Edebiyatın can damarlarından biri olan eleştiri, hem yazar hem de okur için çok önemli. Yazara yeni ufuklar açabilirken, okura el feneri tutarak farklı bakış açıları kazandırabilir.
Matbuat modernleşmesinden 90’lara kadar oluşmamış eleştiri geleneğinin, 90’lardan sonra oluşması mümkün değil. Eleştiri geleneğimizin neden oluşmadığı söyleşilerde sarih bir şekilde ortaya konuyor. Cevaplardan yola çıkarak müstakil bir değerlendirme makalesi yazmak dahi mümkün. Birkaç cümle ile ruhunu bozmak istemem.
ÖVMENİN VE YERMENİN DIŞINDA BİR BAKIŞ AÇISI
90’larda feminist eleştiri ve postmodernist eleştiri öne çıkıyordu. Bir ara yapısalcı çözümlemeler revaçta oldu. Post yapısalcı çözümlemeler Batılı örnekler üzerinden Türk romanına uyarlanmaya çalışıldı, ama bu çalışmalar okuyucuya pek ulaşmadı. Dolayısıyla ben sorunuzu günümüz medyasında eleştirel metinlere rastlamanın imkansızlığı üzerinden cevaplamış olayım. Kitap tanıtım çalışmaları ve promosyon söyleşiler üzerinden, bindiği dalı kesen bir edebî kamu var.
Mesela Orhan Pamuk yeni bir roman yayınlayıncaya kadar sanki hiç kimse bir şey yazmamış gibi bir suskunluk oluyor. Hal böyle olunca Orhan Pamuk romanı üzerinden övgüler ve yergiler birbirini kovalıyor. Kritik etmek, övmenin ve yermenin dışında bir bakış açısı gerektirir. Kritik etmek dediğimiz şey, bir sorunu, bir konuyu, bir sanat ürününü değerlendirmektir. Değer vermek ile tenkit etmek aynı arabaya koşulmuş at gibidir.
Bakış açısı olarak bir değişimden bahsetmek sanırım çok söz konusu olmasa gerek. Ama 90’larda edebi eleştiri üzerine daha çok fikrimi yorarken günümüzde insanların, fikirlerin kırılganlığı üzerine odaklanıyorum ve bu kırılganlığı inşa eden nedir, sorusuna cevap arıyorum. Çalışma alanım, teknolojik gelişmelerin zaman ve mekan idrakini değiştirmesi üzerine olduğu için, sosyal medya üzerinden iz sürmeye çalışıyorum.
SİZ BENİM BÜTÜN KİTAPLARIMI OKUDUNUZ MU?
Ben 90’larda bu söyleşileri, faks çekerek (evde faksımız yoktu o sıra), posta ile göndererek gerçekleştirmeye çalıştım. Şimdi çok çeşitli teknolojik imkanlarla herkes herkese ekran mesafesinde. Dolayısıyla iletişimin çok daha kolay olduğu bir dönemdeyiz. Sorunuzu bu kitaptaki söyleşiler üzerinden cevaplayacak olursam, benim için şimdi çok daha kolay olurdu.
Şöyle ki, bugün söyleşi yapmak istesem ve bunu Dergâh’ın orta sayfasında yayınlamak istesem 90’lardan farklı bir tavır söz konusu olmaz. Ne benim söyleşi yapmak istediğim kişi Dergâh’a söyleşi vermek istemem der ne de Dergah yönetimi bu kişinin söyleşisini yayımlamayız der. Ama bu, böyle bir şeyi her mecrada rahatlıkla yapabileceğimiz anlamına gelmiyor.
Zannedilenin aksine solcu yazarlar ve eleştirmenler iletişime daha açık. Hakk’ın rahmetine kavuşmuş olduğu için ismini vermeyeceğim “mahalle”mizden bir şahsiyet, kendisi ile ortak tanıdıklar üzerinden iletişime geçip söyleşi yapmak istediğimde “Siz benim bütün kitaplarımı okudunuz mu?” diye sordu üst perdeden. Oysa bu soruyu kitapta söyleşisini okuduğunuz hiçbir şahsiyet sormamıştı.
Hayat tecrübesinden ziyade söyleşiyi yapan kişinin heyecanının, coşkusunun daha önemli olduğunu düşünüyorum. Sorunun vatanı, merak ve hayretin gittiği yere kadar uzanır. Hayat tecrübesi soru sorandan ziyade cevaplayan için önemli. Söyleşileri tekrar okuduğumda ‘Şunu da şöyle sorabilirmişim’ demiyorum, ama mesela Tahsin Yücel’e yönelttiğim soruları Tahsin Yücel’in sükûnetle cevaplamasını hayranlıkla okuyorum. Tahsin Yücel, hayat tecrübesi ile bu soruları soranın zaman içinde kendisinin iyi okuyucularından biri olacağını sezmişti herhalde diye düşünüyorum. Geçerken söylemiş olayım, evet iyi bir Tahsin Yücel okuyucusuyum.
Bir kelime, bir şarkı, bir şiir, yıpranmış bir nesne, yıpranmış nesnede kendisini aşikar eden zamanın kokusu... Gözden düşen “o yaş”. Bizi ağlatanları unuturuz da, gözyaşının gözden süzüldüğü an, hatıra mahzeninde yıllara direne direne, direndikçe güzelleşe güzelleşe durur.
NE UMDUM NE BULDUM DİYEBİLİRİZ
Derin, çok derin bir hüzün. Mesela, Ayşe Şasa’yı giderek daha çok özlüyorum. O vefat ettiğinde ben ülke dışındaydım. Vedalaşamamış olmanın sancısı zamanla diner sanmıştım. Dinmedi.