|

Dünyanın en büyük hat levhaları

Prof. Dr. Fatih Özkafa’nın kaleminden Hat Sanatı: Osmanlı’dan Bugüne, hem hat tarihini merak edenler hem de günümüzde bu sanatın, hattatların ve sanat ortamının durumunu öğrenmek isteyenler için bir başucu kitabı.

04:00 - 15/03/2023 Çarşamba
Güncelleme: 23:59 - 14/03/2023 Salı
Yeni Şafak
Ayasofya-i Kebîr Câmi-i Şerîfi.
Ayasofya-i Kebîr Câmi-i Şerîfi.
İbrahim H. Yavaş.

Ayasofya Camii, 1934’te müzeye dönüştürüldükten sonra yapılan ilk işlerden biri dünyanın en büyük hat levhalarının yere indirilmesiydi. Kazasker Mustafa İzzet Efendi’nin kaleminden çıkan lafza-i celâl, ism-i nebî, ilk dört halife ve Hasan-Hüseyin isimlerinin yazılı olduğu bu sekiz büyük levha, Sultan Abdülmecid devrinde, Ayasofya’nın 1847-1849 tamirinden sonra asılmıştı. Levhaların çapının 7,5 metre, yazıların kalem kalınlığının 35 cm olduğunu söylersem işin büyüklüğü anlaşılır. İşte indirilen bu levhalar kapılardan bir türlü çıkartılamamış, yerde duvara dayalı durmak zorunda kalmıştı. Peki dışarıya çıkarılamayan bu levhalar, asılmak için içeriye nasıl sokulmuştu?

DEVASA YAZILAR NASIL YAZILDI?

Bu sorunun cevabını hattat ve Türk İslam Sanatları Tarihi uzmanı Prof. Dr. Fatih Özkafa’nın, yakınlarda yayınlanan Hat Sanatı: Osmanlı’dan Bugüne adlı kitabında buldum. Yazılar evvela hattat tarafından belli bir büyüklükte yazılıyordu. Sonrasında ise “murabba” adı verilen bir yöntemle istenilen ebatta orantılı şekilde büyütülüyordu. Peki murabba, yani günümüz diliyle söylersek kareleme yöntemi nedir? Basitçe şöyle tarif ediyor Özkafa: “Hattat elinden çıkma olan yazının üzerine kareler çiziliyor; yazı kaç misli büyütülecekse o kadar büyük başka bir kâğıda, önceki karelerden o kadar misli geniş kareler çizilerek numaralandırılıp harf çizgileri ilgili kareler esas alınarak büyük kâğıda naklediliyordu.”

Kazasker’in yazıları da Ayasofya Camii’nin içinde bu şekilde büyütülerek ahşap sinilere geçirilmişti. Yani levhaların kapılardan geçmemesinin sebebi buydu. Tam 15 yıl bir köşede duran bu şaheser levhalar, nihayet İbnülemin Mahmud Kemal İnal ve Ekrem Hakkı Ayverdi’nin himmetleriyle 1949’da tamir edilip yeniden yerlerine asılmıştı.

CANLI VE HAREKETLİ BİR KİTAP

Yukarıdaki örnekten de anlaşılabileceği gibi Fatih Özkafa’nın kitabı klasik bir tarihçe değil: Konu sadece kronolojik olarak sıralanan isimler ve dönemler etrafında ele alınmamış. Terimlere boğulmuş bir anlatım, didaktik ve yeknesak bir üslup da yok bu kitapta.

Hat sanatının tarihî bir dönemi anlatılırken güncel uygulamalara yapılan atıflar, geçmişten günümüze devam eden bazı problemlere dikkat çekişler, geleneğin devam ettirildiği ya da ayrıştığı noktalara göndermeler, tartışmalı konulara dair yapılan teklifler, getirilen açılımlar Hat Sanatı: Osmanlı’dan Bugüne’yi çok canlı ve hareketli bir kitap haline getirmiş.

