|

Hastalık günleri sanata dönüştü

Ebru Uygun’un “Hayatı Odalara Böldüm” adlı sergisi ebru sanatını üç boyutlu haliyle yorumluyor. Çocukluk yıllarından beri çeşitli hastalıklarla mücadele eden sanatçı, bu süreçte yaşadığı odalara atıfla sergisini kurguluyor.

Seray Şahinler Demir
04:00 - 17/01/2021 الأحد
Güncelleme: 19:31 - 16/01/2021 السبت
Yeni Şafak
Ebru Uygun: Bütün eserlerim ağırlıkta küp; farklı boyutlarda küpler, farklı renklerin ahengi ve ben bunu hayat hikayem olarak yorumluyorum.
Ebru Uygun: Bütün eserlerim ağırlıkta küp; farklı boyutlarda küpler, farklı renklerin ahengi ve ben bunu hayat hikayem olarak yorumluyorum.

Sanatçı Ebru Uygun, Hayatı Odalara Böldüm adlı yeni sergisini dijital ortamda izleyiciyle buluşturdu. Uygun, Akaretler Sıraevler’de boş bir mekana, özel bir uygulama aracılığıyla yerleştirdiği yapıtlarını izleyiciyle deneyimlemeyi amaçlıyor. Serginin ilgi çeken yanlarından biri, klasik sanatlarımızdan Ebru sanatının üç boyutlu olarak hazırlanması. Sergide kurulan dijital zemin sayesinde 2 boyutlu bir ekran aracılığıyla 3 boyutlu deneyimle gerçeklik ve illüzyon kavramları eşliğinde bir tur yapıyorsunuz. Sergiyi gezerken tüm yapıtların 6 yüzeyini görebiliyor ve tüm desenleri detaylıca inceleyebiliyorsunuz.


Ebru Uygun, uzun yıllardır kronikleşen hastalıklarıyla mücadele ediyor. Bu süreçte sanata tututan 2001 yılında ağır ameliyatlar geçiren ve Akdeniz Ateşi hastalığıyla mücadele eden Uygun, bir süre yürüyemez ve konuşamaz hale geldi. Sanatın gücüne sığınan Uygun ile hem pandemi sürecini hem ebruya yeni bir yorum getirdiği “Hayatı Odalara Böldüm” sergisini konuştuk…


-Hayatı Odalara Böldüm sergisinin çıkış noktası neydi, nasıl şekillendi?

Bütün eserlerim ağırlıkta küp; farklı boyutlarda küpler, farklı renklerin ahengi ve ben bunu hayat hikayem olarak yorumluyorum. Özellikle pandemi sürecinde bunu çok daha iyi fark ettim. Çocukluğumda geçirdiğim rahatsızlıklardan dolayı çoğu zaman odalarda yaşamak zorunda kaldım. Bazen bir hastane odasında, bazen evimizde bir odada; odalar farklı mekanlarda olsa da adı üzerinde “oda”. Bütün hayatım bu odalarda geçti; içinde bulunduğum pek çok proje ve yoğun çalışma temposunun da getirisi olan başarılarım da bu odalarda şekillendi. Şimdi dönüp baktığımda fark ediyorum ki ben odalarda hayat buldum ve odalarda yaşıyorum. Üzüntümü, mutluluğumu, sevincimi; benim için her şey odalarda. Hepimiz gibi esasında. Bu küpleri yapmaya başladığımda da her birinde, yaşadığım her odanın hikayesini anlatmaya başladım, bu yüzden küplere hayatımın kesitleri diyorum. Hayat bulmam, yaşamımın şekillenmesi, gidişatım kısacası benim tüm hayatım odalara bölündü.


YAŞANMIŞLIKLARI AKTARIYORUM

-Her oda hayatın ayrı bir bölümü gibi, ve bunun ebru üzerinden temsiliyeti yapılıyor. Kurguyu nasıl yaptınız? Bu noktada sözünüz neydi?

Evet, hayatın ayrı bir bölümü esasında çok doğru söylediniz. Dikkat ederseniz hepsinde farklı renkler ve zıt renklerin de birbirleriyle olan ahengi var. Ben bu zıt renklerin uyumu ile yaşadığım süreci bir şekilde anlatmaya çalışıyorum. Ebru tekniğini kullanarak modern malzemelerle yaşanmışlıklarımı aktarmaya çalışıyorum. Daha çok renkle ve o renklerin birbirinin içine girişlerini yaşadığım, o odadaki heyecanın inişleri ve çıkışları ile bağlantılı olacak şekilde kurguladım. Özetlemek gerekirse; mesela kırmızı üzerinde sadece sarı ve beyaz tonlarını gördüğümde heyecanlıysam bile çok çabuk sakinleşebiliyorum. Beni heyecanlandıran sarıyı gördüğümde ışığı da görüyorum ve bu benim o yolculuğa çıkabileceğimi hissettiriyor. Aynı zamanda beyazı görüyorum ve beyaz beni alabildiğine sakinleştiriyor, rahatlatıyor. Yani kısaca her odada renklerin ve renklerinin birbirine girişinde o hikayeyi anlatmaya çalışıyorum.

-Sergide küplerden oluşan yapıtlar karşımıza çıkıyor. Her yüzey başka bir şeyi anlatıyor gibi. Bu çok boyutluluk hali, izleyiciyle nasıl konuşuyor?

