|

Eleştiriye bir pencere

Fatma Barbarosoğlu’nun Eleştiri Üzerine Yedi Söyleşi kitabı Tarık Buğra, Memet Fuat, Fethi Naci, Tahsin Yücel, Gürsel Aytaç, Ayşe Şasa ve Mustafa Kutlu’nun eleştire bakışını ortaya koyarken bugün yeniden eleştiri üzerine düşünmemizi de sağlıyor.

04:00 - 15/01/2022 Cumartesi
Güncelleme: 04:57 - 15/01/2022 Cumartesi
Yeni Şafak
Sakinleşip düşünceye varmak için kendimize fırsatlar sunmalıyız.
Sakinleşip düşünceye varmak için kendimize fırsatlar sunmalıyız.
ÂLİM KAHRAMAN

Kasım 2021’de, Fatma Barbarasoğlu, Eleştiri Üzerine Yedi Söyleşi adıyla bir kitap yayımladı (Profilkitap). Barbarosoğlu, 1992-1993 yıllarında Memet Fuat, Fethi Naci, Tahsin Yücel gibi artık Türk eleştiri tarihine mal olmuş tanınmış isimlerle yaptığı söyleşileri, bize, bir arada; topluca sunuyor. O kuşaktan, eleştiri yazıları da yazmış, hikayeci ve romancı Tarık Buğra da kitaba dahil. Daha yeni isimler de var. Bir edebiyat bilimcisi (Gürsel Aytaç) ve bir hikayeciyle (Mustafa Kutlu) sayı altıya çıkıyor (yedinci isim sinemadan: Ayşe Şasa).

Bütünü kapsamak yerine bütünden bir kesit sunmak, kitap için gerçekçi bir amaç tespiti olur. Memet Fuat, Fethi Naci ve Tahsin Yücel edebiyatımızdaki sosyal gerçekçi akımın ön bulmuş isimleri.

Barbarosoğlu, soruları yazarlara genelde postayla göndermiş, onlardan da postayla yazılı cevaplar almış. Bu süreçte Memet Fuat’ın teşvik edici ve yetiştirici tutumuna bir kez daha tanık oluyoruz. Cevaplarına kısa bir mektup da eklemiş. Orada, “İlk defa bu kadar özenerek ve hazırlanarak sorulmuş sorulara tanık olduğunu belirt”miş Memet Fuat. Kitabı okuyunca onun bu tespitine biz de katılıyoruz.

NASIL BİR ELEŞTİRİ

Bizde eleştiri yok, diyenlerden değilim. “Edebiyat”, “şiir” ne kadarsa o kadar da eleştiri vardır! Söz konusu söyleşilerde daha çok eleştirinin kuramsal yönü üzerinde duruluyor. O günden bugüne, kuramsal boyutta, dışa bağımlılıktan kurtulamadık hala. Artık, üniversitelerde “edebiyat bilimi” çerçevesi içinde yapılan “inceleme”ler bir hayli çoğaldı. Fakat, yabancı bir kuram bulup yaptığın çalışmada onu uygulaman gerekiyor. Göğsünü gere gere (!) savunabilirsin yaptığın işi ondan sonra. Problem buralarda yatıyor bana göre. Başka bir kültür, medeniyet dünyası içinde gelişip şekillenmiş yöntemleri bizim edebiyatımızı çözümlerken kullanmada başarı oranımız ne? Elde edilen sonucun verim miktarı ne kadardır? Bir yöntemi alıp faydalansak bile ona sonuna kadar bağlı kalmak sağlıklı oluyor mu? (Marksist eleştiriyi veya psikanaliz yöntemini düşünelim mesela.)

Adını saydığım isimlerden Fethi Naci, Marksis/Sosyalist eleştiri kuramlarından beslendiğini kendisi de belirtiyor. Yazı hayatının başlarında, “solcu” yazarı tutmayı, desteklemeyi görev saymış. Yani ideolojisi edebî değerin, işinin önüne geçmiştir. “40 kuşağının yeteneksizliğinden söz edebilmem için otuz yıl okuyup yazmam gerekti” itirafında bulunuyor. Tahsin Yücel, Yazın ve Yaşam adlı kitabındaki bazı yargılarından söz açan soruyu cevaplarken “Sonra o kitapta söylediklerimin bugün bana aşırı göründüğünü de belirmek isterim” ifadesini kullanıyor. Türkiye’de onun adıyla anılan yapısal eleştiri için ise “Bugünkü görüşümü sorarsanız, yapısal eleştiri diye bir şey yok; bir çözümleme yöntemi olarak yazınsal göstergebilim var derim” açıklamasında bulunuyor. Bunları yazarken eleştiri tarihinin malı olmuş bu isimlerin emeklerini küçümsemek değil elbet amacım. Onların bu itiraflarını da zevk almak için aktarmıyorum. Zevk almak, küçümsemek ne kelime, onların lehine kaydedilecek kazanımlar sayarım sözlerini. Eleştiri adına ortaya koydukları fikirler, edebiyatımızın, bazı yönleriyle faydalanacağımız, bazı yönleriyle dersler çıkaracağımız renkleri, birer çeşitliliğini oluşturmaktadır artık. Burada, Memet Fuat’ın Türk eleştiri tarihinin yazılması, edebiyatımızdaki eleştiri akımlarının incelenmesi, kapsamlı bir Türk eleştiri antolojisinin yayımlanması temennisini de anayım. Bugün bunların hakkıyla yapılıp yapılmadığını sorgulamamız lazım.

