Aslında bahsettiğimiz, kadim çağlardan beri Doğu ve Orta Avrupa, Ege kıyıları, Trakya ve Karadeniz kıyılarında bilinen bir doğaüstü fenomen. “Vampir” kelimesi şemsiye terim olarak kullanılıyor artık, esasında vampir benzeri doğaüstü-varlıklar demek daha doğru çünkü benzer inanışlar geniş coğrafyada farklı adlarla anılmış. Yazılı kayıtların asırlar evvelinden kalma arkeolojik gömü buluntuları var bölgede; bu mezarlardaki cesetler kazıklar, taşlar ve muhtelif sağlam nesnelerle toprağa sabitlenmişler. Bunların kabirlerinden çıkmaması için önlem alınan vampirlere ait olduğu düşünülüyor. Eldeki veriler ışığında, yazılı kaynaklardan ilkinin 14. asırda Sırp İmparatorluğu’nda ortaya çıktığı söylenebilir.
Bu ilk yasal düzenlemeyle, vampir olduğuna inanılan cesetleri yakma uygulaması engellenmeye çalışılmış. Konuyla ilgili ilk sistemli inceleme ise 17. asırda Osmanlı Rum tebaasında görülen vampir inanışı hakkında. Rum Ortodoks Kilisesi’nin ilk resmi tepkileri 15. ve 16. asırlarda verilmiş.
Evet. Ulemanın ilk fetvaları da 16. asırdan. 18. yüzyılda ise Batı Avrupa’da şöhret kazanıyor “doğululara ait” vampir öyküleri, fazlasıyla küçümseyici bir dil hakim bu dönemde. 19. yüzyıl ise bugün aşina olduğumuz aristokrat, karanlık, karizmatik kan emicinin romantik edebiyatta ortaya çıkışına şahitlik ediyor.
Tabii bu kadar geniş bir alanda, bu kadar çeşitli inanış varken tam sebebi saptamak kolay değil, hepsinin ortaya çıkışında farklı ögeler olabilir. Dikkate alınması mecburi etkenlerden biri Doğu Avrupa’nın cesedin bozulmasını geciktiren nemli iklimi ve toprak yapısı. Muhtemelen bölgede rastlanan ve ölülerin toprak yüzeyine yakın bırakılmasına neden olan “ikinci defin” geleneği de cesetlerin hastalık yaymasına neden olmuş, zaten o dönem yazılan bazı kayıtlarda da inanışın kökeninde bu unsurların olabileceği belirtilmiş.
Kilit öğe ise salgın hastalıkların ne olduklarının ve nasıl yayıldıklarının bilinmemesi. Bu açıdan vampirin kurbanlarının genelde ailesi ve en yakınları olması da anlamlı. Hatta öldürmeye kendi evinden başlıyor, çünkü aslında hastalığın bulaştığı ilk kişiler aynı hanede yaşayanlar. Daha birçok sebep sayılabilir ama hiçbir sebep her vakaya uygulanamaz, oldukça farklı vampir inanışları var. Vampirin etimolojisi konusu da çok karışık, geniş kabul gören iki teorinin Slavca köken ve Türkçe köken olduğunu söyleyelim. Vampir Sırpça bir sözcük, Doğu Slav dillerinde upir şeklinde. Türkçe köken teorisine göre upirin atası obur, upır ya da buna benzer kökten gelen bir kelime. Takriben 11. asırda Avrasya bozkırında karşılaşan Türk ve Slav topluluklar arasında yaşanan lengüistik etkileşim sonrası Slav dillerine nüfuz ettiği öne sürülüyor. Türk mitolojisinde de vampire benzeyen doğaüstü varlıklara rastlanması bu iddiayı destekliyor. Bu konuda kısa süre önce çıkan bir kitap var Türk Kültüründe Vampirler adında, ilgilenenlerin okumasını tavsiye ederim.
