|

Gidip dönmeyenler hikâyecisi

Eserlerinde mutsuzluktan, yenilgiden ve kayıplardan bahsediyor Elif Genç. Hep bir yenilen, bir giden var. Öyle ki, onun için ‘gidip dön(e)meyenler hikâyecisi’ desek abartmış olmayız!.

Hakkı Yanık
04:00 - 15/01/2023 Pazar
Güncelleme: 05:46 - 14/01/2023 Cumartesi
Yeni Şafak
Elif Genç.
Elif Genç.
Miladî 2022’yi bitirirken
Elif Genç’
in Ketebe’den çıkan
Düşünsene Hızır Bendim
’iyle
Yeryüzü Genişlerd
i’sini okudum. Dergâh’ın 335. sayısında yer alan
Kiraz
hikâyesiyle tanıştığımız Genç’in kısa bir künyesi var: 1986, İstanbul doğumlu, öğretmen. Ketebe’den iki kitabı yayımlanmış. İlk kitabıyla Türkiye Yazarlar Birliği Hikâye Ödülü almış (2018).

Yazarın mutsuzluk, yenilgi ve kayıpları merkeze alan çalışmaları iki ayak üzerinde yükseliyor: Hayat ve efsane. Dağılmış, parçalanmış aile yapısına ayna tutuyor. Hep bir giden var. O kadar ki Genç için ‘gidip gelmeyenler hikâyecisi’ desem abartmış olmam. Trajediyi hakkıyla aktarırken bir yandan da hafifçe tebessüm ettiriyor Genç. Bütün bunlara anlatım dilinin akıcılığını eklemek lâzım. Şeklî denemelerden, kurgu oyunlarından uzak duruluyor. Hikâyeler birbirine eklenerek ilerliyor. Yazar, sanki önünüze bir fotoğraf koyup, başlıyor anlatmaya.

Notlarıma geçmeden önce bir noktaya değineyim. Kitapların ön kapağında öykü yazıyor. Arka kapaktaki tanıtım yazısında ise hikâye.

Öykü serisinde çıkan hikâyeler! Dalgınlığa geldi herhalde.

İlk eserle devam edersek, güzel bir cümleyle giriş yapıyorum ‘Hızır’a: Anne bir dua idi... (s. 11). Arebesk Günler, hüzünlü olduğu kadar dramatik bir hikâye. Arabesk tarifi muntazam: ... gevezeleri değil suskunları anlatıyor (s.18). Sakın Kalbinle Sevme adlı metinde ‘hikâye nedir’ sorusuna dair ipuçlarıyla karşılaşıyoruz: Hikâyeler kaderimmiş, anlatmasam da birikiyor (s. 25). Anlatıcı aynı zamanda yolcudur: Yol benim, kader benim, alır başımı giderim (s. 26). Ulaktır hem de: Ulağım ben, ... hikâyelerle haber taşırım (s. 28). Ve gelinen nokta: ... anlatmak unutturmuyor, hatırlatıyormuş (s. 32).

Son günlerde Türkiye’de çok konuşulan ‘göç’ gerçeğine yabancı kalmıyor: Annem ... Musa’nın kulübesine baktı. Savaştan kaçıp gelen bir aile yerleşiyordu (s. 51). İnce bir ironiye sahip yazar. “Kız bana yürümüyormuş, bana doğru yürüyormuş” (s. 54) veya “Burslar halleri desteklemiyor” (s. 19) gibi.

İnsana dair, sağlam tespitler var: Eğer insanoğlu yalnızlığa alışmışsa ne kadar güçlü olduğuna inanırsa inansın ... zayıf bir mahluktur! (s. 91).

“Bütün kız çocukları bir gün babasını doğurur” (s. 37), “Odasında yılları biriktirmiştir babam” (s. 36), “... hiçbir çocuk tek başına ölmez” (s. 117), “... dünya yuvası olmayan herkese daracık” (s. 127) gibi güzel cümlelerini not almışım yazarın.

İkinci kitaba gelirsek, Genç’in devrik cümleleri dikkat çekiyor. “Hangi hikâyede kim olarak var olduğumu bile artık bilmiyorum” (s. 55) veya “... bir sonbahar fotoğrafı gibi annem belirdi” (s. 58). Yahut da, “Erkeklerimizin kanını toprak çarçabuk yutarken...” (s. 105). Bunun yanında noktalama işaretlerini kaldırmış yazar. Konuşmalar tırnakla yahut çizgi vs ile ayrılmıyor. Bu okumayı güçleştirir gibi gözükse de öyle değil.

Aile önemli: Eğer ailenize tutunamazsanız hayatta tutunacak çok az dalınız olur (s. 84). Aileniz yanınızdayken herşey kolaydır: Ailem yanımdayken ... yeryüzü genişlerdi (s. 98).

Sessizlik bu kadar tabiî anlatılır: Sessizlikle boyanan dört duvar (s. 99).

Kendi hikâye dili hakkında, “... birinci tekil anlatıcı ‘hakka’l-yakîn’dir benim için. ‘Ben dili’ hikâyeye kapılmamı sağlıyor” diyor Genç. Peki öğretmenlik avantaj sağlıyor mu? Cevap: Öğretmen olmam daha fazla aile tanımamı sağladı. Daha fazla gözlem yapma, düşünme imkanı veriyor. İnsanı daha iyi tanımamı kesinlikle olumlu etkiliyor.

Okuduğum 28 hikâye arasında, Kiraz başta olmak üzere Arabesk Günler, Nilüferlerin Arasında, Düşünsene Hızır Bendim, Yazıklar Olsun, Bir Ölümün Anıları..., Gitmek İçin Çok Düşünmedim, Bir Cezadır Her Yadigar, Kulaklarına Kadar, Tırnaklara Laf Yok ve Yeryüzü Genişlerdi hikâyelerini çok beğendim.

