Dolapdere'de yaşayan, sıkıntılı bir kadın Selmin. Güçlü biri ama erkeklerden dayak yemesine rağmen onlara karşı çıkamıyor. Hayata tutunmaya çalışıyor olanca gücüyle. Anaç Selmin, tıpkı benim gibi. O gücü anaçlığından alıyor. Bu tip karakterler biraz korumacı olurlar.
Ben diziyi sanatla bağdaşlaştıramam asla, mantıklı değil. İnsanların hoşça vakit geçirmesi için sinemanın eğlenceli hale getirilmiş şeklidir diziler. Ama ben çok sevdim hikayeyi. Gerçek mi dediniz ya, evet gerçek. Karakterlerin hepsi hayatın içinden. Çok karton karakterlerden hoşlanmıyorum, inandırıcılık azalıyor o dizilerde. Hikâyenin akışı ve anlatımı da oldukça başarılı. Oyuncular da öyle.
Bu sektörün bir parçası diziler de. Başka türlü yaşama şansın yok hayatta. Biz parayı daha çok diziler sayesinde kazanabiliyoruz. Türkiye'de çok büyük starların haricinde sinemadan para kazanmak mümkün değil. Hele bağımsız filmlerde oynuyorsan para kazanma şansın sıfır.
Tiyatro yaptığım zaman da ticari bir oyunun içerisinde asla yer almıyorum. Hele tiyatroda hiç keyif almıyorum ondan. Para kazanacağım dizi sektörü var. Ama orda da tuhaf işlerin içerisinde oluyorsunuz. Mesela abartılı oyunculuklar, gerçekleşmesi mümkün olmayan öyküler…
Çünkü orada dizi yaptığın zaman sinema kariyerini kaybedersin. Bizde tam tersi. Kendini dizilerde gösterdiğinde sinema için yolun açılıyor. O yüzden de diziyle ikisini bir arada götürmek zorundasın. Ama ben sinema, tiyatro ve dizide bütünlüğe elimden geldiğince dikkat etmeye çalışıyorum.
Elbette bilinçli bir tercih bu. Andy Warhol'u severim ama. O popüler kültürdür ama şimdikiler gibi değil. Burada tuhaflık var. Popüler kültür dediğin şey insanların özel hayatlarını deşifre etmeleri, ortalarda kendilerini göstererek dolaşmak olmuş artık Türkiye'de. Bizde çok ucuzlatılmış işler var. O yüzden de rahatsız oluyorsunuz. Oyunculuğu dert etmiş bir insan ticari sinemayı tercih etmez. Çünkü oyunculuk göstereceğiniz bir alan yok. Ben oralarda mutlu olmuyorum, özel hayatımda da bu böyle.
Daha çok insana ulaşayım diye bir kaygım olmadı hayatta. Tiyatro yaparken de öyleydi. Daha az insana ulaşayım ama entelektüel bir kesim olsun. Oyun seçimlerimde de uç noktalarda yaşayan ve hayatla derdi olan insanların oyunlarını oynarım. O beni mutlu ediyor. Ne kadar karanlık oyun varsa o kadar seviyorum onları. Bir de bu meslekte tatmin çok önemli. Çok fazla insana ulaşırım ama o karakter benim oyunculuğumu tatmin etmiyorsa bir işe yaramaz.
Beni de etkiler karakter. Bir Delinin Hatıra Defteri oyunu vardır mesela. O oyunda karakterin içerisine girdiğinizde etkilenmemeniz olası değil. Mesela ben Frozen isimli bir oyunda oynamıştım. Çok ağırdı. Provalar sırasında kendimi kötü hissediyordum. Bir de benim tiyatro yöntemimde karakterin içine çok fazla girme durumu vardır. Ama her karakterin etkisi altına girersek de işlerimizi yapamayız.
Senarist ya da yönetmen yaşamla ilgili bir şey anlatıyorsa burada hep hayatın acıttığı insanlar vardır. Asabiyet diyemeyiz benim rollerime ama acılıdır hepsi. Hayatın acıttığı, defansları olan kadınları oynadım, evet. Bu benim tiyatrodaki tercihimdi ama sinemada da böyle oldu. Diğer roller kesmiyor beni. O acılı hal, acılı halin insanı yüceltmesi oyuncu olarak bana iyi geliyor. Güç her zaman dramdadır. Komedi zordur ama nedense çoğu kişi dikkate almaz.
Delilik. Saçma sapan bir şey. Geçen gün diziyi çekerken bunu düşündüm. Özel hayatımda mutluyum, problem yok ama dizi çekilirken adam geliyor beni dövüyor, mutsuz kadın rolündeyim. Ağlıyorum, zırlıyorum, sinirliyim. Bu tuhaf bir ikilem aslında. Hem keyifli hem de bazen komedi oynayacağım böyle rollerden sıkıldım diyorum.
Yok, Uğur benden daha deli olduğu için anlaşıyoruz. Bir eve iki oyuncu fazla değil. Çünkü ben bir bankacıyla evlenemezdim mesela. Kimse de bu iş temposunu da kabul etmez. Bizim mesleklerimizde birbirimizi anlayabilmemiz için böyle evlilikler şart.
