Suriyeli fotoğraf sanatçısı Hayyan Al-Yousef, Suriye’nin Deyrizor kentinde 13 yaşında iken babasını teşvikiyle fotoğrafçılığa başlamış. Ziraat mühendisi olarak çalışırken bir yandan da fotoğraf çekmeye devam etmiş. 2011 yılında Suriye’de olaylar başlayınca fotoğraf makinasıyla meydanlara inmiş. Hatta tutuklanıp üç ay hapis yatmış. Serbest kaldıktan hemen sonra yine meydanlara gittim diyen fotoğrafçı , IŞİD kentlerini işgal edince ülkesini terk etmek zorunda kalmış. 2014 yılından beri Almanya’da yaşamını sürdüren Hayyan Al-Yousef’in yeteneği gizli kalmamış. Berlin’de şimdiye kadar dört kişisel sergisi açılan genç fotoğrafçı, “ Doktor, mühendis, öğretmen, esnaf ve işçi her meslekten Suriyeli olarak Esad rejimine silahsız ve masum olduğumuzu anlatmaya çalıştık. Tek isteğimiz haysiyetimizi korumaktı. çok acıydı.” diyor. Yousef, ülkesine dönerse ilk olarak Fırat nehrinin fotoğrafını çekmeyi istediğini dile getiriyor.
Hayır, ben çok önceden fotoğrafçılığa başladım. Babam okulda sanat dersleri veren bir öğretmendi. O yüzden sanata hep ilgim vardı ve fotoğraf çekmeyi seviyordum. 13 yaşında iken okul çıkışları profesyonel bir stüdyoda çalışmaya başladım.
Elbette. Zaten babam cesaretlendirmişti. Stüdyodan eve döndüğümde, bana o gün ne yaptığımı ve ne öğrendiğimi sorardı. Daha sonra, fotoğrafların daha teorik kısımlarını; renkler arasındaki ilişki, bir çekimin nasıl düzenleneceği, aydınlatmanın nasıl ayarlanacağı gibi şeyleri açıklardı. Bir süre sonra fotoğraf sanatını ne kadar sevdiğimi keşfettim ve fotoğrafçılık bilgimi daha da geliştirmeye başladım.
Hayır. Maalesef Halep Üniversitesi’nde fotoğrafçılık bölümü yoktu. Ben aynı zamanda bitkilerle de yakından ilgiliydim. Ziraat fakültesinde eğitim aldım. 2004 yılında Halep Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra Deyrizor’daki bir bilim araştırma merkezinde mühendis olarak göreve başladım. Fotoğrafçılığa da devam ettim.
O sıralarda fotoğraf makinemi alıp, protestoları takip ettim. Daha sonra kanlı müdahaleler başladı ama ben fotoğraf çekmeye devam ettim. Birkaç ay sonra bir grup arkadaşımla, ayaklanma sırasında önemli olayları ve insan hakları ihlallerini takip etmek adına gönüllülerden oluşan bir Deyrizor koordinasyonu kurduk.
Doktor, mühendis, öğretmen, esnaf ve işçi her meslekten Suriyeli olarak, Esad rejimine silahsız ve masum olduğumuzu anlatmaya çalıştık. Tek isteğimiz haysiyetimizi korumaktı. Ancak katliamlar ve tutuklamalar devam ediyordu. Güne birlikte başladığın bir arkadaşının rejim tarafından öldürülmesi ya da tutuklanması çok acıydı. Bugün kime sıra gelecek diye bekliyorduk. İnsanların yardıma ihtiyacı vardı ve biz ölüm tehlikesi altında gönüllü olarak çalışmaya devam ettik.
Evet, tutuklandım. Askerler beni yakaladığında protestolardan birinde fotoğraf ve video çekiyordum. Üç ay tutuklu kaldım. Bu korkunç bir deneyimdi. Serbest kaldıktan sonra çalışmaya devam ettim.
Her şey kontrolden çıkmıştı. İnsan sevdiklerini kaybedince ümitsizliğe kapılıyor. Haklıydık ama çabalarımız sonuç vermiyordu. Olayların üzerinden üç yıl geçince ümitlerim tükenmeye başlamıştı.
Ümitlerim azalsa da ben doğduğum şehirde kalmak istiyordum. Ancak Ekim 2014’te, IŞİD şehri kuşatma altına aldı ve Suriye’den kaçmak zorunda kaldım. İlk önce Türkiye’ye sığındım. Çünkü bize kapılarını açmıştı. Birkaç arkadaşım Berlin’e gitmeyi planlıyordu. Ben de onlarla birlikte yola çıktım.
Üç arkadaşımla birlikte İzmir’den hareket ettik. Almanya’nın Dortmund kentine ulaşmamız 40 gün sürdü. Yunanistan ve Balkanlardan geçtik. O sıralarda Avrupa’ya geçmek nispeten daha kolaydı. Geri dönecek bir yerin olmadığını bilince ardına bakmıyorsun ve yolunda ilerliyorsun.
Hayır. Hepimizi farklı yerlere gönderdiler. Ben Horst’ta bir mülteci hostelinde kaldım. Küçük bir odada yalnız başıma iken tek yapabildiğim Suriye ile ilgili tüm haberleri endişe içinde okumaktı. Depresyona girmiştim.
Aralık 2014’te Berlin’e gittim. Orada bir gazeteci benimle röportaj yaptı. Daha sonra insanlarla tanışıp, çevre edindim. Çalışmalarımı beğendiler. 2015 yılında ilk sergimi açtım. Deutsche Kinemathek müzesinde de fotoğraflarımı sergileme imkanım oldu. Bu benim için büyük bir başarıydı.
Deyrizor benim doğup büyüdüğüm kent ve hayatımı hep orada sürdüreceğimi düşünmüştüm. Hiç başka bir gelecek tasavvurum olmadı. Birgün döneceğime inanıyorum ve bu özlemle yaşıyorum. Gittiğim zaman da ilk olarak Fırat nehrinin fotoğrafını çekmeyi isterim.
Fırat Nehri mutlu çocukluk günlerimi hatırlatıyor. Nehir kıyısında çok zaman geçirdim. Onun güzelliği fotoğrafçı olmamı sağlayan şeydir.
Bu soruyu cevaplamak çok zor. Aklıma yüzlerce kare geliyor. Tamamen yıkılmış olan kentin en işlek caddelerinden birinde işyerinin önünde çarezsizlik içinde çökmüş bir adam, arkadaşlarımı hatırlatan bir sokak, yıkıntıların arasında kalan bir çiçek. Fotoğrafların hepsi beni derinden etkiliyor.