Genelde eylemlerde veya dayanışma gecelerinde sahneye çıktığımız için coşkulu eserler daha çok tercih ediliyor tabi. “Müslümanlar her yerde katlediliyor, zulüm görüyor siz ise böyle coşkulu eserler yapıyorsunuz!" şeklinde eleştiri aldığımız da oluyor. Şahsen sürekli acılarımızın tasvir edildiği eserlerin yapılmasını eksik buluyoruz. Evet, biz büyük acılar, trajediler yaşıyoruz. Suriye'de yaşanan vahşet başlı başına yeterli... Fakat şunu da unutmamak gerekiyor, biz Müslümanlar olarak her daim acı çeken, mağdur, ezilen ve sadece ağlayan insanlar değiliz. Aynı zamanda bize acılar yaşatanlara, zulmedenlere karşı kıyam eden, başkaldıran, mücadele eden, destan yazan, zafere yürüyen kardeşlerimiz de var.
2000'li yılların başında birlikte aynı öğrenci evinde kaldığımız, aynı fikri paylaşıp aynı eylemlere katıldığımız 3-4 arkadaşla karar verdik böyle bir çalışma yapmaya. Öğrencilik yılları zaman konusunda belki daha elverişli zamanlardı. Ama amatördük. Süreç içerisinde geçmişte camiamızda bu alanda emek verenlerin birikimlerine de yaslanmayı öğrenerek ve bizzat sahnelerde tecrübe edinerek daha kurumsal bir hale geldik.
Dünya Müslümanlarının gündemlerini birebir takip ettiğimiz için yoğunluğumuz da buna göre değişiyor. Böyle dönemlerde çalıştığımız diğer işlerimizi ciddi manada ihmal etmek durumunda kalıyoruz. Hepimiz hayatımızı devam ettirebilmek için farklı iş kollarında çalışan insanlarız. Aynı şekilde bu dönemlerde ailemizi de ihmal etmek durumunda kalıyoruz. Örneğin 2009'da Gazze yaşanan Furkan Savaşı, Mavi Marmara süreci, Suriye'de yaşanan vahşet ve direniş, Mısır'daki darbe, hakeza 28 Şubat süreci henüz devam ederken verilen başörtüsü mücadelesi gibi dönemler en yoğun olduğumuz dönemlerdi
Rabia sürecinde Saraçhane Parkı başta olmak üzere 25-30 civarında canlı konserimiz oldu. Çoğu 2 ay içerisinde ve peş peşe gerçekleşti bu programların. Biz bundan şikayet etmiyoruz elbette. Bilakis İslam coğrafyasındaki direnişlerin dirilişlerimize vesile olduğunu düşünüyoruz. Duyarlılıklarımız her daim bu tempoda devam etmeli. Böyle süreçlerde eşlerimiz, çocuklarımız, iş arkadaşlarımızın anlayışına sığınıyoruz. Gösterdikleri anlayışa da teşekkür ediyoruz.
Maddi anlamda arkamızda tabi ki bir holding yok. Albüm çalışmasına başladığımız zamanlar maddeten en zorlandığımız zamanlar oluyor. Teknik anlamda ciddi maliyetler içeren albümler hazırladığımızı düşünüyoruz. Ekonomik anlamda yıpratıcı bir süreç oluyor bu nedenle. Grup mensuplarının kaldırabileceği bir yük değil bu. Grup Yürüyüş'ün yaptıklarını gönülden destekleyen bazı arkadaşlarımızın destekleriyle albümlerimizi çıkardık. Bizim temel sorunlarımızdan biri dağıtım sorunu. Gittiğimiz konserlerde 'albümlerinizi bulamıyoruz' sitayişleriyle karşılaşıyoruz. Genelde bizi internet üzerinden tanıyıp dinliyorlar ancak birçok şehre dağıtamadığımız için albümümüze ulaşamıyorlar. Konserlere gittiğimizde yanımızda götürüyoruz artık. Dayanışma geceleri ya da yardım amaçlı salon programlarının önemli bir kısmından da sponsorları yoksa masraflarımız dışında ücret talep etmiyoruz.
