|

Gümüş sakal

Davudî sesi, insanı yürekten yakalayan bakışları, arada bir sıvazladığı gümüş sakalı ve düzelttiği perçemiyle hep gözümün önünde Nusret Özcan. Yüzünde tebessüm, elinde kitaplar, dilinde duâ ile..

Hakkı Yanık
04:00 - 15/06/2023 Perşembe
Güncelleme: 01:34 - 15/06/2023 Perşembe
Yeni Şafak
Nusret Özcan.
Nusret Özcan.
Nusret Özcan’ı resmeden en güzel metinlerden biri kanaatimce Mustafa Kutlu’nun 09.01.2008’de Yeni Şafak’ta yayımlanan, “
” başlıklı yazısıdır. O yazının bizi tesir altına almasının sebebi her satırında Nusret Özcan’ı görmemizi sağlayan samimiyettir.

Nusret ağabeyle İLESAM’da tanıştık. Ben o yıllarda Dergâh’ta çalışıyordum. İLESAM, (Erenler’le birlikte) kalabalığı hiç azalmayan günlerini yaşıyordu. Muhittin’in elinden içtiğimiz çayın ve Hilmi amcanın (Oflaz) çıkınından nasiplendiğimiz nevalenin tadı hâlâ damağımda. Bir de konuşmalara karışan tütün dumanı, nargile kokusu, kahkahalar, sataşmalar... O yıllarda, gazetede de görüşmeye başladık. Derken uzun bir mesai arkadaşlığımız oldu.

Değişik bir insandı Nusret ağabey. Samimiydi. Çabuk celâllenirdi. Vakurdu hem. Sohbetin hakkını verirdi. “Şimdiiii, efendim...” diye başlar, muhabbetiyle muhatabını çevrelerdi. Davudî sesi, insanı yürekten yakalayan bakışları, arada bir sıvazladığı gümüş sakalı ve düzelttiği perçemiyle hep gözümün önünde. Yüzünde tebessüm, elinde tütün ve kitaplar, dilinde duâyla âniden çıkıp gelecek gibi.

Sokak Sesleri yayımlandığında bana ayırdığı kitabın üçüncü sayfasına, “Yüreğimin sesini duyman dileğiyle” yazıp imzalamıştı. Yüreğinin sesi tabii ki Eyüp’ün, İstanbul’un sesiydi. Vefatından dört yıl önce yayımlanan eseri yeniden okuma fırsatı buldum. Bazı kitaplar çok okumalıktır. Bu da onlardan.

Özcan, yazarlığı, öğretmenliği ve gazeteciliğinden izler taşıyan eserinde hayat üslubunu ve bu üslubu inşa eden merak, arayış ve hassasiyetlerini yansıtıyor. Gündelik hayatımıza ayna tutan, bu hayatın tarihini kayıt altına alan bir eser Sokak Sesleri. Bahse konu sokaklarda Anadolu’nun dört bir yanından gelip İstanbul’da buluşmuş birkaç nesil(in ortak duygusu) var. Endişelidir, üzgündür, şöyle haykırır: Önce sokaklar kayboldu. O çığlık çığlığa, kızlı erkekli bir yığın çocuğun gün boyu doldurduğu toprak sokaklar. Oyun esnasında koşarken düşüp dizlerimizi, dirseklerimizi yaraladığımız, yırtılan gömlek ve pantolonumuz yüzünden annemizden bir sürü azar işittiğimiz toprak sokaklar(s. 302).

Kitapta bahsedilen günler değişimin çok hızlı ve belirgin yaşandığı günlerdi. Birçok mesleğin İstanbul sokaklarında izler bırakarak kaybolduğu zamanlardı. Ev, bahçe, sokak ve mahalleler değişiyordu. Ritüeller değişiyordu. O yıllarda ilkin radyo, ardından televizyon girdi hayatımıza. Sonra bu değişim ve dönüşüm dijital çağa gelip yaslandı. Bilgisayarlar ellerde oyuncak haline geldi. Dünya küçülüp cep telefonlarına, saatlere girdi.

Bütün bunlar yaşanırken bir Eyüp çocuğu olan Nusret Özcan’ın yılları Divanyolu boyunca sıralanan mekânlarda geçti. O hep dağarcığında insan ve mekân biriktirdi. İLESAM’da, Erenler’de, Sahaflar ve çevresindeki kitapçılarda bir yeri vardı. Camilerde, mescitlerde, çay ocaklarında.

Bir gönül adamıydı rahmetli. Öğretmenliği, şairliği, tiyatroculuğu, yazarlığı, radyoculuğu, dergiciliği ve gazeteciliği vardı. En ziyade de dostluğu. Şimdi bir yetim gibi kıyıda köşede kalan kitapları yeniden basılmayı bekliyor. Özellikle de Sokak Sesleri.

Kitabın yayımlandığı tarihte kendisiyle bir söyleşi yapmışım Dergibi için (23 Nisan 2003). O konuşmada, Eyüp ve İstanbul’u şöyle anlatmış: Eyüp; dünya maceramın başladığı, maneviyatımın, imanımın, kişiliğimin derinlemesine oluşmasına vesile olan övünç kaynağı ruh ve madde mekânı... İstanbul; yaşamak için başka hiçbir yeri düşündürtmeyecek kadar beni fena etmiş yurdum. Özcan bu sohbette, kitabın sonundaki Yâd-ı Mâzî başlıklı bölümün, Ayşe Kalyoncu ve Fikri Cumhur vesilesiyle ortaya çıktığını belirtmişti. Bu kısım için, “... albüm bölümü bir anlamda akide şekeri gibi oldu” değerlendirmesini yapmıştı.

