|

Hep Araf’ta kalmak

Kolonyalizmin, bütün imkânlarıyla, İslam dünyasının bütününe açıkça meydan okuması, İslam ve Müslüman varlığını açıkça istiskal ederek Filistin ve Kudüs’ü sömürgeleştirmesi karşısında, İslam dünyası toplumlarının, kültür hayatının, siyasal iktidarların, batınî müşahedeyi esas alarak, düşünceye/bilgiye/akla hayat hakkı tanımayan, toplumsallaşmış ve kurumsallaşmış bir gelenek ya da dinî yaklaşımla bu kolonyal kuşatmaya/işgale hiç bir zaman cevap veremeyeceğini hatırlamamız, ve bu konu üzerinde yoğun/derin/dürüst çözümlemeler yapmamız gerekir.

Yeni Şafak ve
04:00 - 18/12/2017 Pazartesi
Güncelleme: 02:07 - 18/12/2017 Pazartesi
Yeni Şafak
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM
İLLUSTRASYON: CEMİLE AĞAÇ YILDIRIM

Yapısal/tarihsel sorunlar nedeniyle günümüz Ortadoğu’su, gerçek politik geleceği olmayan, politik anlamda araf’ta olan bir bölge olmaya devam ediyor. Bölgede içinde bulunduğumuz onyıllara kadar sürdürülegelen 1. Dünya Savaşı bakiyesi İngiliz-Fransız tasarımlı kolonyalist kontrolün yerini, bu defa Amerikan emperyalizminin kontrolü alıyor. Sömürgeci sistem tarafından icat edilen ulus-devletler aracılığıyla, emperyal kontrol kolaylıkla sağlanabiliyor. Günümüzde kolonyalist saldırılar karşısında İslami dayanışmanın bir türlü gerçekleştirilemiyor oluşu, bu noktaya işaret eder. Sömürgeciler tarafından icat edilen ulus-devletler için, politik bir ideoloji olarak milliyetçiliklerin uygun görülmüş olması da dikkate değer bir konudur.

İçerisinde yaşadığımız dönemde, özellikle Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler, kolonyalizmin modernite/post-modernite maskesi altında evrenselleştirilerek, ilerleme ideolojisi eşliğinde aralıksız bir biçimde sürdürüldüğünü gösteriyor. Kolonyalizm, ortaya çıktığı günden bu yana, her dönemde, farklı kıyafetlerle ilerleyişini, etkisini, belirleyiciliğini sürdürdü; ancak bu etki İslam toplumlarında gereği kadar fark edilemedi, algılanamadı. Aynı şekilde, modernlik maskesi altında etnik merkezciliğin de evrenselleştirildiğini maalesef fark edemedik, bilinç düzeyinde algılamayadık. Modern zamanlarda, modern olmadığı düşünülen her şey, her unsur, her olgu, her sistem, her değer, çok ciddi bir şekilde itibar ve meşruiyet kaybına uğratılarak değersizleştirildi. Değersizleştirilen unsurların varoluşlarının gereksiz varoluşlar olduğu düşünüldü. Sözünü ettiğimiz dönemde, Marksizm de, Avrupa Aydınlanmasına tutunarak meşruiyet kazandı.

UYUŞTURUCULARA
MARUZ KALIYORUZ

İslam dünyası toplumları, bilincimizin sömürgeleştirildiği tarihten bu yana, gerçek sorunları, hayati sorunları, varoluşsal sorunları konuşmuyor, bu sorunlarla yüzleşme ihtiyacı duymuyor. Bu nedenle de gerçekliğe kayıtsız kalıyoruz. Vahşi gerçeklikler, dünya ile ilgili derin bir nihilizm ve belirsizlik oluşturuyor. Taklide dayalı bir kültür ve gelenek içerisinde yaşadığımız için, daha önceki kuşakların yanlışlarını, inhiraflarını kutsallaştırarak tekrarlıyoruz. Bir yanda küresel üretim-tüketim kültürünün yabancılaştırıcı, yozlaştırıcı, bayağılaştırıcı, ahlaksızlaştırıcı etkilerine maruz kalırken, bir diğer yanda da, nihai gerçekliğe ancak batınî aydınlanma-müşahede, içsel sezgi yoluyla ulaşılabileceğine, keşif yoluyla ulaşılabilecek bilgi dışında her tür bilginin reddedilmesi gerektiğine inanan batınî-işrakî-mistik uyuşturuculara maruz kalmaya devam ediyoruz. Bu uyuşturucular her tür iktidar tarafından onaylandığı için, kurumsallaşıyor, toplumsallaşıyor.

