Aslında hikayenin ilk oluşumu bir gazete haberiyle başladı. Sakat doğan bir atın Gazi Koşusu’nu kazanmış olması beni çok etkilemişti. Yazdığım ilk draft senaryo, bu minvaldeydi. Süreç içerisinde sadece bir başarı hikayesinin yetersizliği ve benim yapmaya çalıştığım sinemanın dışında olması nedeniyle öyküyü tamamen değiştirdim. Merkezinde yine atın hikayesi olmakla birlikte aile olmak meselesini işlemek istedim.
Nermin’in ölümüyle başlayan olaylar bizim filmimizin dokusunu oluşturuyor. Ama biz Nermin’in varlığını bilmeden o kontrastı çıkaramazdık. Onun için de varlığı ve yokluğu kıyaslamasını seyircinin yapabilmesi gerekiyordu. Bi yanıyla da aile olmak meselesi sadece kan bağıyla mı oluşur sorusunu Nermin üzerinden soruyoruz.
Elbette risk. Ama festival filmi deyince algımız o kadar değiştirildi ki. Biraz da bunu sorgulamak, bunun konuşulmasını gündeme getirmek istedim. Sadece defolu, arızalı, patolojik karakterlerin dünyasına kamera tutan filmlere övgü, insani olana, irfani olana dudak bükmek malesef bizim festival anlayışımızın bir gerçeği oldu. Oysa film denilen şey, senaryo, oyunculuk, yönetmenlik, sanat yönetimi, müzik, atmosfer vs. gibi birçok ayrıntıdan oluşan bir bütün. Bunlar iyi yapılmışsa o iyi bir film olur. İyi filmin de festivali, vizyonu diye bir ayrımı olmaz. Kaldı ki izleyiciye ulaşmayan bir film, bence bitmemiş bir filmdir.
Film, yönetmenin ruhunu yansıtır. Bu Yeşilçam ustalarından duyduğum bir sözdü. Yaşadıkça bunun doğruluğunu görüyorum. İnsanın dünyası, ruhu neyse anlattığı da o oluyor. İnsan olarak önemsediğim birinci duygu “merhamet”. Filmlerimde de merhamet meselesi hep ön planda oluyor.
Aslında çok şey söylemek isterim. Öncelikle, kimse gibi film yapmaya özenmeyin. Bugünün geçerli gibi görünen akımlarının yarına kalmayacağını, kalıcı olanın özgünlük olduğunu unutmayın. Hikayeme şunu da katarsam yurtdışında, şunu katarsam ülkemde ödül alırım diyerek filmlerinizi kirletmeyin. Samimiyetle, aşkla yapacağınız işler mutlaka bu ülkede de, yurtdışında da gerekli karşılığı alır bunu unutmayın.
Aslında bana kalsa hayatımın her anını sinema ile yaşamak isterim. Yazmak, okumak, üretmek, film çekmek, kurgu masasında aylar geçirmek. Öte yandan hayatın gerçekleri var malesef. Tv için yaptığım işleri de severek yapıyorum ama keşke sadece sinema ile hayatımı sürdürebilsem. Bence yüksek sanat biraz tuzu kuruların işi.
Keşke bir şey söyleyebilsem. Kafamda yazmak istediklerim var, henüz karar vermedim. Bir de film yapabilmek ekonomik olarak o kadar zorlaştı ki, belki de kameramı elime alıp Anadolu’yu dolaşıp tek başıma bir şeyler üretmeye çalışacağım.