Düşünsene Hızır Bendim’in son hikâyesi bize öğütlüyor ki, dünya garip tezatlıklardan ibaret. Kendini bulmak (iyileşmek) için (bir yere) yerleşmek gerekiyor. Oysa yerleşmek gitmeyle mümkün. Zaten ne kadar gidersek gidelim dünya yuvası olmayan herkese dar!

Bizi ‘darlık’tan kurtaracak yeni hikâyeler, romanlar bekliyoruz Elif Genç’ten.

Bir söz

‘... Yazar kim ne der kaygısı taşımamalı ... Zulmedene zalim diyeceğim, bazı şeyler çok net çünkü. Kötülük, sevgisizlik çok net... Kendi kurduğum anlamla, koruduğum öz’le, yaşatmak, yarına taşımak istediğim gündemle şekillendiriyorum karakterlerimi. Bıçak gibi keskin gerekirse. … Sartre’ın da dediği gibi, “Yazar konuşan bir kişi’dir: O gösterir, kanıtlar, buyurur, reddeder, çağırır, yalvarır, söver, inandırır, aşılar.” Benim de yapmaya çalıştığım bu. ... kimi zaman işaret ediyor ya da gösteriyor, kimi zaman hissettiriyor ya da apaçık söylemeyi tercih ediyorum. Hayat gibi! ’

(Elif Genç, Onurhan Ersoy’un söyleşisinden, Post Öykü, 3 Ocak 2022)

Sahaflar Kitabı

Sahaflarla ilişkim zayıftır. Kendimi müdavim sayamam. Sahaflık dediğimiz türden kitapları biriktirme alışkanlığım da yok. ‘İnsanla insanın irtibatı’nı anlıyorum sahaf deyince. Moda deyişiyle: Sosyalleşmeyi.

Dergâh Yayınlar
ı’nın yayımladığı
Sahaflar Kitabı
’nı dokuz ay sonra okumak nasip oldu. 12 yıllık bir çalışmayla ortaya çıkan eseri, ilahiyatçı
Fulya İbanoğlu
ile tarihçi
F
iliz Dığıroğlu
,
İsmail Kara
ağabeyin yönlendirmesiyle hazırlamışlar. Dile kolay 12 yıl. Bu emeği ayakta alkışlamalı. Kitabı hazırlayan üç isim gibi gözükse de bu çalışmanın arkasında kalabalık bir ekip var. Yazı yazanlar, fotoğraf, evrak desteği verenler gibi.

Fotoğraflar konuşturulmuş sanki. Bu da değişik tat katmış esere. Kitabın dikişli olması, kağıda, baskıya özen gösterilmesi ayrıca güzel.

Yüzlerce insan ve hatıraya kapı aralayan çalışmada, ‘son İstanbullu sahaflar’dan sekiziyle konuşulmuş. Bunlar:
İsmail Özdoğan, İsmail Erünsal, Hilmi Merttürkmen, Lütfü Seymen, Emin Nedret İşli, Asuman Bektaş, Lütfi Bayer ve Bahtiyar İstekli.

Yeni nesil sahafların hikâyelerinin kayıt altına alındığı eserin ‘Sunuş’unda çok güzel bir sahaf tarifi var onunla başlayalım notlara: ... bazen bir yelkenli, bazen bir tekke, bazen de henüz keşfedilmemiş bir evrene dönüşen sahafın... (s. 6).

İsmail Kara ağabeyin girişteki yazısının son cümlesi enfes: Çayın kokusu da içerden geliyor, birazdan kendisi de gelir... Bir ahşap sandalyeye ilişiverin... (s. 26).

Kitabı okudukça derin ve değişik bir dünyaya adım atıyoruz. Aksakalıyla küfürlü, günahlı konuşanlar; 12 ciltlik ansiklopediyi cilt cilt çalmaya kalkanlar; dışarıdan bir eser getirirken ‘kaçakçılık’la suçlanıp tutuklananlar; çöplerin arasında evrak, kitap arayanlar; “Eve mobilya yaptırdım, sekiz metrelik rafım boş, buraya koyacak kitap istiyorum” diyenler...

İsmail Özdoğan’a göre para sıkıntısı her zaman sözkonusu: Aybaşı gelince para toplar, kirayı öyle verirdik (s. 34). Asuman Bektaş’ın ise feryadı şöyle: Ülkenin kültürünü, hafızasını hamur olmak üzere olan kağıtlar arasında arıyorsun (s. 286). Ne kötü.. ‘Hafızanız hamur oluyor, siz bir şey yapamıyorsunuz!

Lütfü Seymen’den not almışım (12 Eylül’le alâkalı): Ses kaydı alıp, röportajlar yaptım, defterler tuttum ama o defterler maalesef ’80 ihtilalinde diğer sol yayınlarla birlikte aile üyeleri tarafından banyolarda yakıldı (s. 166).

Notlar çok, lâkin herkes kitabı okuyup kendi notunu çıkarsın istiyorum.

Sahaflar Kitabı hem okumalık hem seyirlik. Araştırmacılar için de eşsiz bir kaynak.

Koca Râgıb Paşa
’ya kulak verelim:

Turfa dükkân-ı hikemdir bu kühen tâk-ı felek / Ne ararsan bulunur derde devâdan gayrı (s. 9).

#Elif Genç
#Düşünsene Hızır Bendim
#Yeryüzü Genişlerdi
#Sahaflar Kitabı
1 yıl önce