Entelektüel-kültürel metalaşma ve profesyonelleşme, sorunlarımızın bütün boyutlarıyla, derinliğine konuşulmasına izin vermiyor. Taklide dayalı bir gelenek, bilinçli-aktif öznelerin varoluşunu imkânsız kılıyor. Toplumlarımızın yeniden tarihin öznesi konumuna yükselebilmesini sağlamak, var olmanın kültürel-siyasal-ekonomik şartlarını eksiksiz yerine getirmekle mümkün olabilir. Batınî-mistik-işrakî bir yapılanmayla, kültürle, hiç bir mücadelenin yürütülemeyeceğini, kırılgan-biçimsel ve tamamlanmamış bağımsızlıklarla hiç bir mücadelenin kazanılamayacağını bilmek, anlamak gerekir. İslam dünyası toplumları, milliyetçiliklere ihtiyaç duydukları kadar, kültüre ihtiyaç duymuyor.

Günümüz dünyasında bütün toplumlar, büyük ölçüde Avroamerikan ekonomik-politik yapılarla, kavram ve kurumlarla yönetiliyor. Bu durum, bütün toplumların modern küresel düzene bir şekilde dahil olduklarını, bu düzenin paradigmalarını, değerlerini içselleştirdiklerini gösteriyor. Bu değerlerin ve paradigmaların içselleştirilmiş olması, Türkiye örneğinde de görülebileceği üzere bu paradigmaların onaylanmış olması, kolonyalist dil-düşünce-kültürle hesaplaşmanın çok da kolay olmadığını gösteriyor.

Toplumlarımızda geçmiş, şimdinin politik pragmatizmi adına sömürgeleştirilmiş olduğu için, geçmişi gereği gibi irdeleyemiyor, geçmişle ilgili yeni bir okuma yapamıyor, yeni bir kavrayış biçimi oluşturamıyoruz. Batınî-mistik-işrakî geleneklerin baskısı altında tutulan toplumlarımız, dünyanın nasıl, ne yönde değiştiğini, değiştirildiğini fark edemediği için, dünya hiç değişmemiş gibi hareket etmeye devam edebiliyor.

KUDÜS SÖMÜRGELEŞTIRILIRKEN…

İslam toplumlarının, kendilerini, potansiyellerini yeniden keşfederek, kendi kendilerine yardımı esas alan bir çerçeve ve bilinç içerisinde, küresel dünyaya kendi özgünlüklerini ilan ederek katılmanın yollarını bulmaları gerekiyor. Müslümanlar olarak hepimizin, her toplumda genel sağduğuya hitap eden bir dil oluşturması, kayıtsız kalamayacağımız bir sorumluluktur.

Kolonyalizmin, bütün imkânlarıyla, İslam dünyasının bütününe açıkça meydan okuması, İslam ve Müslüman varlığını açıkça istiskal ederek Filistin ve Kudüs’ü sömürgeleştirmesi karşısında, İslam dünyası toplumlarının, kültür hayatının, siyasal iktidarların, batınî müşahedeyi esas alarak, düşünceye/bilgiye/akla hayat hakkı tanımayan, toplumsallaşmış ve kurumsallaşmış bir gelenek ya da dinî yaklaşımla bu kolonyal kuşatmaya/işgale hiç bir zaman cevap veremeyeceğini hatırlamamız, ve bu konu üzerinde yoğun/derin/dürüst çözümlemeler yapmamız gerekir.

Kendisini kolonyal düşüncenin/kültürün/felsefenin izin verdiği sınırlar içerisinde konumlandıran, bu sınırlar dışına çıkma iradesini gösteremeyen, bu sınırları tartışmaya açmayan/açamayan İslami düşünce/kültür/ilahiyat hayatı, bir bağımsızlık bilinci, direniş dili ve kültürü oluşturamaz. Bir bağımsızlık bilinci, direniş dili ve kültürü inşa edebilmesi için, İslami düşünce hayatının, kolonyalist düşüncenin bütün unsurlarını ontolojik olarak sorgulayabilmesi gerekir. Bugün, günlük hayatın bütün boyutlarını işgal ederek dönüştüren, yöneten, belirleyen, biçimlendiren ve kontrol eden kapitalist/seküler/liberal yapılar, değerler, ilişkiler sebebiyle kendimize özgü, İslami aidiyetimize özgü düşünce, davranış, değer, duruş ve ilişki tarzlarımızı hızla kaybediyoruz. Başdöndürücü bir hızla ulus-devlet dindarlığına ve değer dünyasına eklemleniyoruz. Ulus-devlet düzleminde yapılandırılan dinî ilgiler sebebiyle, Ümmet dayanışması hep savsaklanıyor ve erteleniyor.

#Müslüman
#İslam
#Filistin
#Kudüs
6 yıl önce