Evet, “vampir avcılığı” oldukça ilginç bir olgu, hatta en az vampir benzeri doğaüstü varlıklara inanış kadar dikkat çekici... Sonuçta vampirler insanların hayal dünyalarında yaşayan varlıklar, fakat avcılar tamamen gerçekti. Bu kişilerin para kazanma yolu vampir mezarlarını tespit etmek, sonra kazarak cesedi çıkarmak, vampir olduğuna kanaat getirilmesine müteakip cansız bedeni parçalayıp yakarak yok etmekti. Rum Ortodoks inancına bağlı kişilerin bir bölümü sadece dindaşlarının vampire dönüşebileceğini düşündüğünden, bu yörelerin avcıları Müslüman köylerinden olurdu. Benzer şekilde, 19. asırdaki vampir yeniçeriler sansasyonu sonrasında çağırılan avcı, o yöreden bir gayrimüslim olan cadı avcısı Nikola idi. Balkan muhacirlerinin anılarında da sıklıkla “cadıcı” denilen avcılara rastlanıyordu. Yani avcılık müessesesi, farklı dini grupların halk inanışları bağlamında etkileşimlerine ışık tutması cihetiyle de mühim.
Aslı hem var hem yok... Kazıklı Voyvoda’nın meş’um faaliyetleri olmasına rağmen “vampir olmak” yaşadığı dönemde kendisine atfedilen fenalıklardan değildi. Bu esasında edebiyatçıların ve sinemacıların popüler hale getirdikleri bir düşünce. Folklorik vampir inanışı Kazıklı Voyvoda’dan çok daha eskilere dayanıyor, kurgusal vampir figürü de Bram Stoker’ın Drakula romanından daha eski... Ancak, Transilvanya bölgesi bu tarz halk inanışlarının yoğun olarak gözlendiği bir yer ve Kazıklı Voyvoda’dan ilham alan Kont Drakula kendinden sonraki tüm ölümsüzleri bir şekilde etkilemiş, tartışmasız en popüler kurgusal vampir. Kazıklı Voyvoda’nın vampir söylencesinin değil ama bugün dünyaca ünlü vampir tiplemesinin atalarından birisi olduğu kısmen doğrudur.
“Obur” Karadeniz yöresinde bilinen bir halk inanışı, sadece Çerkesler ve Tatarlara has değil; mesela, Karaçaylar, Gagavuzlar ve diğer bölge halklarının da obur öyküleri var. Bu öyküler bazı örneklerde vampirden ziyade cadı benzeri, büyücü karakterlerle ilgili olabiliyor. Seyahatnamedeki oburlar da bazen vampir bazen büyücü-cadı özellikleri gösterebiliyorlar. Günümüz vampiriyle kesintisiz bir bağ yok aralarında ama etkilenme var. Benim gördüğüm örnekler içerisinde bilhassa “kan emmek”, “sonsuz yaşam arzulamak”, “insanlar arasında kendini saklayarak yaşamak” gibi bazı kilit noktalarda çağdaşları arasında modern vampir karakterine en yakın olanı Seyahatname oburları. Evliya Çelebi’nin anlatısı hakkında ortaya atılan iddialardaki baskın görüş, yazarın uzak diyarlardaki egzotik yaşantı ve inanışlardan bahsederken bu tarz gerçeküstü unsurlara ağırlık verdiği. Birçok açıdan 17. asır vampir söylencesini kavrayabilmek için kıymetli bir kaynak.
Belki de sorunuzun cevabı vampir karakterinin dönemler ve yazarların gereksinimlerine göre yeniden şekillendirilebilmesinde yatıyor. Dikkatle bakarsanız ünlü vampir figürlerinin hikayelerdeki rolleri oldukça farklıdır; Alacakaranlık serisinin vampirleri ile Kont Drakula, Kontes Carmilla tarzı romantik akımın kan emicileri birbirlerine hiç benzemezler... Öyle ki eski nesil vampirler okuyucuda nefret uyandıran korku nesneleriyken, yeni nesil kan emiciler çekici, duygusal ve yüksek karakterli doğaüstü varlıklar olarak resmediliyorlar. Modern vampirlerin popülaritesi daha çok “yaşamak için öldürmek”, “sonsuz gençlik”, “ölüme karşı koymak” gibi modern kaygı ve düsturlardan besleniyor. Bu kadar seçenek arasından okuyucular ve izleyiciler kendilerine hitap eden vampir öykülerini kolaylıkla bulabiliyorlar.