Haklısınız, sergi yapıtlarının her biri kendi görsellikleri içinde farklı imgeler yaratıyor. Fakat aynı küpe ait bu yüzeyler birbirlerinden bağımsız düşünülemez. Aralarındaki bağ, imgenin bir yüzeyden diğerine akışı, gözü; tüm yüzeylerde tek parçadaymışçasına takip ettiriyor. Bunu kompozisyonun odaksızlığı ile sağlıyor. İzleyicim; her küpte, tek bir hikayeyi, birçok yüzeyde, bir bütün halinde görerek çoğul anlamlar yakalayabilsin diye. Dışavurumcuların üretimlerinde çoğunlukla bir ögeyi ön plana çıkarmadan izleyicilerine parçayla bütünü anlatan yaklaşımına benzerlik taşıyor.


Gerçeküstü bir gerçeklik peşinde

-Pandemiden dolayı sergiyi dijital ortamda sunuyorsunuz. Serginin dijital ortamda oturduğu zemin, gerçeklik ve illüzyon kavramlarını da sorgulatıyor. İki boyutlu ekranda üç boyutlu bir deneyim söz konusu. Hem Ebru gibi klasik bir sanat hem bu yeni sanat pratiklerinin buluşması ne ifade ediyor sizce?

Üretimimde 3. boyuta geçtiğim yılın yarısında, sanatın sergilenmesi de başka bir boyuta geçti. İyi ya da kötü olarak değerlendirmeden, boyut üzerine düşünelim o halde. Dijital sergi deneyimi ‘hayatı odalara böldüm’ sergisi üzerinde gerçek bir mekanın, fiziksel olarak orada bulunarak dijitale aktarılması ile oluşturuldu. Bu var olan mekanda, var olan fakat mekana dijital olarak yerleştirilen her bir yapıtın bütün yüzeylerini görebildiği gerçeküstü bir ‘gerçeklik’ peşinde. Chita ekibi, sergi izleyicisinin telefonu ile yaşadığı deneyiminde ve teknolojisinin harekete duyarlılığına benzer bir yaklaşımı yakalıyor adeta. Bu eşine rastlamadığımız bir gözlüksüz 3d deneyimi. Ben de bu detayları serginin hazırlık sürecinde öğrendim. Ve önümüzdeki süreç bu teknolojilerin sanatın algısı üzerindeki etkisinin gücünü kavramamızı gerektiriyor. Hem seyirci hem kullanıcı olarak…


-Siz de çocukluğunuzdan beri kronikleşen hastalıklarla mücadele ediyormuşsunuz. Pandemi sürecini “insanın bir tezahürü olarak kurduğu her tür ilişkinin askıya alınması, ’Hastalanmamaya’ çalıştığı bu süreci, ‘özgürleşmeye’ yönelik derin bir gereksinim duyduğu noktaya taşıdığını” söylüyorsunuz. Nasıl yorumluyorsunuz yaşananları? İnsanın kendine dönüşünü yaşıyoruz aynı zamanda…

Kesinlikle, çünkü esasında hepimiz bir kapanışı yaşıyoruz. Bu bizim için, bana göre çok büyük bir hediye, çünkü bahsettiğiniz gibi özgürleşebildiğimiz bir hediye. Neden böyle tanımlıyorum; benim de sergimle çağrışım yaparsak, odalara hayatımı böldüğümde bahsettiğim gibi her odada kapandığım o süreci, (bazen 1 sene, bazen 3 ay, bazen 6 ay) hep bir farkındalıkla ortaya çıkabildim. Bir yenilikle, bir yaratıcılıkla ortaya çıkabildim. Çünkü o zaman bana ait bir alan ve zamandı. Şu anda hepimizin yaptığı gibi aslında hepimizin rutin şeylerin dışına çıktığımız bir süreç. Rutinin dışına çıktığımızda da kendimizi dışarıdan gözlemleyebileceğimiz bir dönemdeyiz. Bu dönemi de doğru değerlendirebilmek gerekiyor. Bazıları diyor, birçok şeyi fark ettim, sanatla yoğunlaşmaya çalıştım, ailemi ve sevgiyi fark edebildim gibi... bu özgür kalmaktan kaynaklanıyor. Özgürleşmek derken, nefes alabildiğimiz ve kendimiz daha iyi sorguladığımız bir süreç demek istiyorum.

Her şey çocuklar için

Çocukluk yıllarından itibaren farklı hastalıklara mücadele eden Uygun, 2001 yılından sonra 3 yıl boyunca üst üste çok büyük ameliyatlar geçirdi. Bir yandan Akdeniz Ateşi (FMF) hastalığıyla mücadele ederken bir yandan da Türkiye’nin neredeyse her yerini dolaştı ve okumak isteyen ama imkanları olmayan çocuklara ulaştı. Uygun aynı zamanda Tüvana Okuma İstekli Çocuk Eğitim Vakfı (TOÇEV)nın kurucusu. 1994 yılında 5 çocukla başlayan serüven, şu an milyonu aşkın çocuk ile devam ediyor. 2005 yılında, hayata geçirdiği “Yaşasın Okulumuz” projesi köy okullarını onarımını sağlayan bir çalışma.

#Hastalık
#Sanat
٪d سنوات قبل