Okurken birkaç yazı daha yazmayı gerektirecek kadar not almışım kitaptaki metinlerden. Hepsini aktarmak mümkün değil. Sadece Özcan’ın harika ‘mevsim’ tanımlamalarını alayım: Kış vefasızdır; birden terkeder(s. 15), Yaz ... güzelliğinden emin sarışın bir dilâradır(s. 29) ve Sonbahar biraz sinsidir(s. 55).

Nusret ağabeyin eşsiz eserini okurken hem onun ‘yüreğinin sesini duymaya’ hem de söylediklerini anlamaya çalıştım. Eski günleri, Özcan’ın içtenlikle andığı Eyüp’ü, İstanbul’u tekrar görür/yaşar gibi oldum. Keşke elimizin altında bu eserin benzerleri olsa.

Vefatının 16. yılında rahmetle andığım ve gittiği yerden bize duâlar göndermesini umduğum Nusret Özcan hakkında detaylı bilgi sahibi olmak isteyenler, Ekrem Ayyıldız’ın hazırladığı Hayy’dan Hû’ya Nusret Özcan (Buzzağı Yapım, 2007) kitabına bakabilirler. Nur içinde yat ağabey!..

Bir şiir: Sesin
Sesin karlı buzlu kış geceleri / Keskin ayazlar sesin / Dağların doruğunda uğuldayan bir rüzgâr / Buz tutmuş aynasında yapayalnız göllerin / Titreyen ayışığı / Yüzyıllar ötesinden elenir gelir sesin / Ve karanlıklar kadar derin / Öyle meçhul, öyle kimsesiz / Bildik bir hikâyeyi fısıldar / Öleceğiz... Öleceğiz.

(Nusret Özcan, Dergâh, Mayıs 1996)

Erguvan kokulu şair

Erguvan, Nişanyan Sözlük’te, “Kızılımsı mor çiçekler açan bir ağaç, kızılımsı mor renk” olarak tarif ediliyor. Aslında bir renk ismi. İsmi rengi yani. (İsmail Karakurt’un alanına girdik!) Tarih boyunca birçok şairin şiirlerini süslemiş erguvan. Edip Cansever, Yahya Kemal ve A. Hamdi Tanpınar bunlardan bazıları. Oysa şöyle söylemiş A. Süheyl Ünver: Erguvana şiir söyleme, anlatamazsın. Kendisi şiir. Gör ve duy, kâfi.

Erguvan sevdalıları, nerede çiçeğe durmuş bir ağaç görseler onunla konuşup hâlleşirler. Rahmetli şair (Osman) Olcay Yazıcı da çiçeğe durmuş erguvanlardan yükselen rayiha ve tılsımlı sesi duymuş olacak ki kitabının ismini Erguvan Uğultusu (Boğaziçi Yayınları) koymuş.

Benden 12 yaş büyük olan ve tanıma bahtiyarlığına eriştiğim Yazıcı, Trabzonludur. İlk şiirini 20’sinde yayımlatır. 1984’te gazeteciliğe başlar ve Türkiye gazetesinde 10 yıldan fazla çalışır. Kısa bir süre, Türk Edebiyatı dergisinin yazı işleri müdürlüğünü yürütür. Daha birçok kurumda görev yapan Yazıcı, 1982’de Çocuklar Vatanında Büyüsün adlı hikâye kitabıyla Türk Edebiyatı Vakfı Ödülü’nü alır. 12 Eylül 2010’da kalp krizi geçirerek hayata veda eder.

Şairin ilk şiir kitabı olan Erguvan Uğultusu’nun arka kapağına Yazıcı’nın gençlik zamanlarından bir fotoğraf konulmuş, elde tütün. Mustafa Çoban’ın çektiği fotoğrafın altındaki yazıda, “Şiirin durgun sularını yeniden dalgalandırıyor” deniyor şair için.

Şiirin ‘disipline edilmiş söz’ olduğunu düşünen ve serbest şiire sıcak bakmayan Yazıcı, ‘hececi’lerden. Şiiri Necip Fazıl şiirine akraba. Hemen her satırda bu akrabalıktan izler var. Birkaç dizeye bakalım: Mıhladım çığlıkları / Kanın gökkuşağına...(s. 32), Göğsümüzün ortasında aşk nişanesi bıçak, / Buz tutmuş aynalarda kan tütüyor sımsıcak!..(s. 49), Yumuşak bir inişle / Yere konar kartalım... / Beni bende yok eder: / Ölüm gibi bir ‘çalım’!..(s. 53). Birçok şiirinde yaşadığı döneme ağır eleştiriler getiriyor şair. ‘Eski’ye olan özlemini açık etmekten de çekinmiyor.

Okumalarım sırasında, “Atının terkisinde terlen güller...”(s. 11), ... bir hüzündür Süreyya...”(s. 17), “Zamanı sürekli yenileyen gül,”(s. 21), Tara saçlarını gün nefes alsın (s. 22), “Göğsündeki yaradan, / Gül üretir Yaratan!”(s. 28) ve Emine kız mor şafakta / sahile bir gül salar. / ve yazar yaprağına: / yâre verin dalgalar!..”(s. 55) dizelerinin altını çizmişim.

Edebiyatımızın Beyaz Kartal’ı Bahaettin Karakoç’un kitabın sonuna konulan Yankılar bölümündeki tespitiyle bitireyim: Olcay Yazıcı, şiirde başa güreşecek bir şairdir(s. 69); vesselâm!.

Uyuyan bebek biblosu Nusret ağabeyin masasında dururdu. Vefatından sonra Emeti Saruhan’a, Emeti’den de bana geldi. Şimdi benim kitaplığımda uyuyor.

#Nusret Özcan
#Olcay Yazıcı
#Erguvan Uğultusu
1 yıl önce