NASIL İYİ HATTAT OLUNUR?

Mesela yazar, hat sanatında bir yazının güzel sayılabilmesi için gerekli estetik şartları sıralarken ibdâ’, yani orijinallik kriterine de yer veriyor. Ona göre hattat, “Herhangi bir ibareyi daha önce yazılmamış bir şekliyle, yani yepyeni bir istifle yazabilen kişidir.” Peki daha önce yapılmış bir istifi aynen taklit edebilen kişiye ne denir? Ona da hattat denir, “çünkü üstadları taklit etmek, onlar gibi yazmak hat sanatında makbul sayılır ve oldukça zor bir iş olduğundan maharet ister.” Ama arada bazı farklar var. Özkafa, bu gibi çalışmaların genellikle hattatın kendisini geliştirmek için yaptığı denemeler olduğunu söyleyerek iyi bir hattatın gerçek bir sanat eserini nasıl ortaya koyacağını belirtiyor: “İyi bir hattat, aynı zamanda, belli bir metni önceden hiç kimsenin düşünmediği yepyeni bir tasarımla ve hat kaidelerine riayet ederek yazabilen kişidir. İşte böyle bir hattatın yazdığı bu tür yazılar, ibdâ’ özelliğini haiz sanat eserleridir.”

Hat Sanatı Osmanlı’dan Bugüne, Fatih Özkafa, Kapı Yayınları.

BU DEVİRDE MUSHAF YAZMAK MI?

Hüsn-i hattın esas olarak Kur’ân-ı Kerim’i güzel yazmak maksadıyla çıkıp geliştiğini biliyoruz. Üstad Uğur Derman, Doksandokuz İstanbul Mushafı’nda bu durumu veciz bir şekilde ifade şöyle ediyor:

“İslâm âleminde hat san’atı, bu dînin yüce kitâbının, Allah kelâmına yaraşır bir mükemmeliyette yazılıp bezenmesi gayretiyle geliştirilmiş; II./VIII. asırdan bu yana, bütün ihtişamıyla günü gününden âlâ bir şekilde devâm edegelmiştir. Osmanlı-Türk hattatlarının da, bu kemâle erişilmesindeki payı birinci merhaledir.”

Hattın Kur’ân kaynaklı bir sanat olmasından dolayı her hattatın hedefinin bir gün Mushaf yazmak olması gerektiğini söyleyen Özkafa, aksinin hat sanatının tabiatına uygun olmadığını düşünüyor. Yüzyıllardır pek çok hattat tarafından Mushafın yazıldığının, ayrıca günümüzdeki bilgisayar ve baskı tekniklerinin ilerlemesiyle böyle bir işe gerek olmadığı sizin de aklınıza gelebilir. Ancak yazar, bunları bir “mazeret” olarak görüyor. Daha çok kazanmak ve ünlü olmak için başka hat eserleri yapanları ise “hat sanatının asıl maksadından uzaklaşmışlar” olarak niteliyor.

ELEŞTİREL BİR BAKIŞ

Tek başına bir hattatı aşan bu iş için başına karar verip yapabileceği bir şey değil. Bir hami-mahmi ilişkisine ihtiyaç var. “Çünkü sanat ancak bilinçli hamiler sayesinde ayakta kalır. Bunu asıl yapması beklenenler ise elbette gayrimüslim koleksiyonerler değil, varlıklı Müslümanlardır” diyen Özkafa’nın eleştirisine kulak vermek gerekiyor.

Gördüğünüz gibi Hat Sanatı: Osmanlı’dan Bugüne, bu haliyle hem hat tarihini merak edenler hem de günümüzde bu sanatın, hattatların ve sanat ortamının durumunu öğrenmek isteyenler için bir başucu kitabı.

Bu tür kitaplarda okumaya hasret kaldığımız eleştiriler de cabası!

#Fatih Özkafa
#Hat Sanatı
#İbrahim H. Yavaş.
1 yıl önce