Kişisel görüşüm, ister kurgusal ister folklorik olsun vampir figürü öncelikle ölüm olgusuyla başa çıkma gayretinin ürünüdür. Bu da insanın varoluşsal sorunlarının en eskilerinden biri olmalı. Bana çekici gelen de herhalde bu özelliği, bilmiyorum, belki araştırma sırasında kendim de en yakınlarımdan birini kaybettiğim için böyle konuşuyorum, ama bilhassa folklorik vampir hususunda bir yanda ölümüyle yeniden doğan ve zarar vermeye en yakınlarından başlayan doğaüstü bir varlık, bir yandan onu özleyen, gece yarısı kapıya gelip isimlerini çağırınca ona kapıyı açan -ya da korkudan açamayan- sevdikleri... Kesinlikle oldukça güçlü bir dramatik yapı üzerinde yükseliyor.
İlgimin nedeni, Osmanlı vampirlerinin de en az diğer gece yaratıkları kadar ilgi hak etmelerine rağmen üvey evlat muamelesi görmeleri. Gerek Osmanlı kültürüyle gerekse vampir fenomeniyle alakadar birçok insan varken bu tarihin yok sayılması beni rahatsız etti. Kaldı ki Osmanlı topraklarında gelişen vampir söylencesi sadece içinde bulunduğu toplumun kültürel tarihinin değil, uluslararası vampir literatürünün de değerli bir bileşenidir. Çalışmalarımın devamı kurgu eser olacak.
“18. yüzyıl vampir çılgınlığı” Batı Avrupa’da geniş halk kitlelerinin, Doğu Avrupa’daki vampir inanışından haberdar olmaları sonrasında konuya duyulan yoğun ilgi ve korkuya verilen isimdi esasen. Tabii bu tanınırlığın ardında eğitimli kesimi oluşturan hekimler, hukukçular ve din adamlarının -Aydınlanma çağının etkisiyle- cahilce gördükleri bu halk inanışını deşifre etmeye koyulmaları yatıyor. Öyle bir durum oluyor ki gazeteler, bilimsel makaleler, mahkemeler ve gündelik sohbetler vampir mevzularıyla dolup taşıyor; Doğu’nun cehaleti ve Batı’nın akılcılığı vurgulanarak bir bakıma siyasi bir karaktere bürünen vampirler sonrasında edebiyat, politika ve güzel sanatlarda da hatırı sayılır görünürlük elde ediyorlar.
Osmanlı ile ilgisine gelirsek, bu sürecin başlamasının nedeni taraflardan birinin Osmanlı Devleti olduğu 1718 tarihli Pasarofça Anlaşması’ydı. Doğu ve Orta Avrupa’da geniş topraklar Osmanlı kontrolünden çıkıp Avusturya-Macaristan’a geçince Osmanlı vampirleri de tabiatıyla Habsburg vampirleri oldu. Petar Blagojeviç (ö.1725) ve Arnavut Pavle (ö.1726) vakaları çılgınlığı başlatan olaylar kabul edilir zira devlet görevlilerinin onlarca kişinin ölümüne neden olan bu vampir salgınları üzerine hazırladıkları raporlar tüm Batı Avrupa’da dolaşıp başka yazılara konu edildiler. İlginç bir ayrıntı, Arnavut Pavle’nin ölüp yeniden dünyaya gelmeden önceki iddiasına göre, kendisine Kosova’da musallat olan ve salgını başlatan vampir bir Türk’tü.