ELEŞTİRİ BİR OKUL

Eleştiriyi bir okul olarak görüyor Gürsel Aytaç. Meseleye edebiyat bilimi perspektifinden bakıyor daha çok. Eserin edebiyat tarihindeki yerini de belirlemeye zemin hazırlayan inceleme yazılarından yana. Fethi Naci de buna yatkın bir anlayış içinde. (Farkı, popülist tutumu!) Ele aldığı eser üzerinde ayrıntılı bir biçimde durduğunu, onu incelediğini belirtiyor. Bu yönüyle ustası Ataç’tan ayırıyor kendisini. Mustafa Kutlu’nun isteği, edebiyat fakültelerinin “memleketin edebiyat ortamına dahil olmaları”. Akademisyenlerin oluşmakta olanı ıskalamamaları. (Mehmet Kaplan, derslerinde, sağlıklı sonuçlar için edebiyat tarihinin en az elli yıl geriden gelmesi gerektiğini söylerdi. Ancak bu söz, Kutlu’nun isteğiyle çelişmez. Edebiyat tarihçiliği yanında eleştiriyle, güncel edebiyatla da ilgilenerdi Kaplan.)

Kitaptan bir sonuç daha çıkarıyoruz. Modern eleştirimizin Nurullah Ataç’a olan borcu! Hem Fethi Naci, hem de Memet Fuat, birçok başka isim gibi, hiza noktası olarak Ataç’ı alıyorlar. Onu, üstadları olarak görüyorlar. (Tarık Buğra, ‘haksızlıklara maruz kalan’ olarak Ataç’ı pek hayırla anmıyor. Bir yerde: “En ünlüleri Ataç mı? O da öyle: kompleks kumkuması. Müteveffanın bütün hırsı, sanki, edebiyatı dinamitlemek” diyor. Daha farklı ve atlanmaması gereken bir pencereden bakıyor Buğra. Marks’a da söyleyecekleri var bu konuda. Edebiyatta yetenekleri heder eden, en azından çok daha güzel şeyler yazmalarının önüne geçen bir anlayışın mimarıdır o da.)

Memet Fuat Nurullah Ataç’a başka bir açıdan değer verir: Eleştiride daha az okuyucuya sahip dergilerle sınırlı kalmaması! Bu işi gazete sayfalarına da taşımış olması. Çok yankı vermesi. En yeni olana yetişmek için gösterdiği kıvraklık, kenarda köşede kalana bile ulaşması. Böylece edebiyat ortamındaki ‘yoğrulmakta olan’ın bir kıvam bulmasına olan katkısı! Eleştiride okuyucunun konumu da söyleşilerde üzerinde durulan konulardan biri. Buna ve eleştiri adına yapılan başka belirlemelere değinemiyeceğim. Şunlarla yetineyim: Edebiyat ortamının ve eleştirin bugünkü durumu 90’lardakinden oldukça farklı. O zaman okuyucu, mektupla ulaşabiliyordu yazara (eleştirmene). İletişimin bugün geldiği noktada, dakikayı bulmadan okuyucunun yazara, yazarın okuyucuya, okuyucunun okuyucuya ulaşabildiği durumlar söz konusu artık. İyi okur da bir eleştirmen, denirdi eskiden. Bugün, okuyucu, her yerde ve her telden ses verebilecek bir konumda. İçlerinde bazı dişe dokunur değerlendirmeler yok değil. Fakat edebiyat ortamını yoğuracak eleştiriyi genel okuyucu kitlesine emanet edip eleştirmen bir kenara mı çekilecek? Orta yerdeki büyük toz dumanda kaybolup gidecek mi?

Sakinleşip düşünceye varmak için kendimize fırsatlar sunmalıyız. Ben bu kitabı okurken onu denedim.

#Fatma Barbarosoğlu
#Profil Yayınları
#Mustafa Kutlu
2 yıl önce