'un anlatıldığı kısımdır ki Rimbaud, André Breton başta olmak üzere neredeyse sürrealizmin tüm öncülerini sarsmış bir isimdir. Kitabın ekinde André Breton, Salvador Dali, Louis Aragon, Paul Éluard, René Crevel, André Masson, Benjamin Peret ve Maurice Blanchot'un aralarında bulunduğu ünlü sürrealistlerin sufilerinkiyle özdeş fikirler ileri sürdüklerini ispatlayacak kuramsal, poetik tespitlere yer veriliyor.

Giriş yazısını "Acaba Sufilik ve Sürrealizm'de her iki tarafın birbirlerini kucakladığı yeni bir formül ya da yeni bir düşünce biçimi bulacak mıyız?" sorusuyla sonlandıran Adonis'in okuru ilginç, sıra dışı bir okuma ekseninde yeni keşiflere hazırladığı bir gerçek. Yalnız bu okumanın ön şartı, alışılmış kalıpları parçalamak, kendi başına "geleneksel" bir seyr izleyen sufizmle ilgili kanaatlerin üzerini çizmek, yani ortodoksinin dışına çıkmayı göze almış olmak… Çünkü Adonis'e (bittabi çoğu sufiye) göre sufi hareketin zuhurundaki etmenlerin içerisinde "…akıl, dinî ortodoksi ve insanın maruz kaldığı derin meselelerin birçoğuna (b)ilimin cevap bulamayışı"dır. Bilimle kastedilen, meşru olsun olmasın herhangi bir gücün hükmettikleri üzerinde kurmayı arzuladığı siyasi otoritenin devamlılığına kolayca alet edilebilen ve ancak zahirle, görünürle rabt olabilen fıkıhtır. Yani düzen ve elbette ki dikte edilen, sorgulanamaz, değiştirilemez bir düzen bu. Bidayetinde tasavvuf hareketi, böyle müdahale edilemez bir alana başkaldırının neticesi olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Sürrealizmin 1920'lerin başında yıkıcı bir hareket olarak batıda ortaya çıkışıyla benzerlik gösteren bir durumdur sufizmin tepkiselliği. Özetle ikisi de gerek dinî ortodoksiye gerekse merkezî sanat ve üretime duyulan hayal kırıklığından doğmuştur.

Akla ve ahlaka başkaldırı

Sürrealizm, akla ve ahlaka baş kaldırarak insan zihnindeki eskiye dair tüm bilgilerin arındırılarak yerine yeninin yerleştirilmesini amaçlamıştır. İkisinin savaşımı da akla karşıdır ve sezgiseldir. Yalnız sufizmin dinin varlığına karşı bir itirazı olmamakla birlikte (Din güzel ahlaktır.), bilakis sufinin hareketi dikeydir; Tanrı'ya ulaşmak, onda yok olmak, yani vahdete erişmektir. Sürrealizm ise Adonis'in deyişiyle "(dinî) kurtuluşa hiç de can atmayan mülhid bir harekettir."; hatta "dinî anlamda Tanrı" sürrealizmde yoktur. Bu noktada "Ben sürrealizmin ta kendisiyim!" diyen akımın en ünlü ismi Endülüslü Arap Müslümanların genlerini taşıyan sahip İspanyol Salvador Dali'yi anımsamamak mümkün değil. Geçtiğimiz ilkbaharda İstanbul'da, Tophane-i Amire'de Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi bünyesinde düzenlenen sergide Dali'nin, Dante'nin 700. doğum günü şerefine İlahi Komedya'yı resmettiği tabloları gören biri için Katolik inancının Dali'nin yüreğinde en az sevgili eşi Gala kadar yer ettiğini anlamak o kadar da güç değildir. Nitekim "Tanrı'ya inanıyorum; ama inançlı değilim" diyen Dali'nin, hayatının son yıllarını, sanılanın aksine dindar bir Hristiyan olarak geçirdiği bilinmektedir.

Belki de Dali'nin tüm ömründe engelleyemediği için hepten koyuverdiği coşkun duygularının belirsizliğinin tipik bir ifadesiydi din. Diğer bir sürrealist sanatçı yönetmen Luis Bunuel'in 1969'da çektiği ve iki Katolik Hristiyanın bir ermişin mezarını ziyaret etmek için çıktıkları hac yolculuğunu anlatan La Voie Lactée (Samanyolu) adlı filmi, sanırım sürrealizmin dinle alakalı anarşist söylevini yansıtmak bakımından daha geçerli bir örnek. Söz konusu filmde Bunuel, reddedilmiş -yok sayılan demek daha doğru galiba- Tanrı'nın (ki Breton'un başlattığı felsefenin öncülü Nietzsche'nin öldürdüğü tanrının ta kendisidir. Ne var ki aslında bu tanrı Nietzsche'den evvel, Hegel tarafından öldürülmüştür.) dinini sürrealistçe eleştirmekte, ayrıca bunu oldukça kırıcı, rencide edici bir sinema diliyle gerçekleştirmektedir. Biraz düşünüldüğünde sürrealizm yahut sufizm arasındaki farkın, iki tarafın da yok edilmek istenen karşısında birleşmesiyle ortadan kalktığı anlaşılabilir sanki. Sürrealizmin tanrıtanımazlığının ardında yatan din eleştirisini, Beyazid-i Bistami'nin ortodoksinin ezberleri alt üst eden irfanında bulmak; gösterilmek isteneni bağnazlığın gölgesinin düştüğü Hallac'ın kanında görmek mümkün olabilir.

Daha geniş perspektifte düşünecek olursak sufizmin kullandığı retoriğin "anarşi" yaratmak konusunda karşılaştırıldığı diğer doktrinden daha köklü ve ondan kat be kat üstün olduğunu söylememiz icap eder. Sözü güzellik icat etmekten yerine hakikati izhar etmek için kullanan sufiler, bunu yerine genelde ürkütücü; ama en gerçek ve dosdoğru şekilde yapmışlardır. Bu "vecd içinde aşkı izah etme" durumuna şath denmektedir. Şath aynı zamanda ilhamdır. İlham ise marifete, bilgiye ulaşmaktır. İşin ilginci, sürrealizmdeki "otomatik yazın" da mutasavvıfların kullandığı dil gibi ilhama bağlı ve istenç dışıdır. Otomatik yazında sanatçıdan "aklın perdelerini bertaraf etmesi" beklenir; gerçekliğin ötesine, ancak dış dünyanın taleplerinden ve olağan kaygılardan arınmış otomatik yazınla geçilebilir. Ayrıca bu dil, vecd hâlinde konuşan bir sufide de bir gerçeküstücü sanatçıda da olabildiğine figüratif, yani semboliktir.

Sonuç olarak Sufizm ve Sürrealizm kitabıyla Adonis, beş duyu ile algılanan dünyanın, yani Ortodoks ve zahirî hakikatin sınırlılığına dem vuran ve bu hâliyle de hakikati temsil etmekten uzak düştüğü iddiasıyla hareket eden iki farklı tecrübenin kesiştiği gerçeklik arayışının derinlemesine işlemektedir. Sözü edilen eserin, konuya ilgi duyanlarda merak uyandırmasını ümit ettiğim bu küçük değerlendirme yazısını Adonis'in şu tespitiyle sonlandırıyorum: "Var olan benzerliklerle sürrealizm, amacı bir olmak olan sufiliğin pagan bir biçimiyken sufilik de Mutlak için arayışta olması ve kendisini onunla doldurmayı dilemesi sebebiyle sürrealisttir."



12 yıl önce