Bu, bizim Müslüman kimliğimizle ilgili. Bir derdimiz var. Vahiy tek bir kişiye inmiyor, bir topluma iniyor. İslam dini toplum olarak yaşanabilen bir din ve biz bu toplumun bir parçasıyız. Ve bir mesajımız var. Aynı şekilde sanatın da toplumsal bir karşılığı var, toplumdan bağımsız değil. Sanat için sanat anlayışını savunmuyoruz, aksine mesaj içermeyen, bir şey anlatmayan bir sanatın sanat olamayacağını ifade ediyoruz. Yaptığımız işle, müzikle 'yaşadığımız an'a şahitlik etmeye çalışıyoruz.
Bizim camiamızın içinde sayıları çok fazla olmasa da müzmin muhalifler var. Her şartta muhalif duran, kendilerine 'Devrimci Müslüman' sıfatını layık gören bu kesimin birkaç itirazı hariç olumsuz bir tepki almadık 'Ağaç Kurdu' için. Basit bir ortamda kaydedilip sadece internet ortamında yayınlanmasına rağmen gittiğimiz konserlerin çoğunda en çok istenen şarkılardan biri oldu. Yayınlandığında sosyal medyada da ciddi yankı uyandırmıştı.
'Paralel Şarkı' için ise çok az da olsa bizi değişmekle, yandaşlıkla suçlayanlar oldu. Biz ilk günden beri Siyonizme, Emperyalizme, İslam dünyasındaki diktatörlüklere ya da ülkemizdeki baskılara, darbe süreçlerine, laik yaşam tarzını dayatanlara şarkılarımızla eleştirilerimizi ortaya koyduk. Paralel Şarkı ile ilk kez Müslüman bir camiayı eleştirmek durumunda kaldık. Durumunda kaldık diyorum, çünkü bu üzücü bir şey. 'Madem üzücü niye yaptınız' diye sorulabilir. Göstergeler, yaşananlar 'paralel yapı' denilen camianın, yaptıklarıyla İsrail'e ve Amerika'ya hizmet ettiğini ortaya koyuyor. Camiayı topyekûn itham altında bırakmak istemeyiz ama Gülen camiasının durduğu nokta ümmete zarar veriyor. Paralel Şarkı'da özellikle dinlemeleri, Suriye'ye yardım götüren tırların engellenmesini, 28 Şubat sürecine teslim olan ve Mavi Marmara'da 'otorite' söylemini dillendirenlerin AK Parti iktidarında aslan kesilmelerini eleştirdik, kızgınlığımızı dile getirdik. Mesela telefonların dinlenerek mahremiyetlerin çiğnenmesini nereye koyacaksınız? Mavi Marmara şehitlerinin aileleri hangi amaçla dinlenir? Kendisine Müslüman diyen biri bunu açıklayabilir mi? Dinlemelerde elde edilen verilerin İsrail ve ABD'ye iletilmediğinden ne kadar eminiz? Biz bunu sormak zorundayız. Bu sorulardan hareketle -isteyerek ya da istemeyerek- Gülen camiasının zalimlerin siyasetine hizmet etmediğini gönül rahatlığıyla söyleyebilir miyiz? Dolayısıyla nasıl diğer şarkılarımızla direkt ümmete kast edenleri hedef aldıysak burada da aynı kaygıyla hareket ettik.
Şarkı daha yeni yayınlandı sayılır. Özellikle sosyal medyadaki yorumlara baktığımızda yine basit bir ortamda alelacele kaydedilmesine rağmen büyük oranda benimsendiğini ve sevildiğini görüyoruz. Tabi ki tepkiler de aldık. Ancak bunların önemli bir kısmı iftira ve hakaretten ibaretti. Bunun dışında hitap ettiğimiz kesimlerden ciddi ve olumsuz bir tepki almadık.