Bence çok acayip bir şehir İstanbul. Ben İstanbul dışında hiçbir yerde yaşamayı düşünemem. Tüm dünyayı görmedim ama çok değişik ülkeler gördüm. Yeryüzünde burası gibi bir yer yok. Prototip olmak kötüdür hayatta, sıkışmışlık hissi verir. Ama İstanbul'da o kadar çok duygu var ki. Bir sürü kültür yaşamış burada. Ne kadar elimizden geldiğince yok etmeye çalışsak da beceremiyoruz. Hala ayakta İstanbul. Ağaçları kesiyoruz, insanları öldürüyoruz. Hala bitmiyor şehir. Enerjisi yüksek. Hem çok sert, hem çok güzel, hem yumuşak, hem…
Lüks yerlerinin dışındaki her yerini çok seviyorum. Tasarıma bayılırım ama lüks öyle bir şey değil. Bir şehre gittiğiniz zaman lüks oteli göreyim demezsin. Daha yaşayan yerlerine girersin şehrin. Mesela bu şehirde kahve kültürü vardır. Ama bu kayboldu. Starbucks açılmaya başlandı her yerde. Dünyanın her yerinde var zaten bu yerler. Ne kadar manasız bir şey. Şehrin özellikleri yitirilmeye başlandı. Ülkenin ruhuyla orantılı yerlere gereken özen verilmedi. Şehri aynılaştırıyorlar ya o hiç hoşuma gitmiyor.
Bir defa artık insanlar olmasa çok daha iyi olacak. Mümkünse kimseyi almasınlar içeri. Ama tabi bu imkânsız. Şehri koruma adına yapılan işleri biraz faşizan bir biçimde yapmak gerekiyor. O düşüncenin hayatta tek faydası bu olabilir. Bunu yapmadığınız zaman gidiyor şehir elden. Yazık bu şehre.
Beyoğlu'nda yaşıyorum hem de çok fazla. Taksim'de Doğan Apartmanı'nda oturmayı hep çok istemiştim. Bu sene elime böyle bir fırsat geçti ama evimi bırakıp gidemedim. Evimin oradan uzak olmasına seviniyorum. Biz meslek olarak bir keşmekeşin içerisinde olduğumuz için Yeniköy bana iyi geliyor. Daha uzakta, daha sessiz, denizin üzerinde. İstanbul'da alternatif mekânları seviyorum. Lüks yerlere gitmek bana göre değil. Oradaki insanları da samimi bulmuyorum. İstanbul'un serseri tarafından hoşlanıyorum.
Ben hayatımda her zaman bir şeylere karşı çıkan insanların tarafında oldum. Tüm işlerde iktidarla aynı yürümek hoşuma gitmiyor. Zaten seçtiğim oyunlarda da böyle bir çizgi tutturdum. Biraz daha anarşist bir yapım var. Liseyi okuduğum yıllarda daha politik olayların içerisindeydim. Şimdikiler böyle değil. Biz enteresan bir ülkeyiz. Yaşanan her kötülükten sonra biraz daha dibe batıyoruz. Oysa darbelerden sonra fışkırır insan. Bizde darbe üstüne darbe kimse kılını kıpırdatmıyor.
Baskılara… İnsanların ezilmesi, haksızlıklar, son dönemde çocuklara uygulanan kötü muamele. Biz demokratik bir ülke değiliz. Hiçbir zaman da olmadık. Belki şimdi biraz biraz öyle bir yol var gibi. Hayatımda ilk defa bir şeylerin Türkiye'de rahatlıkla konuşulduğunu görüyorum. Bazı şeyleri telaffuz edemezdik, Kürt meselesi buna dahil. Politikayla ilgili konuşamazdık. Ben o yüzden hala gazeteye bir şey söylerken düşünüyorum. Biz acayip bir baskıdan geçtik. Şimdi bu konuların rahatlıkla konuşulabilmesine, bu kadar rahatlığa alışık değilim hayatımda.
İdeolojime karşı karar almam. Mesela CHP'nin ideolojisine rağmen Kürt açılımına destek vermemesine şaşıranlara şaşırıyorum ben. CHP militer bir parti düşünce sistemi olarak. Hiçbir zaman sol olmadı zaten. O yüzden de kendine karşı bir şey yaptığını düşünmüyorum. Kendine dâhil bir şey yapıyor yani.
Ülkede mezarsız mezarların olduğunu fark ettik. Bir yerler kazıldı ve ülkenin altından ölüler çıktı. Onların üzerinde habersizce yaşamışız. Kayıplar var, ailesini arayan. Herkesi yok etmişler bu ülkede. Katliamlar yapılmış, kimse hesap sormamış, soranlar öldürülmüş. Daha nasıl yara almayalım ki. Vicdan sahibi insanlarız biz. Bunlara bakarken insanlar her an nasıl eğleniyor inanın anlamıyorum. Gazetede okuduğunuz haber sonrasında normal hayatınıza nasıl dönebilirsiniz, hem de hemen.