Özellikle ideolojik temellerle müzik yapanlarda ya da onları değerlendirenlerde şöyle bir algı var: 'Sanatçı her zaman muhalif olmalıdır!' Ben bu yaklaşımın sorgulanması gerektiğine inanıyorum. Var olan süreç insanlığın yararına bir süreçse sanatçı neden muhalif olsun? Ağaç Kurdu veya Paralel Şarkı'ya yönelik zayıf da olsa bu tarz eleştiriler geldi. Yandaşlıkla suçlandık. Biz bu yargıyı doğru bulmuyoruz. Ne olursa olsun, kimi politik adımlar insani ve halkın desteğine de mazhar olsa 'biz muhalifiz' demek seçkinci bir kaygıdır. Enteresan şekilde bunu da halkçılık maskesi altında sunabiliyorlar. Özellikle cumhuriyetin kurucu felsefesine sinmiş 'halka rağmen halk için' tavrı, solcu, laik kesimlerin sanat eserlerine de yansıyor. Kemalist iktidarlar döneminde hatırlanmayan 'Sanatçı muhalif olmalıdır' anlayışı muhafazakâr-dindar söylemlere sahip bu iktidar döneminde şiarlaştırılıyor. Bizim bu şarkılarla vermek istediğimiz mesaj şuydu: Mevcut iktidar hak ve özgürlükler lehinde halkın da benimsediği adımlar atıyorsa bunu 'Sanatçı her durumda muhalif olmalıdır' söylemine neden kurban edelim? Mesela halkın büyük bir çoğunluğu başörtüsü yasağına karşı… İktidar da bunu serbest bırakıyorsa, halk kardeş kanının akmasına karşı ve çözüm süreci başlatılıyorsa, bütün bunlar hak ve özgürlükler alanını genişletiyorsa neden muhalefet edelim? Elbette bizim de hükümete yönelik eleştirilerimiz var. Oldu, olacak. Ama bu olumlu gelişmeleri yok saymak ve her şartta muhalefeti devrimcilik sanmak adalet değildir. Halkın benimsediği, inancıyla barışık bir siyasi hava varsa biz bunu destekleriz.
.
Çocuğunun cansız bedenini kucağına almış bir anneden, Mısır'da göğsünü tanklara siper ederek meydanları terk etmeyen milyonlardan ilham alıyoruz. Basit silahlarla Esed'in bomba yağdıran uçaklarını hedef alan mücahitlerden, yasaklara, baskılara, 'furuattır' fetvalarına rağmen meydanları terk etmeyen başörtülü kardeşlerimizden, duvarlara 'hurriyya' yazdıkları için organları kesilen Suriyeli çocuklardan, ağır kuşatma şartlarına rağmen Gazze'de direnişi tek seçenek gören gençlerden ilham alıyoruz. İdam sehpalarında sarıklarıyla sallanan âlimlerimizden ilham alıyoruz. İkinci albümümüzde yer alan 'Kuyu' ve son albümümüzde yer alan Uludere çalışmalarıyla vurguladığımız gibi yargısız infazlara uğrayıp kaybedilenlerden, hiçbir suçu olmadığı halde üstlerine bombalar yağdırılarak katledilen gencecik insanların öldürülmesinden ilham alıyoruz. Bu katliamlara, zulümlere, haksızlıklara karşı susamayız, bunları gündeme taşıyoruz, suçluların yargılanmasını istiyoruz. Bu olaylara karşı sergilenen sessizliğe, vurdumduymazlığa da isyan ediyoruz. Reel politik yaklaşımlara, duygusuzluğa kahrediyoruz. Kendi içimizdeki tepkisizliklere de itirazlarımız var.
Suriye'de yaşanan süreç bizim için çok sarsıcı oldu. Yakın dönemde hem de bu kadar yakınımızda kitlesel katliamların yaşandığına tanıklık etmemiştik. Yüz binlerce insanın katledildiği, milyonlarcasının evlerinden yurtlarından edildiği acı bir süreçten bahsediyoruz. Gözlerimizin önünde şu çağda insanlar uçaklarla, tanklarla, sniperlerle korkunç bir şekilde katlediliyor. Ve dünya sadece izliyor. Fakat bu süreci sarsıcı kılan tek sebep bunlar değil. En kötüsü de kimi Müslümanların sessizliği... Küresel sistemin duyarsızlığı belki anlaşılabilir. Reel-politik gerekçelerle yaşanan vahşete kayıtsız kalanların veya temellendirilmemiş kaygılar ve iftiralarla Suriye direnişini lekelemeye çalışanların, katliamlardan önce aynı ortamı paylaştığımız kişiler olmasından daha yaralayıcı ne olabilir ki? Beraber eylem yaptığımız, marşlar okuduğumuz insanların içinden bile bu süreçte korkunç tavır takınanlar oldu. Suriyeli kardeşlerimizi, çocukları, kadınları terk ettiler.
Suriye için bir değil, onlarca, yüzlerce albüm yapmak gerekir. Gezi sürecine bakıyorsunuz birkaç yerde yapılan birkaç gösteri, toplam bir aylık bir süreç belki. Ama bunun edebiyatına, gündemine, ortaya koyulan çalışmalara bakıyorsunuz şarkılar, kitaplar, belgeseller, filmler… İslam tarihinde sahabelerin hayatlarına baktığınızda gördüğünüz tablolar vardır ya, neredeyse bu tablolarla her gün karşılaşmak mümkün Suriye'de. Bunlar yaşanıyor fakat bizde bir karşılığı yok. Bunca yaşananlara rağmen eline bir kalem almamaya, bir bağlama-gitar almamaya, bir kamera alıp yollara düşmemeye sebep ne olabilir diye soruyoruz. Bunun hiçbir cevabı yok. Bu yaralayıcı tepkisizliğe bir isyandır aslında 'Hurriyya'. Özgür Suriye bayrağı da bu direnişin içinde doğan bir simgedir. Büyük bir saygıyı hak ettiği için albümün kapağında yer almıştır.
.
Grup Yorum'la daha önce ortak platformlarda bir arada bulunduğumuz, hatta aynı sahneyi paylaştığımız oldu. Fakat özellikle 27 Nisan muhtırasından sonra ve Cumhuriyet mitinglerinde doğru bir yerde durmadılar. Farklı ideolojik kulvarda olduğumuzun farkındaydık ama anti-emperyalist tepkilerde, Filistin, Irak direnişi, başörtüsü yasağı ve F Tipi cezaevi karşıtı etkinliklerde aynı ortamları paylaştığımız olmuştu. Grup Yorum, sanatının yanı sıra verdiği mücadeleyle de öne çıkan bir gruptu. Ciddi bedeller ödedi, güzel eserler ortaya koydu. Fakat ulusalcı yaklaşımlarını öne çıkartmaya başladığı 2007'den sonra aynı ortamda bulunmadık.
Özgürce ilk açık hava konserlerini verdikleri ve çokça nemalandıkları AK Parti iktidarı döneminde ortaya koydukları muhalefetin rengini daha sonra ulusalcı, darbe planlayıcılarına göz kırparak değiştirdiklerini sadece biz söylemiyoruz. Sol-sosyalist kesim içinde de Grup Yorum'un bu değişimine yönelik eleştiriler yapıldı. Halkın desteğiyle seçilmiş mütedeyyin bir iktidarı hazmedemediler. Suriye sürecindeki duruşları ise Grup Yorum'un, halkını katleden bir zalimle yan yana tasvir edilmesine yol açtı. Bir iki istisna hariç sol kesimlerin tümü Suriye'de direnen halkın karşısında yer aldı. Esed rejimini desteklediler ama buna anti-emperyalizm kılıfı giydirdiler. Grup Yorum, Suriye süreci başladığından beri olumsuz yönde tavrını en net ortaya koyan gruptu. Net bir şekilde çıkıp Esed'i desteklediğini açıkladı. Suriye'de Esed posterleriyle verdikleri konser bu açıdan bizi çok şaşırtmadı. Çok üzücü tabi, muhalif duruşu sebebiyle birtakım bedeller ödemiş, halkların yanında olduğunu iddia eden bir grubun Suriye'de iktidarın, hem de halkını katleden bir iktidarın yanında durması. Ve onların kurtarılmış bölgesinde böyle bir konser vermesi hakikaten utanılacak bir şeydi. Bu utanç verici sahneyi görmeyi tabi ki istemezdik.